bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

korse işkence mi? estetik mi?

nazokiraze | 24 April 2009 17:11

İlkokul ve ortaokul zamanlarımda büyük kadınların giydiği şorta benzeyen ama şort gibi olmayan, çirkin sert bir yapısı olan şeylerin iççamaşır değil de korse oldugunu sonradan öğrendim, her ne kadar kullanmak kısmet olmasa da çok ilgimi çeker benim bu korse, sanırım şimdikiler o dönemkiler gibi çirkin değildir hatta o zaman tüm kadınların giydigi bu şeyi ben şimdi pek kimsede görmüyorum yada bana denk gelmiyor.

flickr
flickr

Şimdilerde revaçta parafinli, bilmemneli çeşitleri olan korse benim tarif ettigim şekliyle aslında o kadar kötü değilmiş bunu araştırdıkça anlıyoruz, zira tarihe göz atarsak kadınların mazoşist olduklarını düşünmeye bile başlarız.

Eski Yunanda kadınların uzun kıyafetlerinin altına giydikleri korselerin tek amacı dişiliği ön plana çıkarmaktı,Roma’lı kadınların korseleri ise daha gösterişli ve süslüydü.17. yüzyıl dönemi kullanılan korselerin ismi ise la gourgandine (edepsiz civelek), bunun nedeni ise korselerin aslında cinsellik anlamında kullanılmadı isi. O dönem korselerin isimleri hadi gel,edepsiz,masum,arsız ve benzeri olarak anıldı, bu korseler göğüsler ile karnı kapsayan bölge için kullanılıyordu.

AIDS

hag | 24 April 2009 15:44

AIDS çağımızın tedavi edilemeyen bir hastalığı.Bu hastalık hakkında toplum daha bilinçli ve tedbirli davranmak zorunda.
AIDS ilk olarak 1981 yılında Amerika’da rapor edildi.Bilim adamları hastalığın nedeni olan HIV virüsünü 1983 yılında tespit etti.1985 ylında HIV virüsünün teşhisi için serolojik kan testleri geliştirildi.
AIDS’in Afrika kıtasında ortaya çıktığı tahmin ediliyor.Dünyadaki ADIS vakalarının yüdeyetmişi Afrika kıtasında yaşamaktadır.Birleşmiş Milletler’in 2004 yılında yayınladığı rapora göre 38 milyon kişi HIV virüsü taşıyor.AIDS hastalığının ilk tanımlandığı 1981 yılından 2008 yılına kadar bu hastalıktan toplam 20 milyon kişi hayatını kaybetti.
Türkiye Sağlık Bakanlığı’nın raporlarına göre 1985-2008 yıllarında Türkiyede 2412 AIDS vakası bildirildi.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) raporlarına görede HIV virüsü taşıyıcısı olan her 10 kişiden sadece 1 kişi gerekli tedaviyi görmektedir.
AIDS cinsel yolla,kan nakli sırasında,ortak şırınga kullanımıyla,HIV virüsü taşıyan annenin çocuğunu emzirmesiyle bulaşabilir.
HIV virüsü vücuda girdikten sonra kişinin kan hücrelerinde çoğalmaya başlar.Hastanın zamanla bağışıklık sistemini çökertir.Bu süre yıllarca sadece HIV taşıyıcısı olarakta görülebilir.AIDS’in bilenen belirtileri Lenf bezlerindeki büyüme,öksürük,uzun süreli ateş,ağız bölgesinde tekrarlayan uçuklar,gece terlemekeri,tendeki lekeler,ishal ve sebebsiz kilo kaybıdır.
Hastalığın ilk teşhis edildiği yıllarda bir Eşcinsel hastalığı olarak tanımlanmış ve bunun yanlışlığı ileriki yıllarda meydana çıkmıştır.
AIDS basit bir hastalık değildir.Bana birşey olamaz anlayışıyla yaklaşılmamalıdır.Daha detaylı bilgi ve yardım için buradan faydalanabilirsiniz.

Su

linet | 24 April 2009 14:33

Su gibi akıveriyorum. Durgun ve karanlık bir su idim. Önümdeki engelleri aşamadan altından akıveriyor, kendime bulduğum minik geçitlerden geçiveriyordum. Ne gürleyecek, ne de dalgalanacak halim vardı. Kendi yolumu bulmuyordum, önüme çekilen setlerle, yada açılan yollara uyum sağlıyor, akıveriyordum. Saydamlığım zamanla kire bulandı, ne arınıyordum ne de arınmaya çalışıyordum. Zifte dönmek üzereydim ki, içime karışan buz gibi, coşkulu bir başka su beni kendime getirdi. Öylesine işledi ki, karşı koyamadım, kenara çekilip buyur geç demek istedim, ama o beni de kattı kendine, kendisinin ihtişamı yanında sönüktüm oysa ki, ama o bana dedi ki; öyle muhteşem, öyle bulunmazsın ki seni katmazsam kendime eksik kalırım.. Şaşırdım önce ben cılız bir şekilde akıveren su, ne saydamlığım kalmış ne içini serinletecek ferahlığım, ne güneşin ışığını yansıtıyorum, ne dolunayın gölgesini, kendime bile faydam yok benim.. Çağladı, gürledi, şıpır şıpır, bazen damla damla, bazen büyük bir dalga ile kapladı beni. Damla damla akarken, tüm zerrelerimle içtim onu, nasıl karışıyordu içime, nasıl bir coşku idi bu, yavaşca, ılık ılık karışıverdik. Gözlerimi kapattım sımsıkı, aç diye fısıldadı, tüm zerreciklerimde o vardı şimdi, ben ben değildim, o koca bir kasırga idi, bense onunla sürüklenen kum tanesi..

Bilinmeyen koruyucular

makaleci | 24 April 2009 12:54

Kanseri önleyici unsurların tavsiye edildiği birçok yazıya rastlamak mümkün.

Benim dikkatimi çeken söz konusu uyarandaki fark ise; kimi zararlı bildiğimiz yahut faydalı olabileceği ihtimalini hiç akla getirmediğimiz nice beslenme aracının aslında ne tür faydalar getirebildiği hakkındaki şaşırtıcılık…

Bazıları aşağıdaki gibi… Diğerlerini de okumak için sırayı takip etmeniz yeterli.

lahana turşusunun kanseri önlemesi güzelliği!!

Öylesine

furkan iren | 24 April 2009 11:04

bazen doğru nedir? doğru neydi? unutuyorum artık. herşey zamanın acımasızlığında yitiyor çoğu zaman ama şunu biliyorum ki. yitirmediklerim var. yitirmek istemediklerim. ve yitirmemek için uğraş verdiklerim…

Bencilliğimle kırdığımda var, bencilliğinden kırıldığımda ama benliğime saplanan yürekler var güzel anılar yaşadığım…

Düşüncesizlik edip yanılgıya düştüğümde oluyor kimi zaman, düşünüpte işin içinden çıkamadığımda ama hep iyiliğini düşündüğümü bilenlerde var….

İyi ve kötü günü omuzomuza geçirdiğim dostlarım var diye avutuyorum gönlümü yarın ayağım takılsa düşsem yanımda olurlar belki diye…

vakfıkebir ekmeği

nazokiraze | 24 April 2009 10:20

Vakfıkebir ekmeği olarak bilinen yüzlerce yıl öncesinden gelen eşsiz bir ekmektir.,Kokusu bayatlamama özelliğiyle insana ekmek yediğini hatırlatan, taşfırın ekmeği.Ünlü Vakfıkebir Ekmeği bugünkü şekline 1897 kavuşmuş

Karadenizlilerin yayla kültürünün bir parçası olarak, bir kaç gün süren yolculuklar için yapılmaya başlanmış bu ekmek çeşidi.Ülkenin her tarafında pişirilmesine ragmen gerçeginin yapılmasına ender rastlanan Vakfıkebir ekmeği,taş fırında odun ateşi (meşe,gürgen,kızılağaç)eşliginde pişirilir. Ekmeğin piştigi fırın taşı kara fırın taşı adını taşır ve genellikle Bayburt’ta üretilir. Ekmeğim mayası ise yine Trabzon ekmeği adı altında üretim yapan fırınların kullandıgı gibi normal maya değil ,eşki mayadır, hamurundaki su ise kireçsiz olmalıdır.

Bazı kişilerin damak zevkine hitap etmeyebilir bu canım ekmek, sertlik derecesi ya da kokusu nedeniyle sevilmedigi olur ancak bir dilimiyle bile insanın karını doyurur.(Marie Antoinette Vakfıkebir ekmeğini belli ki tatmamış )