bildirgec.org

Site arşivi: sinepil

Düşüş ‘The Fall’ – Eleştiri

pillidarko | 06 May 2008 12:30

Bazı filmlerin her karesi bir tablo gibidir ve bu sahnelerin içinde derin anlamlar gizlidir. Bu tarz filmlerde görüntüler diyaloğun yerine geçerek seyirciyle konuşur, asıl anlatılmak istenen oralarda saklıdır. İşte The Fallböyle filmlerden değil 🙂 Gibisi fazla tüm sahneleri birer tabloama bu tabloların içinde bir anlam gizli değil. Sadece dayanılmaz renk kontrastları, perspektifleriyle izleyiciyi etkileyen birer fotoğraf gibiler.
The Cell filmiyle üne kavuşan Tarsem Singhyönetmen koltuğunda oturduğundan buna şaşmamak gerek aslında.

Film adı üzerinde düşüş (The Fall) temasıyla bezenmiş. Ailesiyle birlikte portakal toplayarak geçinen küçük Meksikalı kızımız Alexandria ağaçtan düşüp kolunu kırmıştır. Aşk acısı çekmekte olan intihara meyilli bir dublörde, köprüden atlama sahnesinde yaralanmıştır ve onunla aynı hastanede kalmaktadır. Bu iki insan arasında ilginç bir ilişki oluşur. Dublör Roy intihar etmesi için gereken hapları sağlamak için küçük Alexandria’yı kullanmaya karar verir. Bunun için de çocukların en sevdiği şeyi, masalları kullanır. Alexandria’ya anlattığı masalın sonu yaklaştıkça filmdeki hikayenin sonu da yaklaşır.

Dead Man (Ölü Adam)

baykush | 05 May 2008 17:16

deadman
deadman

Bu 1995 yapımı Jim Jarmusch filmini İstanbul’da ilk kez sanırım 1996 film festivali kapsamında izlemiştik.

Dead Man 19. YY’ın 2. yarısında William Blake adlı genç bir muhasabecenin kanunun adaletin henüz uğramadığı vahşi batının en uç noktalarından birine bir iş başvurusu için gitmesiyle hayatının değişmesini konu alır. Başvurduğu yerin ondan önce bir muhasebeci aldığını öğrenen William Blake ne yapacağına karar vermeye çalışırken kazayla birini öldürür ve çözümü geldiği yer olan doğuya değil vahşiliği ve acımasızlığı bünyesinde barındıran batıya yönelir. Olayların gelişiminde bu basit muhasebeci adam vahşi batının çarkları arasında acımasız bir katile dönüşür. Daha doğrusu dönüşmez de dönüştürülür.

Studio Ghibli

dionysia | 05 May 2008 15:25

Japon anime endüstrisinin mabedi sayılan Studio Ghibli(Japonca bilen şanslı Sinepil okuyucuları için resmi sitesi) yarattığı animelerin uluslararası alanda elde ettiği başarılar ve ulaştığı saygın konum sebebiyle Japonlar için müthiş bir gurur kaynağı. Ghibli’nin hikayesi aslında, son derece yetenekli ve çalışkan insanların biraraya gelerek kiralık bir ofiste kurdukları şirketi kocaman bir animasyon imparatorluğuna çevirmelerinin hikayesi.

Ghibli’nin kuruluş hikayesi 1984’te Nausicaä of the Valley of the Wind(Rüzgarlı Vadi) ile başlar. Hayao Miyazaki ustanın, kendi yarattığı aynı adlı mangadan yola çıkarak çektiği bu animasyonun kazandığı başarı sonucunda Miyazaki, yıllardır birlikte çalıştığı bir diğer büyük isim Isao Takahata ve yapımcı Toshio Suzuki biraraya gelir ve böylece Studio Ghibli doğar.

Cloverfield (canavar)

baykush | 05 May 2008 14:21

Cloverfield New York’ta bir veda partisinin kabusa dönüşüşünü bir el kamerasından izliyoruz. Bir canavar NewYork’ta aniden ortaya çıkıyor ve ortalığı kasıp kavuruyor. Cloverfield olayların gelişimi, çekim şekli ve kurgusu açısından izlenmesi gereken filmler arasında… Yönetmen Matt Reeves daha şimdiden devam filmine hazırlanıyor. İyi kurgulandığını tekrar tekrar söylemekten çekinmeyeceğim bu filmin yazarı da Lost’un yaratıcılarından Drew Goddard!.. Filmin orjinal sitesi ve myspace‘teki sayfası dışında bir de kahramanlarımızın filmde görmediğimiz fotolarını gösteren bir bonus sitesi var.

cloverfield
cloverfield

Filmin başarılı olacağı o kadar belli ki hemen oyununu yapmaya başlamışlar bile. Tavsiyem herşeye kulağınızı tıkayıp hemen bu filmi izleyin ve filmin sürprizlerini doya doya yaşayın.

Yeşil sokak holiganları (Green Street Hooligans)

cavo | 05 May 2008 11:21

Yeşil sokak holiganları
Yeşil sokak holiganları

İşte futbol holiganlığını tüm gerçekliğiyle gözler önüne seren güzel bir film… Eğer özellikle ingiliz holiganlığı nasıl oluyor diye merak ediyorsanız bu filmi mutlaka izleyin. Futbolu ve şiddeti birbirinden ayıramayan fanatiklerin hayatlarını bir yandan da duygu dolu bir tempoyla anlatan izlenmeye değer bir film.Matt(Elijah Wood), bir yanlış anlama sonucu Harward üniversitesinden atılmış ve ablası Shannonun(Claire Forlani) ailesiyle birlikte yaşamak için londraya gelmiştir. Pete(Charlie Hunnam) ile tanışması Londra’nın şiddet dolu yüzüyle karşılaşmasına sebep olur. Pete ve arkadaşları, ingilterenin en sert futbol kulüplerinden birinin ”Green street elite” adlı fanatik taraftar grubunun bir parçasıdır. Matt, bu dünyanın içine çekildikçe sokak kanunlarının okulda öğrendiği doğrulardan oldukça farklı olduğunu anlamak zorunda kalır. hayatının en önemli dersini de yine sokaktan alacaktır.Filmde özellikle sadece futbol holiganlığını değil, bunun getirdiği şiddeti, öfkeyi, düşmanlığı, bunlarla birlikte dostluğu, kardeşliği ve fedakarlığı pekiştirerek ortaya konmuştur. Bu nasıl olur diyorsanız ve futbolu, hayatla ilgili filmleri seviyorsanız kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim.Aslında filmin yönetmeninin bir bayan olması bu filmi daha da ilginç kılıyor. Futbolu bu kadar iyi anlatabilecek bir bilgiye sahip olan Lexi Alexander gerçekten güzel bir iş çıkarmış. Bunu duyduğumda şaşırmadığımı söyleyemem.

Remember The Titans – Unutulmaz Titanlar (2000)

cyprocon | 05 May 2008 10:03

Remember the Titans (2000)
Remember the Titans (2000)

Remember the Titans yönetmenliğini Boaz Yakin’in yaptığı 2000 yapımlı bir film. Konusu 1970’lerin başlarında geçen filmde ırkçılık teması bir amerikan futbolu takımının gözünden incelenmiş. 70’lerin başı amerika’da ırkçılık sorununun dorukta olduğu yıllardır. Soruna bir çözüm farklı öğrencilerin bir arada eğitim görmesiyle denenmektedir. Pilot okul olarak seçilen T.C. Williams Lisesi’ne zenci öğrencilerin transfer edilmesine karar verilmiştir. Bu karardan en fazla etkilenen ise forma savaşı verilen okulun amerikan futbolu takımı Titans olacaktır. Kadrodaki oyuncular yeni gelecek zenci oyuncuları kabullenmeyecektir. Yeni gelen oyunculara ek olarak takımın başına zenci bir antrenör olan Coach Herman Boone (Denzel Washigton) getirilir. Bu karar oyuncuların forma savaşını tamamen farklı yöne taşımış, ayrıca bir efsane olma yolunda ilerleyen mevcut antrenör Coach Bill Yoast’ın (Will Patton) asıl işini kaybedip yardımcı antrenör olmasına sebep olmuştur. Coach Yoast öncelikle istifa kararı almışsa da; sporcularının da takımı bıraktığını görünce yardımcı antrenörlüğe başlar.

Abim Evin Tek Çocuğu – Mio Fratello E Figlio Unico

absynthe | 05 May 2008 09:13

Abim Evin Tek Çocuğu, 60’lı yıllarda geçen bir İtalyan filmi. Accio, önce dindar, sonra faşist olurken, evde komunist olan abisi Manrico’yla sürekli çatışır. Bir de abisinin kız arkadaşına aşık olunca işler iyice karışır. Zaman zaman güleceğiniz, izlerken keyif alacağınız bir film. Ayrıca film İtalyan Oscarları olarak bilinen David di Donatello Film Ödülleri’nde en iyi kurgu, en iyi senaryo, en iyi erkek oyuncu (elio germano) ve en iyi yardımcı kadın oyuncu (angelo finocchiaro) ödüllerine sahip ve imdb’de 7.1 puan almış.

Harald Zwart ‘filmimi indirmeniz benim için gururdur’ dedi

pillidarko | 04 May 2008 17:04

Norveçli yönetmen Harald Zwart‘ın son filmi Lange flate ballær II sinemalara girmesiyle birlikte Norveç’te torrent’ten en çok indirilen dosyalardan biri olmuş. Buraya kadar her şey normal, ülkemizde de yaşadığımız bir durum. Ama yönetmen bu konuyla ilgili eşine pek de rastlamadığımız türden bir açıklamada bulunmuş. Filminin internetten indirilmesinden rahatsız olmadığını, hatta bu kadar çok indirilmesinden gurur duyduğunu söylemiş. Zward ‘bence günümüz internet çağında böyle şeylerin olmamasını ummak çok naif bir düşünce tarzı. Biz bunu bir iltifat olarak kabulediyoruz. Sonuçta biri sinemaya kamerayla gidip bütün filmi kaydetmiş.’ şeklinde şükranlarını dile getirirken tek kötü yanının korsan kopyanın kötü kalitesi olduğunu ve filmin kalitesinin sinemada izlendiğinde anlaşılacağını eklemiş.

Gerçekten ilginç bir o kadar da gerçekçi bir bakış açısı. İki tıklamayla istediğimiz filme ulaşabildiğimiz bir çağda telif hakkı tartışmalarına daha yaratıcı çözümler gerektiği bir gerçek. Yani artık bu filmi indirene hakkımı helal etmem demek pek de etkili olmuyor 🙂

İlk Türk Filmi

exorientelux | 04 May 2008 14:49

Ayastefanos Anıtı
Ayastefanos Anıtı

Fuat Uzkınay adı pek çoğunuza tanıdık gelmeyecek, ilginizi çekmeyecektir belki. Peki, ilk Türk filmini çeken kişidir desem, dikkatinizi celbeder mi? O zaman sizi şöyle alayım.

Ayastefanos’daki Rus Abidesinin Yıkılışı” adlı 150 metrelik bir belgesel niteliğindeki film, I. Dünya Savaşı sırasında 14 Kasım 1914’te Fuat Uzkınay tarafından çekilmiş ilk Türk filmi olarak kabul ediliyor. Konu Ayastefanos’taki Rus Abidesinin yıkılışı 🙂 93 Harbi olarak bildiğimiz 1876’daki Osmanlı-Rus savaşında Ruslar çekilirken ilerleyebildikleri en son noktaya yani Yeşilköy’e bir anıt dikmişler. I. Dünya Savaşı’nda Ruslarla tekrar karşı saflarda yer alınca anıtın yıkılmasına karar verilmiş. Bunun için önce yabancı bir yapımcı şirketle anlaşılmış. Sonra, o zamanlarda sinemayla ilgili çalışmalarda bulunmuş (aynı yıl ilk Türk sinema salonunun açılmasında ön ayak olmuş kendisi) Fuat Uzkınay’da karar kılınmış. Uzkınay da anıtın yıkılışını an be an görüntülemiş. Böylece ilk Türk filmimiz çekilmiş.

Özel bir kadın: Erin Brockovich

Piknik | 04 May 2008 10:36

Bu özel kadın başka, sevgili sinepil’ciler… 🙂 Julia Roberts’la özdeşleşen “Pretty Woman: Vivian” değil, yine Roberts’ın canlandırdığı gerçek bir kadın -gerçek bir hayat hikayesi-: Erin Brockovich. Hangi kadın O’nun gibi olmak istemez ki?! Altı yıl boyunca üç bebek baktıktan sonra (sayılarla arası pek iyidir, maşallah:) hayat şartlarının dayatmasıyla tekrar iş hayatına atılmak zorunda kalan; son derece zeki, ağzı iyi laf yapan, ikna kabiliyeti yüksek, tuttuğunu koparan, müthiş bir hafızaya sahip, güven veren ama tarzından ödün vermeyen, araştırmacı, mücadeleci, davasına inanan, üstelik güzel mi güzel, sevgi ve şevkat dolu bir anne… İşte filme ismini veren Erin Brockovich (Julia Roberts) tam da böyle bir hatun ama iki eksiği var: diplomasının olmaması ve tutkulu bir işkolik olması.

“Bu kadar meziyete sahipse kim takar diplomayı?” diye düşünmeden edemiyor insan doğrusu.:) O da öyle diyor zaten ve yanında ‘zorla’ işe başladığı deneyimli avukat Ed Masry (Albert Finney) ile birlikte A.B.D’nin hukuk tarihine geçecek bir çevreci davaya girişiyor. Davanın konusu ve Brockovich’in dava sürecinde yarattığı harikaları, filmi henüz izlemeyenlere bırakayım ama bu filmin gerçek bir hikayeye dayandığını bir daha vurgulamadan geçemeyeceğim.