bildirgec.org

MerakliKedi

11 yıl önce üye olmuş, 33 yazı yazmış. 54 yorum yazmış.

Yapabiliyorlarsa düşünmeyi yasaklasınlar…

MerakliKedi | 15 September 2008 12:48

Bütün çocukluğumuz Tübitak yayınlarıyla geçmişti. Bilim Teknik dergileri ufkumuzu azıcık açmaya yarayan, bize dünyanın bizim küçücük algımızdan çok farklı olduğunu öğreten yayınlardı. Üniversiteye başladığımda Tübitak yayınlarının kitaplarına sarmıştım bu sefer de… Bunu Ancak Dr. Ecco Çözer, Gen Bencildir, İkili sarmal, Hayvanların Sessiz Dünyası ….. Bunlar sadece okuduğum Tübitak yayınları kitaplarından birkaçıydı…
Sonra bu yıl The God Delusion’ı görünce raflarda birden Gen Bencildir’i hatırladım… Richard Dawkins… Bir bilim adamı… Hayatını bilimsel gerçekleri çözmeye adamış bir bilim adamı. Çok konuşuldu The God Delusion üzerine… Çok yazıldı, çok çizildi… AIHM bile başvurulmuştu, kitabın inançlara saldırdığı yolundaki iddia ile. Beraat kararı çıkmıştı…
Mahkeme kararı mı? Mahkemeyi kim tanır – pardon başkasının mahkemesini kim tanır olacaktı… Çünkü kendi mahkemeleriyle karar alıp sitesine erişimi yasaklayıverdi Türk hükümeti… Bir gerekçe aradım, bir gerekçe olsun istedim. Böylece bundan önce bu ülkenin resmi bilimsel yayın kurumu tarafından bilime katkısı kabul edilmiş bir insanın internet sitesine (richarddawkins.net)erişim yasaklanmasının bir açıklaması olurdu. Bir açıklaması olmalıydı. Ama yok…
Yapabiliyorlarsa, Tübitak’ın arşivlerinden de silip atsınlar Gen Bencildir’i. Yapabiliyorlarsa bilimi yasaklasınlar bu ülkede. Yapabiliyorlarsa öğrenmeyi, düşünmeyi yasaklasınlar… Yapamazlar değil mi? Ya yapabilirlerse peki…..

Uçurtma uçurmak ve uçurtma gibi uçmak ve okurken uçmak….

MerakliKedi | 08 September 2008 15:00

Hayatta roman okumayan birinin bir haftada bitirdiği romanı merak etmez miydiniz? Evet, kurgu okuyamam derdi. Üniversitede ders için okuduğumuz Tahsin Yücel’in Peygamberin Son Beş Günü’nden sonra da okuduğunu görmemiştim. Onu çok beğenmişti ama yine de aylarca elinde sürünmüştü kitap. Nasılsa kendiliğinden gitti ve Uçurtma Avcısı’nı aldı. Üstüste birkaç yıl okurlar arasındaki oylamada en iyi roman seçilen Uçurtma Avcısı’nı alıp bir çırpıda bitirmişti.
Sonra bir başka arkadaştan duydum o da çok beğenmişti. Okuduğum en iyi kitap diyordu. Önemli bir referanstı, tam bir kitap kurdundan gelen yorum.
Bunların üstüne dün başladım okumaya. Kurgusu çok güzel, dili çok güzel… Öyle sarıp sarmaladı ki beni bırakamadım elimden. Afgan kültürü bizimkine çok benziyor. Bu toprakların adetlerine benzer adetleri var. Zorlukları, üzüntüleri, yoksullukları, özentileri… Çok yakın ve ama çok da uzak bir kültürden bahsediyordu. Film festivalinde izlerken beni çok şaşırtan filmlere benziyordu. Kurgu o kadar çok sürprizlerle her an şaşırtıyordu ki bırakamadım elimden bir türlü…
Henüz bitirmedim ama şimdiden tavsiye edebilecek gibi hissediyorum kendimi. Kaçırmayın okuyun. Haa, filmi de var izlerim hemen biter derseniz o zaman cümle yapısındaki güzelliği algılamaktan çok uzak kalırsınız. Bence yine de okuyun….

Alaçatı Bodrum Olur mu?

MerakliKedi | 04 September 2008 10:32

İki yıl önce gitmiştim ilk… Sessizliği, sakinliği, temizliği, düzeni ile dikkatimi çekmişti. Doğal kimliğini bozmamış ama modern görünümlü bir kentle karşılaşmıştım. Alaçatı böylece kalbimde yıllarca Cunda’nın doldurduğu, son zamanlarda yaşanan kalabalıklaşma ve bozulma ile oluşan boşluğu doldurmuştu. Bir Avrupa kasabası gibi, temiz, pak, bol çiçekli, düzenli, saygılı ve sevgi dolu bir belde idi.
Bu yaz başında bir daha gittiğimde, daha kalabalık geldi. Ürktüm… İki yılda yoksa bu kadar mı değişmişti. Ya bu hızla değişim devam eder de bozulursa….
Yaz sezonunu orada açmıştım, sonra bir yaz boyu yoğun tempoda çalıştıktan sonra esas tatili sezon kapanışında yine Alaçatı’da yaptım. Tam da Serdar Turgut’un Alaçatı da Bodrum’un yolunda mı ilerliyor diye yazdığı günlerde… Alaçatı’ya o ruhu veren Alaçatı Turizm Derneği’ni kuran ve yaşatan o kadınlar, oinsanlar varken olmaz diyerek okudum tüm yazıyı… Tatilin başında Dikili’deydik. Çok hevesli başladığımız tatil tesisin kötülüğü yüzünden ilk gecemizde otel değiştirmek zorunda bırakmıştı bizi. Biz de apar topar soluğu Alaçatı’da aldık. Hemen kendimizi Taş Otel’e attık. Rezervasyonumuz yok ama çok kötü bir tatil başlangıcı yaptık, bize bu tecrübeyi unutturacak bir odaya ihtiyacımız var dedik. Taş Otel her zamanki gibi doluydu. Ama o güzel kadın, o içten, o cıvıl cıvıl kadın bize biryer önermeden hemen durumun detayını öğrenmek istedi. Eğer problem Alaçatı’da yaşandıysa mutlaka müdahale edilmeliydi. Öylesine ilgili, öylesine kendini adamıştı ki, daha en başından bizi sarıp sarmalayıverdi. Sonra da bizi Sardunaki Otel’e yönlendirdi. Tatilin bundan sonrası fazlasıyla keyifli ve tatminkardı.
İşte böylesine beldesini sahiplenmiş insanların olduğu bir yer oranın bozulmasına izin vermez. Bodrum’da bir süredir Gümbet özelinde yoğunca yaşanan cinsel içerikli turizmi buralara getirmez, buraları meta haline dönştürmez bu güzel insanlar…
Biz turistler gittikten sonra da kendilerine yaşayacak bir Alaçatı bırakmayı hedeflemiş bu insanlar izin vermeyecektir bozulmaya…. En azından böyle inanmak istiyorum.

Tribünden Çek Cumhuriyeti – Türkiye Maçı

MerakliKedi | 23 June 2008 17:04

Arkadaşların ısrarı üzerine bu sefer de böyle olsun deyip, Futbol Federasyonuna başvuru yaptık. Tek maça bilet vardı: Çek Cumhuriyeti…. Ve bilet de çıktı. Sonra maçlar başladı. Önce Portekiz, zaten Portekiz’e yenilmeyi bekliyorduk. Sonuç sorun değildi. Ama İsviçre maçı çok heyecanlıydı. Çünkü yenilirsek Çek Cumhuriyeti maçına gitmemiz çok anlamsız olacaktı. Son dakikalarda netleşen durumumuzla Çek maçının ne kadar güzel olacağı belirlenmişti. Portekiz maçı sonrasında bizim için hafif üzülen tanıdıklar şimdi hadi bakalım bir umut demeye başlamışlardı.

Çelik’e de türban lazım

MerakliKedi | 13 May 2008 12:00

Ne fikir hakları, ne emeğe saygı, ne kapitalist düzenin pazarlama, satış ve reklam kuralları, ne de sansür… Hiçbir şey ile açıklanamaz bu…
O kadar insan aylarca çalışıyor, bir kare ile verecekleri mesajı belirleyebilmek için. Defalarca aynı fotoğraflar çekiliyor. En sonunda tamam oldu deyip, emeklerinin ürününe karar veriyorlar. Sonra kuralları gayet belli olan reklam verme sürecine giriyorlar. Bir basın organına sayfalarında reklamın yayınlanması karşılığında yüklüce para ödüyorlar. Sonra da o reklam yayınlanıyor. Ama o da ne? Onların emeğini beğenmeyen birileri üzerinde rötuş yapmaya karar veriyor….
Aklım almıyor. Hiçbirini….

Kaybolan harf

MerakliKedi | 28 April 2008 14:10

Matematiği hobi olarak benimsemiş bir kitap kurdunun okumalarında çok geniş bir spektrum oluyor. Romanlar, düşünsel konular, makaleler derken bazen pat diye o kitaplığa ve beyne matematik içerikli kitaplar düşüveriyor. Bu kitabı alırken aslında ilgimi çekmesinin böyle bir nedeni olabileceğini de düşünmemiştim…
Alfabenin en çok kullanılan harflerinden biri kayboluverirse, bu kayboluşu aşabilir misiniz? Fransızcada en çok kullanılan seslilerden olan “e” kayboluverince George Perec de içinde hiç “e” geçmeyen bir roman yazmayı düşünmüş. Olay tamamen matematik aslında; aynı şeyi ifade eden ve içinde e olmayan kelimeler cümleler kurmak… Ve anlam bütünlüğünü bozmamak… Bunu yazmak tek başına büyük bir olayken, Cemal Yardımcı aynı düşünceden yola çıkarak Türkçeye çevirmiş… Adeta mucize…
Bu kadar şekil odaklı olunca insan ister istemez içerikten şüphe ediyor. Ama kurgu ve anlatı açısından en az Dan Brown kadar başarılı (Dan Brown’u başarılı bulduğumdan değil, isminin çok kişi için birşey ifade edebilecek popülerlikte olmasından ve tarz benzerliğinden onu örnek veriyorum). Ve bütün bunlar 1969’da yaşanıyor…. Bu arada bir ironiye dikkat, yazarın kendi adındaki en fazla sesli harf e. Yani aslında yazar kendi kayboluşunu anlatıyor.
İyi de matematikle alakası ne diyeceksiniz. Perec, edebiyatta matematik oyunlarını kullanan bir yazar… Ve kim bilir belki de bana enteresan gelme nedeni de o…

Turp Yatağında Bonfile

MerakliKedi | 27 April 2008 04:45

Bonfileyi, ama dövülmemiş, şöyle takoz şeklinde hazırlanmış, güzel de pişirilmiş bir bonfileyi hiçbir şeye değişmem. Çoğu zaman sadece güzel ızgara yapılmış bir bonfile, yanındaki garnitür ile hem besleyici, hem doyurucu hem de göze hitap eden bir ziyafete dönüşebilir. Bu da öylesi denemelerden biriydi.
Malzemeler:
1 turp (uzunlardan, havuç gibi olanlar)
10 – 12 taze fasulye
zeytinyağı
balzamik sirke
2 takoz bonfile
Izgara tavası (tercihen döküm)

Tavaya fırça ile zeytinyağ sürüp ocağa oturtuyorum. İyice kızıncaya kadar bekliyorum. Sonra takozları tavaya alıp, ocağı orta ısıya ayarlıyorum. Bu şekilde iyice pişinceya kadar bir yüzünü bekliyorum. Önemli olan sık sık tavadan kaldırmamak. Net bir şekilde ızgara çizgileri olması gerekiyor. İlk yüzünde beklediğimiz ızgara çizgileri oluştuktan sonra diğer yüzünü çevirip orada da benzer izlerin oluşmasını bekliyorum. Ardından yan tarafların pişmesi için yanlara aynı işlemi yapıyorum. Ocak çok kısık olup suyunu salmasına sakın izin vermeyin. Suyu içinde hapsolmalı ama iyi de pişmeli.
Etler pişerken diğer tarafta tabakların hazırlığına geçilebilir:
Turptan soyguçla soyuyormuş gibi ince uzun dilimler çıkartıp, kaynayan suda 2-3 dakika haşlıyorum. Taze fasulye de kaynayan suda 5 dakika haşlanıyor. Tabakların ortasına haşlanmış turpları karışık olarak spagettiymiş gibi yerleştiriyorum. Tabağı 6 ya bölüyormuş gibi fasulyeleri ortadan kenarlara doğru diziyorum. Tabaklar hazırlandıktan sonra, çok azıcık balzamik sirke gezdirip turp yatağının üstüne birer takoz bonfileyi yerleştiriyorum. Elimde bir de taze biberiye varsa ortasına dikiveriyorum. Tabii ki üstüne taze çekilmiş karabiber…
Boş gitmez tabii ki… Yanında bir kadeh de şarapla…
Az, ama öz bir yemek hazırlanmış oluyor…

Ay dolun

MerakliKedi | 23 April 2008 01:50

Ay dolun bu gece.
Gece aydınlık,
İçim aydınlık.
Şarap içmeli,
Kendimden geçmeli,
Şiir yazmalıyım.

Derken…
Bir bulut,
Kapkara bir bulut.
Kararttı geceyi,
İçimi kararttı.

Şiir yazdım
Karanlığa,
Boşluğa,
Yokluğa,
Sessizliğe,
Sensizliğe,
Sana…