bildirgec.org

hüzünbaz

11 yıl önce üye olmuş, 5 yazı yazmış. 3 yorum yazmış.

Başlık Girmekten yana değilim

hüzünbaz | 19 March 2002 17:35

Kitabı okuduğum sıra bir sigara yaktım ve o sırada ablamın balkona çıktığını fark ettim. Onun arkasından balkona çıkıp yanı başına geldim ve ikimizde dirseklerimizi taşlara dayayıp dışarıyı seyrettik bir sessizlik bürünmüştü aramıza. Sigarayı ona uzattım ve düşüncelere daldım. Ona söylemek istediğim bir cümleyi kurmaya çalışıyordum içimden. “ seni böyle boğulurken görünce…” diye içim fısıldıyor ama gerisini cümlelere dökemiyordum.

İki gündür ablamdayım ve iki gündür ablamın kitaplığından aldığım “babam öldüğünde ağlamadım” adlı kitabı okuyordum. Hemen hemen yarısına gelmiştim. Ablamı bu evde bir zindandaymış gibi görüyorum. Sevgiden, saygıdan, ilgiden ve ara sırada olsa şımartılmaktan uzak çok uzak yaşıyordu. Cenâb-ı Hâk milyonlarca kulunun arasından bir kulunu acılarla sınıyordu, gözlerim şahit oldu buna. Kitabı okuduğum sıra bir sigara yaktım ve o sırada ablamın balkona çıktığını fark ettim. Onun arkasından balkona çıkıp yanı başına geldim ve ikimizde dirseklerimizi taşlara dayayıp dışarıyı seyrettik bir sessizlik bürünmüştü aramıza. Sigarayı ona uzattım ve düşüncelere daldım. Ona söylemek istediğim bir cümleyi kurmaya çalışıyordum içimden. “ seni böyle boğulurken görünce…” diye içim fısıldıyor ama gerisini cümlelere dökemiyordum. Ne desem de ona içimdeki çaresizliği anlatabilseydim. Ellerinden tutup onu bu sersemlikten nasıl çekebilirim? Ne desem, ne yapsaydım bilmiyorum… Ona “seni böyle boğulurken görünce….” cümlesinin gerisini de bulup söyleyeyim mi diye düşünürken, ablam bana döndü ve “ben yatıyorum” diyerek sigaranın geri kalan son iki nefesliğini bana uzattı. O an bütün düşüncelerden sıyrılmıştım ve ona boş boş bakakalmıştım. Üzerime çöken sıkıntıyı ve sersemliği atabilmek için bir süre daha balkondan dışarıyı izlemek geldi içimden. Dışarıda herkes bir yerlere koşuştururcasına çevrelerinde olup biteni fark etmeden kaybolmuşlardı. Herkes kaybolmuştu evet.. evet… kaybolmuşlardı. Sıkıntıların, koşuşturmaların,işlerin, alışverişin, her şeyin…her şeyin içinde kaybolmuşlardı. Birden daha çok boğulduğumu hissetim ve içeriye girdim. Acaba ablam onun durumunu fak ettiğimin farkında mıydı yoksa o da benim kaybolduğumu mu düşünüyordu diye geçirdim içimden. Sonra da o mısralar döküldü dilimden….”dün kaybolanlar, bu gün kaybolanlarla karşılaşınca…avuçlarımdaki bir damla yaş, gökyüzüyle selamlaşırsa, sebebini bilmediğin sitemlerim çınlarsa kulaklarında… bir daha geriye dönme..!” “Henüz geç değil” diye geçirdim içimden ve ablamın yanına gittim. İçeri girdiğimde onu o siyah berjerde elinde haftalık bir moda dergisini boş boş karıştırırken buldum. -abla -abla -efendim dalgındı… -uyuyamadın mı ablacım -bilmem… uyuyacaktım değil mi…? gözlerim dolmuştu hemen yüzümü çevirdim ve okumakta olduğum kitabı aranmaya başladım. Kitap tam karşımda duruyordu belki ama ablam halimi görmesin diye telaşa kapıldığımdan bir türlü elim kitaba uzanamıyordu. Kendimi toparladım. “Ablacım seninle konuşmak istiyorum” dedim – tabi güzelim bir derdin mi var işte yine yapacağını yapmıştı. Bu haliyle bile benim sorunlarımla uğraşabilecek gücü vardı. Bu sefer vazgeçmemeliydim. – evet ablacım bir sorunum var. – E hadi anlat bakalım dedi yüzüne bir tebessüm maskesi takarak. – Ablacım az önce balkondayken sana söylemek istediğim bir şey vardı.. söyliyemedim…. – Dinliyorum – Söyleyemedim çünkü… Gerisini nasıl söylemeliydim, nereden başlamalıydım, bilmiyorum… ama başlamıştım işte bu sözlerden sonra vazgeçemezdim NE GÜZEL..! – evet söyleyemedim çünkü söyleyeceklerimin bir çare olmayacağını düşünüyordum. “seni böyle boğulurken görünce abla…. – hiçbir şey söylemek zorunda değilsin canım hislerinin farkındayım – abla lütfen bunu bana yapma. Bırak içimi boşaltayım. “seni böyle boğulurken görünce bende boğuluyor, nefes alamıyorum çünkü ablamsın, canımdan bir parçasın. Bazen abladan da ötesin bana; arkadaşım, dostum, sırdaşım oldun annem oldun babam oldun. Seni böyle boğulurken görünce kahroluyorum. Benim de etrafımızdaki her insan gibi kaybolduğumu düşünmeni istemiyorum abla… fakındayım ve içim acıyor. – Evet… kaybolmadığının, içinin acıdığının farkındayım… ama ne var ki ben kayboldum. Hem de bu kayboluş diğerlerinkinden çok farklı… Ablamın gözleri dolmuştu ve o benim yaptığım gibi saklamıyordu bunu… Yıllar sonra bile o gece söylediği son sözler hala kulaklarımda ve sanırım o sözlerin gerçek anlamını şu şarkı sözlerini dinlediğimde alayabildim. “bir sırrım var saklarım…ama görünce anlarsınız…yalnız dikkat acımayın… acınmak…ruhumu en çok acıtandır…”

aşk karanlık bir tüneldir

hüzünbaz | 06 March 2002 10:19

Nasıl başladı biliyorum.
Bir gazetenin haftalık ekinden kesip masasının başucuna bantları o ufacık duygu selini önce. Günlerce kaldı orada, zavallı bir halde, yapayalnız.
Arada bir gözü takılıyordu ona kuşkusuz. Benim de.
Vatanı insan olan bir sürgündü. Öyle yazıyordu, 4×5 lik bir kağıt parçasında.

İsimsiz bir yanıt gönderdi bir gün o adrese.Bekle beni dedi, yine yazacağım…
Günlerce yazmadı ama. Haftalarca. Aylarca. O kağıt parçası hala duruyordu öylece, gelip geçtikçe yanından bekliyorum diyerek, eskiyip sararmayı sürdürerek.
İlkyaz geçti. Yaz zaten geçiverirdi. Ve güz geldi.

Alışkılar birbiri üstüne bindi, ezerek bir alttakini, doldurarak dağarcığına gündelik hınçlarını.

Günü birtakım telaşlarda geçirdiğini biliyordum, iş dışındaki günü, görevlerini. Görev bildiklerini sadık bir köle gibi uygulamaya şartlıydı oldum olası. Nelerdi onlar? Sıkça düşündüğüm, yanıt aradığım, bulduğum yanıtlara ise ad veremediğim bir soruydu bu aslında. Evden çıkarken ya da günün herhangi bir zamanında telefonla verilen yönergelerdi bunlar. Satmayı düşündükleri daire için gazetenin ilan bürosuna uğramayı unutmamalı, kiraya verecekleri çatı için de. Yayınevinden sözleşmeyi de alacak, bir miktar ödeme yapsalar iyi olur. Pipo tütünü bir de. Kedilere ciğer. Gecikir mi acaba?

Çıkmazlarını seziyordum. Yine de seyirci olmaktan öteye geçemedim. Sanırım kendisinin bile farkında olmadığı, ya da yavaştan yavaştan farkına varır gibi olduğu bir gizil baskı altındaydı. Tetikte. Uyandı uyanacak.

Görünürde sorunsuz, çoluklu çocuklu, canımlı cicimli bir yaşam. İyi güzel. Kötü olan, kale içinde oluşu. Dört duvarın dışında büyü bozuluyor, gerçek yaşam başlıyor. Aldatmaca bitiyor. Eviçi ilişkileri çoklu ilişkilere, dostluklara dönüştüğünde uyuyan dev uyanıyor, bir gözünü açıp dilindeki zehiri dışa vurmakta hiçbir sakınca görmüyor. O zaman insan en kötü insan bir yaratık, insan bir pislik o zaman.

Hep düşündüm, düşünüyorum, onu tanıyıp sevdikten sonra. Onca zaman nasıl olup da sürdürür öylesi bir birlikteliği diye. Dolum noktasına ancak geldiğine karar veriyorum o zaman, bu noktayı çok geç bulduğuna.

Bir erkek, bir kadın, iki çocuk ve üçü yavru beş kediyi kapsayan onbeş yaşında bir evlilik.
İyi günleri olmadı mı? Oldu, kendilerine göre. Bir arada olduklarında. Çevreden soyutladıklarında bedenlerini ve kişiliklerini. Ama ülkenin üç büyük kentinden birinde , en kalabalık olanında yaşayıp, buna rağmen inziva yaşamı sürmek ne ölçüde olasıdır ki?
Olasıdır dedi adam ve asla taviz vermeksizin bunu kanıtlamaya girişti. Eve kapandı ilk iş. İşini eve taşıdı. Kadın dışarıda çalışıyordu, bu yeterliydi. Öyle ya, dışarısıyla bağlantılar da gerekiyordu. Örneğin marketten yiyecek ve içki almak gibi. Her gün ciğerciye uğramak gibi. Daktilosunun başında (henüz bilgisayarlar yaşamdan çok uzaktı) saatlerini verdiği çok edebi best-seller çeviriler karşılığı kazandığı paralar da yayınevine gidilmeden alınamıyordu o yıllarda. Ve o paralar dairelerine bir daire daha ekleyecekti.

Adamı tanımak, gerçek anlamda yani, olasızdı. Kadın için bile. Ama o, tanıdığını sandı. Öylesine büyük bir yanılgıydı! Korkunç acılar getirdi beraberinde. İnsan denenin olaylar karşısındaki tepkilerini ölçmek, -sıradan insanınkileri bile- olanaksızdır kimi zaman. Hele hele o kişi sıradan biri değilse!
Sıradanlık deyince; toplumun değer yargılarının bizi nasıl etkiyip yönlendirdiğini, ahlak anlayışının değişmezliğini, alışılmışın ve oturmuşluğun tersyüz edilivermesi halinde ise ortaya çıkacak olumsuzluğun sapkınlığa dönüşmesini düşüncelerde ve duygularda, kitaplarda ve yasalarda, göz ardı etmek mümkün olabilir mi? Önce adam göz ardı etti, sonra kadın.

Gidenler

hüzünbaz | 24 December 2001 19:53

Ne zaman yağmur yağsa, yıldızlar ıslansa gecenin sessizliğinde, gidenler kaplar hayalleriyle her yanımı…

Ne zaman yağmur yağsa, yıldızlar ıslansa gecenin sessizliğinde, gidenler kaplar hayalleriyle her yanımı…

Bir limandayım, nereye gideceğini bilmediğim “gemiyi” bekliyorum. Çevremde siluetler var, yüzleri belirsiz, gözlerinde ufuk. Günbatımı hayaller kuruyorlar ve kalabalıkların arasında yapayalnızım. Ne yana baksam hiçkimseyi görüyorum ve güneşin karanlığı gözlerimi alıyor. Bulutlarsa kendi halinde, “gemilerini” bekliyorlar. Gece bile sahipsiz, martılar ekmek derdinde. En masumuysa şarkılardı sevgilinin yosun gözlerine adanmış. Yine yanlış limandayım, sırt çantamda buruşmuş resimler…

aşık olmak hakkı

hüzünbaz | 10 December 2001 17:28

İnsan hakları beyannamesinde böyle bir hak yer almamıştır. Hiçbir anayasada, hiçbir yasada aşık olmak hakkı diye bir haktan söz edilmemiştir. İnsanlar köleliğe karşı baş kaldırmış, özgürlük için canlarını bile ortaya koyarak mücadele etmişlerdir, bu hak da insan haklarını belirleyen bütün metinlerde yer almıştır. Seçme-seçilme hakkı, eğitim hakkı, sağlık hakkı gibi nice hak böyledir.

Böyledir de neden hiçbir zaman insan hakları belgesinde yoktur? Önemsizdir desek değildir, uğruna mücadele edilmemiş desek insanlar ayağa kalkar, nedendir bilmiyorum, kimsenin bildiğini de sanmıyorum.

Düşündüm… neydi bu ? neden bu hakkı bir türlü kimselere veremiyorduk? Yaşadıklarımızı söyle bir gözümün önüne getirdim…..

hüzn ve neş’e

hüzünbaz | 05 October 2001 09:52

< >Hüznüm Doğduğunda….. Hüznüm doğduğunda, onu özenle besledim ve tüm aşkım ve şefkatimle üzerine titredim. Böylece, Hüznüm bütün canlı varlıkar gibi hep güçlü, güzel ve olağan üstü niteliklerle büyüdü. Hüznüm ile ben hep sevdik; ve ayrıca bizleri çevreleyen her şeyi de sevdik; Hüznüm sayesinde sevimli bir ruha sahiptim. Ve Hüznümle ben karşılıklı konuştuğumuzda günlerimiz kanatlanır, gecelerimizde rüyalarla süslenirdi; çünkü, Hüznüm konuşkan olduğu gibi, onun sayesinde bende konuşkan olurdum. Hüznümle ben birlikte şarkılar söylediğimizde tüm komşular bizi dinlemek için pencerelere koşuşurlardı; çünkü şarkılarımız denizler kadar derin ve olağanüstü anılarla dolu idiler… Ve Hüznüm ile ben birlikte yürüdüğümüzde, insanlar bize hayranlıkla bakar ve yumuşak sevgi kelimeleri mırıldanırlardı. Ama aynı zamanda da, bizlere, erişilemeyen bir nesneye duyulan bir kıskançlıkla bakarlardı; çünkü, Hüznüm asil idi; ve, bende Hüznümle beraber olmaktan hep gurur duyardım..! Bu sırada tüm canıl varlıklar gibi Hüznüm öldü…ve ben de düşüncelerime dalıp acı çekmek için tek başıma kaldım… Ve şimdi, konuştuğumda, sözlerim kulaklarımda ağır yankılara neden oluyor… ve, şarkılarımı söylediğimde artık komşularım gelmiyor beni dinlemeye… Ve, sokakta yürüdüğümde ise kimse dönüp bana bakmıyor… Ancak rüyalarımdadır ki, yakınlık ve anlayış dolu sesler beni göstererek fısıldaşıyorlar: “Hüznü ölen kişi işte budur.”