bildirgec.org

absynthe

11 yıl önce üye olmuş, 54 yazı yazmış. 214 yorum yazmış.

Reklam Panosu

absynthe | 10 September 2009 09:07

Otobüsteyim, kulağımda güzel bir müzik… Reklam panoları sinirimi bozuyor. Yaratıcılıktan uzak, bayağı, rengârenk… Oysa dinlediğim müzik hiç de öyle değil. Alabildiğine yaratıcı, sade ve karanlık… Bir Rolling Stones şarkısını Bob Dylan söylüyor:

“Send me dead flowers every morning/ Send me dead flowers by the mail/Send me dead flowers to my wedding/ I won’t forget to put roses on your grave.”

{Bana her sabah ölü çiçekler gönder/ Ölü çiçekleri postayla gönder/Düğünümde bana ölü çiçekler gönder/ Ben de senin mezarına güller koymayı unutmam}

Bu sözler birkaç gündür zihnimi işgal ediyor. Bir insan böyle sözleri yazmak için birini hem ölesiye sevmeli, hem ölesiye nefret etmeli… 70lerde yazılmış olmalı bu şarkı. O zaman internet yoktu, reklamlar bilinçaltımıza bu kadar işlemeye başlamamıştı daha. Hâlbuki teknoloji yaratıcılığımızı ortaya koymak için iyi fırsatlar veriyor bize. Şu anda bu yazıyı bilgisayarda yazıyorum örneğin. Shakespeare’in 16. yüzyılda çekmesi olası zorlukları geçiriyorum gözümün önünden. Kâğıt, mürekkep eksikliği; geceleri yazmanın zorluğu, başında dırdır bir eş, patronunun ve kraliçenin yazmasını istediği konuları dayatması. Hiçbiri Shakespeare’in yaratıcılığına ket vuramamıştı.21. yüzyılda ise yaratıcılığı engelleyen hiçbir şey yok, ama içinde yaşadığımız karmaşayı hiçbirimiz hakkını verecek şekilde dile getiremiyoruz. Çok şey üretiyoruz, bu doğru, ama filmleri de, kitapları da, müziği de o reklam panolarında gördüğümüz ve bize söylendiği gibi bir kerede tüketiyoruz. Daha da önemlisi yalnızca bir kere tüketilmesi yetecek yapıtlar üretiyoruz. Her yıl yüzlercesini izlediğimiz, sanal efektlerine hayran kaldığımız Hollywood filmlerinden bir tek sahne bile kalmıyor aklımızda. Sadece teknolojiye mi yüklemek gerek suçu, ya da seri üretime, kapitalizme? Zaman geçtikçe insanın ruhu mu çürüyor yoksa?

Müziğin Eski Tanrıları, ‘Layla’ ve ‘One More Cup of Coffee’

absynthe | 07 September 2009 15:06

‘Wonderful Tonight’ı ilk dinlediğimde harika bir aşk şarkısı olduğunu düşünmüştüm. Aslında şarkı sözleri gayet basitti; kelime oyunları yoktu, herhangi biri yorumlasa bu şarkıyı böyle hissetmeyeceğimden emindim. Aşk, Eric Clapton’ın yorumundaydı, nasıl hissediyorsa öyle söylüyor olmalıydı. İşte bu yüzden harika bir şarkıydı ‘Wonderful Tonight’.

İnternette küçük bir arama sonunda Clapton’ın şarkıyı eşi için yazmış olduğunu öğrendim ve en az onun kadar güzel bir şarkısı daha çıktı karşıma: Layla. Clapton şarkıyı eşiyle evlenmeden önce yazmış, Leyla ve Mecnun’un hikâyesinden etkilenerek. O zamanlar eşi Pattie Boyd, yakın arkadaşı George Harrison’ın eşiymiş. Harrison’la sorunlar yaşadığı için Clapton’dan yardım istemiş Boyd, ne var ki Clapton ona âşık olmuş. Şarkı dinlendiği an içine girilen duyguyu Pattie Boyd da çok iyi hissetmiş olmalı ki şöyle diyor: ‘O öyle inanılmaz bir müzisyen ki duygularını müziğe dinleyicilerin içgüdüsel olarak hissedebileceği şekilde koymayı başarıyor.’ Bu herkesin sahip olabileceği türden bi yetenek değildir sanırım. En azından ben çok az rastladım dinlendiği anda sizi o duygunun içine alabilen şarkılara. Nitekim onu sevenler de ona ‘Tanrı’ lakabını takmışlar.

Hair (1979)

absynthe | 04 August 2009 16:06

Hair, 1979 Alman-Amerikan ortak yapımı bir rock müzikali. Ama ona sadece müzikal demek haksızlık olur- Hair ’68 kuşağı diye tabir ettiğimiz akımı anlatan en önemli ve en güzel filmlerden birisi. Vietnam’la yapılan savaşa karşı bir hareket bir bakıma da. Filmi çekilmeden önce ve sonra da birçok kez müzikal olarak sahnelerde oynanmış. Hatta Türkiye’de de 11 Ocak 1982 tarihinde Engin Cezzar tarafindan Türkçeleştirilmiş haliyle ve Mart – Nisan 2006’da Istanbul Bilgi Üniversitesi öğrencilerinin kurduğu Tiyatro Candela tarafından da bir rock müzikali olarak sergilenmiştir.
Hair New York’ta bohem hayatı yaşayan uzun saçlı bir topluluğun- ya da kabilenin (tribe) hikayesi. Temalara gelecek olursak çok fazla şeye dokunuyor aslında, ırk- siyahlar ve beyazlar, kızılderililerin kabile geleneği- onların medeniyete ve tüketime karşı oluşları ve çevreye verdikleri değer, cinsel özgürlük- muhafazakarlığa karşı duruş, uyuşturucu kullanımı, pasifizm ve çevrecilik, savaş karşıtlığı bunlardan yalnızca birkaçı.

Sessiz Beatle: George Harrison

absynthe | 14 July 2009 11:56

Selam! Benim adım George ve ben gitar çalıyorum!

Efsanevi The Beatles grubunun gitaristi olan, birçok unutulmaz şarkı bestelemiş olan George Harrison (1943-2001) John Lennon ve Paul McCartney’e nazaran baterist Ringo Starr ile gölgede kalmış olan bir Beatles üyesi. 14 yaşında tanıştığı Paul McCartney ile doğduğu yer olan Liverpool’da müzik hayatına başladı. 16 yaşında Beatles üyeleriyle takılmaya ve onlarla çalmaya başlamıştı bile, ama Lennon ve diğerleri ona çocuk gözüyle bakıyorlardı. 20 yaşına geldiğinde, 1963’te The Beatles grubunun bir üyesi oldu ve böylelikle uluslararası bir üne ulaştı. Ama hiçbir zaman kendini Beatles’ın tam içinde hissedemedi. “Sessiz Beatle” olarak da bilinirdi.1 yıl içinde 2 single çıkaran Beatles bir anda tabiri caizse çılgın bir şöhrete kavuşmuştu, beatlemania olarak da bilinen fenomen başlamıştı. George Harrison da genç kızlar arasında çok popülerdi, 21. yaş gününde 30.000 hediye ve kart almıştı.

pattie boyd&george harrison
pattie boyd&george harrison

1964’te Amerika’ya olan yolculuklarını anlatan A Hard Day’s Night adlı filmi çektiler (ki Beatles’ın en iyi filmlerinden biridir) ve Harrison gelecekteki eşi Pattie Boyd ile bu film vasıtasıyla tanıştı. Amerika’daki konserleri de harika geçmişti ve Beatles artık dünyaca ünlüydü.

Oksibenzon

absynthe | 09 March 2009 14:42

pro-to-go
pro-to-go

Bugün tesadüfen arkadaşımın rujunun kutusunda “Contains Oxybenzone” yani “Oksibenzon İçerir” yazısını gördüm. Aynı rujdan bende de olduğu için (Avon pro-to-go rujdan bahsediyorum) meraklandım. Böyle ayrıca yazdıklarına göre kesin bir bit yeniği vardır bu işin içinde dedim ve araştırmaya başladım.

Oksibenzon (diğer adı Benzophenone-3) genellikle güneş kremleri ve kozmetiklerde kullanılan bir çeşit organik bileşen. UVB ve UVA ışınlarını emdiği için tercih ediliyor. Fakat Benzophenone denen bileşenden türetilen oksibenzon cildin altında emilip DNA’ya zarar vererek cilt kanserine neden olabiliyor. 1993 yılından beri oksibenzonun zararlarına dair araştırmalar yapılmış ve halen yapılıyor. Şu an Avrupa’da %0.5’in üzerinde içeren ürünlere “Oksibenzon İçerir” uyarısı konuluyor. Konu hakkında Türkçe kaynak internette bulamama rağmen anladığım kadarıyla Türkiye’de üretilen ürünlere böyle bir uyarı koymak gerekmiyor.

oksibenzon
oksibenzon

Dediğimiz gibi oksibenzon’un işlevi ultraviyole ışınları cildin yüzeyinde filtrelemek, bunu da ışığı ısıya dönüştürerek yapıyor. Aynı anda cilt tarafından da emiliyor. Yani aslında UV ışınlarını yok etmiyor, ısıya dönüşmüş ışınlar cildin üst tabakalarında hücrelere zarar verebiliyor. Bu da melanoma denilen cilt kanseri türüne sebep oluyor. Birçok kanser türünden koruduğu doğru, ama melanoma en tehlikeli ve ölümcül olan cilt kanseri türü.

Bitmemiş Bir Yas: Mozart’ın Requiem’i

absynthe | 15 January 2009 09:07

Mozart'ın Requiem gibi bitmemiş olan portresi
Mozart’ın Requiem gibi bitmemiş olan portresi

Wolfgang Amadeus Mozart’ın Requiem’i (K626), şöhretini sadece bestecinin en iyi işlerinden biri olmasına değil, Mozart’ın 1791 yılındaki ölümünden sonra birçok efsane, dedikodu ve akademik tartışma kaynağı olmasına borçlu. St. Thomas müzik okulunun başkanı olan Hiller, Requiem’i kendi elleriyle kopyaladıktan sonra “Opus summum, viri summi” demiş. Yani “Yazılan en iyi beste, ustaların en büyüğünden.” Buna rağmen, Requiem’in hikâyesi müzikal değerinden daha ilginçtir. Mozart’ın Requiem’i bitiremeden ölmesi birçok insanı bu işte bir gizem olduğuna inandırmıştır. Tarihsel bilgiler bize aslında hiçbir gizem olmadığını söylese de, ilk olarak tarihsel gerçekliklere, daha sonra da efsanelere değinmek tartışmaları anlamak açısından uygun olacaktır.

Walk The Line (2005)

absynthe | 28 November 2008 14:23

“…Ben siyahı fakirler ve ezilmişler için giyerim,
kentin umutsuz, aç tarafında yaşayanlar için,
suçunu çoktan ödemiş mahkum için giyerim siyahları,
ama o sadece zamanın kurbanıdır…” (Johnny Cash, Man in Black)

Walk the Line(2005) (Türkçesi Sınırları Aşmak), 1932-2003 yılları arasında yaşamış ünlü country-blues sanatçısı Johnny Cash’in biyografisi niteliğinde bir film. Filmin öyküsünü anlatmak yerine film hakkında ‘trivia’ olarak nitelendirilen bilgilerden, filmden sonra konuşulanlardan bahsetmek istiyorum.

Copying Beethoven (2006)

absynthe | 20 November 2008 09:41

2006 yapımı Copying Beethoven (Beethoven’ı Anlamak), 1775-1827 yılları arasında yaşamış besteci Ludwig van Beethoven’ın son günlerini kurgusal bir hikaye içinde anlatıyor.

Genç bir kadın besteci olan Anna Holtz (Diane Kruger), Beethoven(Ed Harris)’ın yazdığı müsvedde notaları temize geçmek için onunla çalışmaya başlar. Beethoven’ın ilginç alışkanlıkları, sağırlığı, insanlarla iletişimde takıldığı tavır Anna Holtz için değişik, bazen kaldırılamaz gelse de zamanla hem Anna Holtz hem de Beethoven birbirlerine alışacaklardır.

While You Were Sleeping (1995)

absynthe | 13 October 2008 17:47

İkinci Görüşte Aşka Dair Bir Hikaye..
İkinci Görüşte Aşka Dair Bir Hikaye..

Sen Uyurken, başrollerini Sandra Bullock, Bill Pullman ve Peter Gallagher‘ın paylaştıkları 1995 yapımı bir romantik komedi. Lucy, bir metro istasyonunda jeton satarak hayatını geçirmektedir. Annesi o çok küçükken ölmüştür, babası da birkaç yıl önce ölünce yapayalnız kalmıştır. Evini paylaştığı küçük kedisi, ona asılan çılgın komşusu ve birkaç iş arkadaşından başka kimsesi yoktur. Babasının annesiyle tanışmasında anlattığı gibi, evleneceği kişinin onun için bütün dünyaya değer olmasını dilemektedir.