bildirgec.org

Site arşivi: sinepil

Alexandra Aja’dan klostrofobik bir film: ”P2”

gorcun | 09 July 2009 12:14

P2
P2

Alexandra Aja’nın yazıp, yönetmenliğini Franck Khalfoun’ın yaptığı 2007 tarihli ”P2” filmi, bir garajın P2 katında geçen gerilim dolu olayları anlatıyor. Noel gecesinde geçen film, genç ve başarılı işkadını Angela Bridges’in (Rachel Nichols) işyerinden çıkmadan önce günün son çalışmalarını yapmasıyla başlar. Angela, işyerinde sevilen, ailesiyle ilgilenen ve son derece güzel dört dörtlük bir kadın imajı çizer. İşi bittikten sonra ailesiyle Noel’i kutlamak üzere binanın yer altında bulununan garajına giden Angela arabasını çalıştıramaz ve güvenlik görevlisi Thomas’tan (Wes Bentley) yardım ister.

Son derece kibar görünen bu adam yardım etmek istesede araba çalışmaz bunun üzerine Angela taksi çağırmaya karar verir. Yer altında bulunan garajda cep telefonu çekmediği için yukarıya çıkıp telefon eden Angela, taksinin gelmesini beklerken ailesiyle de konuşur. Ancak taksi geldiğinde binanın kilitli olduğunu farkeder ve dışarı çıkamaz. Aşağıya inip tekrar P2 katına girdiğinde, bir daha oradan çıkması hiç kolay olmayacaktır.

ADDRESS UNKNOWN /

sahaf1976 | 09 July 2009 09:54

Toprak Yaratıldığında Üzerinde Sınır Çizgileri Yoktu, Onu Bölmek İnsanlara Düşmez. *
*Hin-mah-too-yah-lat-keht Yüksek Dağlarda Gezen Gökgürültüsü

Adress Unknown
Adress Unknown

2001 yapımı bu film belki de politik yanı en belirgin olan filmi Kim Ki Duk’un. Bilinmeyen Adres filmi ismini Amerikan askerlerinin üs kurduğu bir Kore kasabasında ABD’li bir askerle yasadışı bir ilişki yaşayan ve bu ilişkiden doğan melez oğluyla kasabanın tüm aşağılamasına katlanarak yaşamak zorunda kalan bir kadının çocuğunun babası olan askere gönderdiği ama asla adresine ulaşamayan mektuplardan alıyor adını.
Koskoca ülkelerin savaşları ve anlaşmaları altında yok olup giden hayatlara bir ABD ve Kore eleştirisi üzerinden bakabilen yönetmen Kore halkının Amerikan kültürüne duyduğu hayranlığa da hayli sağlam eleştiriler getiriyor. Filmin müziklerinde, Ho-jun Park imzası bulunurken, 1959 2008 arası tam 129 filmde adı bulunan Jeong-min Seo filmin görüntü yönetmeni…

Yeni bir salgın filmi geliyor: ”Carriers” fotoğrafları ve fragmanı

gorcun | 08 July 2009 14:51

Carriers
Carriers

Alex ve David Pastor kardeşlerin birlikte yazıp, yönettiği korku-gerilim türündeki ”Carriers” filminin fragmanı piyasaya çıktı. Film, son zamanlarda da çok gündemde olan dünya çapında virüs salgını konusunu işliyor. 4 genç arkadaşın salgından kaçışının hikayesini anlatan ”Carrriers”ın 9 Eylül 2009’da sinemalara gelmesi planlanıyor. Gençlerin salgından kurtulma amacıyla gitmek istedikleri Meksika Körfezinde bulunan rüya gibi bir plaj, salgın etkisinin geçmesini bekleyecekleri ve canlı kalabilecekleri en iyi yerdir. Ancak Amerika’nın batısında yolda ilerlerken arabaları, izole edilmiş bölgede bozulduktan sonra herbirinin korkunç kaderlerini belirleyecek olaylar zinciri sadece ölülerin ya da virüslülerin yaşadığı batı bölgesinde şekillenecektir. Dört arkadaşın güneye doğru umutsuz kaçışları virüslü çocuklar, vahşi doktorlar, delirmenin eşiğine gelmiş kurtulanlar, kuduz köpekler ve diğer tehlikeli unsurlarla ölümcül bir savaşa dönüşecektir.

Carriers
Carriers

Tarantino’nun son bombası ”İnglourious Basterds”in yeni afişleri göründü

gorcun | 08 July 2009 12:28

Inglourious Basterds
Inglourious Basterds

Quentin Tarantino’nun son filmi Inglourious Basterds filminin yeni afişleri piyasaya çıktı. Film, 1978 tarihli Quel maledetto treno blindato (Inglorious Bastards) filminden esinlenerek bu adı almış. Ancak yapım orijinal bir Tarantino filmi. Hikaye, II. Dünya Savaşı döneminde geçiyor. Nazi işgali altında olan Fransa’da ailesinin katledilmesinden sonra Paris’e kaçan Shosanna Dreyfus (Melanie Laurent) adlı kadın orada sinema salonu işletmecisi olarak yeni bir hayat kurar. Aynı zamanda bir başka yerde Teğmen Aldo Raine (Brad Pitt) liderliğinde, Nazileri acımasızca öldüren bir grup asker Naziler’e korku saçmaktadır. Naziler tarafından ”Piçler” diye adlandırılan bu grup Alman sinema oyuncusu ve gizli ajan Bridget Von Hammersmark (Diane Kruger) ile işbirliği yaparlar. Tüm bu insanların yolları bir sinema salonunda kesişecek ve birlikte hareket etmek zorunda kalacaklardır. Cannes Film Festivali’nde, Mayıs ayında ilk gösterimi yapılan film, sinemalarda 21 Ağustos’ta seyirciyle buluşacak.

Inglourious Basterds
Inglourious Basterds

Kadroda adı geçenler dışında Paul Rust, Christoph Waltz, Daniel Brühl, Eli Roth, Samm Levine, B.J. Novak, Til Schweiger, Michael Fassbender ve Mike Myers gibi isimler yer alıyor. Haziran ayında sinemalara gelmesi beklenen film, Cannes Festivali’ndeki izlenim ve eleştirilerden sonra Universal Stüdyoları, Tarantino’dan bazı bölümlerinin değiştirilmesini istediği için vizyon tarihi Ağustos’a ertelenmiştir. Genel olarak iyi eleştiriler alan filmin Tarantino filmlerinde alışık olduğumuz çok diyalog az aksiyon içerdiği belirtilmiş. Film, Almanya’daki ünlü Babelsberg Stüdyoları’nda çekilmiş ve İngilizce, Almanca, Fransızca ve İtalyanca dilleri filmin içinde yer almaktadır. Filmin Türkçe çevirisi ise kimi yerlerde İsimsiz Kahramanlar, kimi yerlerde Soysuzlar Çetesi olarak geçiyor. Son hali ne olacak göreceğiz ama Tarantino’nun ve filmin sertliğine yakışır bir isim olması daha uygun olur kanımca. Filmin resmi sitesine buradan ulaşabilirsiniz. İşte merak ve heyecanla beklenen filmin yeni afişleri ve uzatılmış son fragmanı.

Ayşegül Devrim hayatını kaybetti

queennothing | 08 July 2009 10:03

1942, İstanbul doğumlu tiyatro / sinema oyuncusu Ayşegül Devrim, “Hürrem Sultan”, “Sapak”, “Almanlar”, “Binbir Gece”, “Medea”, “Ferhat İle Şirin” gibi oyunların yanı sıra, 1966 yapımı “Çalıkuşu” filmi, “Candan Öte” ve “Ahh İstanbul” adlı TV dizileri ve son olarak, “Issız Adam” adlı filmde küçük bir rol alan, onlarca projede seslendirme yaptı ve seslendirme dersleri verdi. Türk Sineması‘nın değerli ismi olan Devrim, 6 Temmuz tarihinde hayatını kaybetti. Devrim, Reşat Nuri Sahnesi’nde düzenlenen törenden sonra, Aşiyan Mezarlığı’na gömüldü.

Killshot (2008)

queennothing | 07 July 2009 17:28

Shakespeare in Love“, “Captain Corelli’s Mandolin“, “Mrs Brown” gibi başarılı yapımların yönetmeni olan İngiliz asıllı John Madden‘in yönetmenliğini üstlendiği, Elmore Leonard‘ın (Quentin Tarantino, 15 yaşındayken video dükkanından Leonard’ın “The Switch” adlı romanını çalmıştı. Ayrıca, “Be Cool“, “Jackie Brown“, “Out of Sight” gibi filmlerin senaryoları da, Leonard’ın romanlarından alındı.) “Killshot” adlı romanından uyarlanan filmde, “The Wrestler” ile yeniden doğan Mickey Rourke, Amerikalı aktris Diane Lane, Rosario Dawson, Joseph Gordon-Levitt ve Thomas Jane rol alıyor.
Armand, ‘Blackbird’ takma adıyla tanınan bir kiralık katildir. Çalıştığı varlıklı kişilerle son işini yapacak olan Armand, mavi Cadillac karşılığında, yaşlı bir adamı vuracaktır. Yaşlı adamın evine gelen Armand, işini bitirdikten sonra, yüzünü gördüğü için evdeki genç kadını da öldürür. Kadın, Armand’a iş veren adamın sevgilisidir ve kadını öldürmesi, Armand’ın başına bela olur.

REAL FICTION / LA VİDA ES SUENO*

sahaf1976 | 07 July 2009 12:16

  • “Hayat bir düştür.”
Real Fiction
Real Fiction

2000 yapımı Real Fiction’da yönetmen Kim Ki Duk’un deneysellikte bir zirve yaptığını söylemek hiçte abartılı olmaz. Teolojinin ve felsefenin yüzyıllardır tartıştığı bir mesele olan gerçek ve düş, sahici olanla kurgu olan bu filmde kendini fazlasıyla hissettiriyor.
Genellikle olduğu üzere yine bir ressam var hikayede, (Jin-mo Ju) üstelik o da yönetmenimizin Fransa‘da yaptığı gibi sokak ressamlığı yapıyor. Ancak Wild Animals’teki ressam adayımız gibi resim yerine karanlık suç dünyasını tercih eden bir karakter değil genç adamımız. Bu kez toplumun tüm aşağılamalarını sineye çeken pasif bir adamımız var. Ta ki bu filmin metaforu olan kamerasıyla bir genç kız gelip (Jin-ah Kim)ressamımızdan hayatı boyunca onu üzenlerden intikam almasını teklif edip eline bir silah verene kadar. Tüm bu trajediyi kaydetmek koşuluyla elbette ki…

Real Fiction
Real Fiction

The House Bunny (2008)

turictanyel1 | 07 July 2009 09:57

The House Bunny Anna Faris hayranlarının kaçırmaması gereken bir komedi filmi. Bu flimde Scary Movie serilerinde gösterdiği performansı farklı bir şekilde devam ettiriyor. Onun ses tonu ve sadece mimiklerini izleyip kırılmak bile yeterliyken, senaryonun basit ama eğlenceli konusu oynadığı aptal sarışın tiplemesine ayrı bir tat katmış, tüm bunlar bile eğlenceli vakit geçirmeye yetiyor. Zaten Anna Faris ‘in karakteri komedi tarzında filmlerde oynamaya daha yatkın olduğu için çok da ciddi filmlerde izleyemiyoruz. Kalıplaşmış iyi yürekli aptal bir sarışındır her filmde tıpkı bu filmde olduğu gibi. Şahsen en beğendiğim beni her defasında güldürmeyi başarabilen Samantha James karakterini Just Friends adlı romantik komedi filminde izlemiştik. Tabi ki de insanların espri anlayışları farklı farklı olduğu için her kesime hitap edebilen tiplemeleri olamaz. The house bunny’i Faris’in performansının nasıl olduğunu merak ettiğim için izledim. Yani filmden çok Anna Faris’i izleme bahanesiydi bu. Konu kısaca şöyle : Shelley Darlingson yetimhanede büyümüş olgunlaştıktan sonra Playboy Malikanesinde yer edinmiş biridir. Ününe ün katmak için 27. yaş gününü bekler. Doğum günü partisi yapılır. Ertesi gün malikane sahibi tarafından yazılmış bir mektup alır ve mektupta malikaneyi bir an önce terk etmesi söylenir. Olayların tam olarak nasıl geliştiğini anlayamaz zaten fazla da sorgulamaz. Evin hizmetçisi onun artık çok yaşlandığını ve bu yüzden kovulduğunu söyler ve olayı fazla deşmesini engeler kapı dışı eder. Kendine yeni bir ev bulmak için gittiği yerde üniversite kulüpleri için ev annesi arayan bir yere rast gelir. Tek bir sorun vardır. Üniversite, kulüp üyelerinin yaşadığı evi ellerinden almamak için 27 üye daha toplamak zorundadırlar ve kimse bu kulübe üye olmak istemez. Shelley tüm sorunu çözmek ister. Kulüp üyelerini toplamak için bir plan kurar. Filmin tüm eğlenceli kısmı işte burdan sonra başlar. İyi seyirler..

Manhattan (1979)

queennothing | 06 July 2009 18:17

1935, New York doğumlu usta yönetmen Wood Allen‘ın, Brezilyalı senarist / yönetmen Marshall Brickman ile birlikte yazdığı, yazlnız yönettiği 1979 yapımı “Manhattan“, Allen’ın Manhattan’a olan sadakati ve sevgisinden, kadın – erkek ilişkilerine uzanan bir hayat dersi.
42 yaşında olan Isaac Davis, ünlü bir TV kanalında senaristlik yapmaktadır. İki kere evlenip, boşanan Isaac, henüz 17’sinde olan Tracy ile ilişki yaşamaktadır. Kanaldaki işinden istifa eden Isaac, uzun zamandır planladığı ‘kitap yazma’ işini gerçekleştirme zamanının geldiğini düşünür ve kitaba başlar. İkinci eşiyle ‘başka bir kadın’ yüzünden boşanan Isaac, oğlunun annesinin ‘biseksüellik’ten, ‘eşcinselliğe’ geçişini ve boşanmayla sonuçlanan evliliklerini anlatan bir kitap yazacak olmasını sindiremez ve saklayacak bir şeyi olmadığını iddia etmesine rağmen, ‘açığa çıkma fikri’, kaygıyla yaşamasına sebebiyet verir. Çok düşünen, çok konuşan, fazla olgun ve fazla çocuksu, kaygılı ve narsist, rahatsız ve kendine özgü bir adam olan Issac, arkadaşı Yale’in sevgilisi Mary ile tanışır. Evli olan Yale, karısını, fikirlerini savunan ve iddialı bir kadın olan Mary ile aldatmaktadır ve Isaac, bu kadından hiç hoşlanmaz.

Isaac’e göre fazla genç olan Tracy, Londra’dan sinema üzerine 6 aylık bir eğitim paketi kazanır, fakat Isaac’i sevdiği için gitmek istemez. Aradaki yaş farkını ve Tracy’nin hayatına girecek olan erkekleri düşünen Isaac, genç kıza soğuk davranır ve başka bir kadınla ilişkisi olduğunu söyler. Tracy’nin saflığının etkisinden kurtulamayan Isaac, Yale’den ayrılan Mary’ye aşık olmuştur ve ikili, ciddi bir ilişki yaşamaya başlar. Olayların tersine dönmesi, bir süre sonra ne Yale’i, ne de Mary’yi rahatsız eder.

THE ISLE

sahaf1976 | 06 July 2009 16:01

The Isle
The Isle

İNSAN DÖRT TARAFI DENİZLERLE ÇEVRİLİ BİR ACI PARÇASIDIR
Kendi memleketinde gerek tarzı, gerekse ülkesinin tüm sinemacılarından daha farklı bir yerden gelişiyle pek anlaşılmaya yanaşılmayan yönetmen ilk defa bu filmiyle Venedik Film festivalinde gösterim şansı bularak, Kore dışına esaslı bir çıkış yaptı. Yine bu filmle ülkesindeki pek çok eleştirmen ve feministle aralarına kara kedi de girmiş oldu. Hatta Venedik’te filmin gösterimi sırasında bir İtalyan gazetecinin, filmdeki karakterlerden biri olta yutarak intihar etmeye çalışırken, perdede gördüğüne dayanamayarak bayılması da filmin daha çok ilgi çekmesine katkı sağlamış oldu.
Golf sopası ve toplarını, bir Yay’ı, geçip giden mevsimleri, sırtına taş bağlanan savunmasız canlıları bir metafor olarak son derece başarılı bir şekilde kullanan yönetmen için bu filmde de metafor oltaydı.

The Isle
The Isle