bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Kahve kabı..

admin | 14 February 2010 18:42

Kadın kahve makinasının iç kısmına yerleştirilen plastik kabı ocağın üzerinde unuttuğu için yenisini almak üzere gittiği mağazada, dizlerinin üzerine çökmüş, en alt raftan uygun rengini seçmeye çalışıyordu..

Adam da aynı şekilde, kahve kabını rafın diğer tarafından seçmeye çalışıyordu..

Aynı kabı, aynı anda tuttular..Kadın makinasına uygun renkte olduğu için bırakmak istemedi. Adamın da makinası aynıydı ki, aynı kararlılıkla bırakmak istemedi..

bok böceği

admin | 14 February 2010 17:35

Scarabaeus Sacer denen böcek türü dilimizde bok böceği olarak yer alır. Niye mi? Çünkü bu böcekler hayvan dışkılarından toplar üretecek kadar beceriklidir, bokböceği hakaret etmek için takılmamıştır anlayacağınız. Bu topsever böcek bu boktan topların içine yumurtalarını saklar, boku iyi yönde kullanır yani.Pek çok çeşidi vardır.

Oldukça sert bir kabuğa sahiptir bok böceğimiz, küre imal edebilen tek böcek olduğunu da söylemeden geçmiyeyim.Otuz parmağa sahip olduğundan dolayı kolayca boktan küreler yapar ve içine yumurtasını saklar,yumurtanın olgunlaştıgı 24 gün sonra bu elleriyle yaptıgı bok kürelerini suya götürür ki suda erisin ve bebek böcekler ortaya çıksın.

ölçtük, biçtik, içtik..

admin | 14 February 2010 15:11

ne desem sana, dilim aciz..
biricik mi? kahpecik mi?
acizim!
lakin,
eşek yüküyle ne sözler söyledik,
ne çamlar devirdik,
ölçtük, biçtik, içtik..
lakin,
öyle ki, dilimizden,
kepçe de usandı, kase de..
kah azgın durduk kah şaşkın..
lakin,
ansızın doğduk, ansızın battık..
nice oklar attık, kemal’e ermemiş,
sonu, menzili olmayan şaşkın oklar..

lakin,
ne kimsenin efendisi olduk, ne kölesi..
ne ettikse kendimize ettik,
alt tarafı, gönlümüzü dava ettik..
lakin,
hadi, biricik olsun adın..

DÜŞLERİMDEN DÜŞ(E)MEYEN ADAM

admin | 14 February 2010 11:25

İzin versem canımı acıtacağından adım gibi emindim!Bakışlarından anlıyordum,tavırlarından.tanıdık geliyor bu durum,ilgilenmiyorum…

Kahvaltı yapıyoruz,diğer iş arkadaşlarımızda var.Çayımı karıştırmaya yelteniyor,sinirleniyorum.Sakın!!!
Biryerlerden anımsıyorum çay kaşığının o halini.Elinden gelse boynunu bükecek gibi,dillenip dokunmasın diyecek…bir kez yeterdi,fazla bile geldi,o eskidendi!
Kaşık ile aramızdaki tirajı komik bakışmalarımıza hemen son veriyorum.
Kalabalık bir ortam,kırmak istemesemde sert bir tepki veriyorum.Sakın!!!
Hemen sonra toparlıyorum.O gün ağzı kulaklarında bir polyannayı oynuyorum.Hayırdır Ela hanım diyorlar,bilmem inşALLAH diyorum…

gün sakin geçiyor,akşam da.Acaip birşey bu sükuneti bozacak gibi.
Ve saat 00:00
Gelip yanıma oturuyor.
-çayını O mu karıştırırdı?
Soğuk kanlıyım.
-Bazen.
-Onu hala seviyor musun?
-Seni ilgilendirmez.

Onu hala seviyor musun? Ne bu şimdi? Soru mu?
Kafamda aynı cümlelerden oluşan bir soru yumağı…
Onu hala seviyor musun?

Mavi bi adadayım.Düşleri maviye boyalı bir adamda.O adam hep yanıbaşımda.Dokunabiliyorum düşlerimde O’na..!Kumral saçlarına ve bakabiliyorum tebessümlerinin ardına.bir med cezir olmalı bu.3 yıl öncesi ve şu zaman arasında mekik dokuyorum.
Mavi adada,düşleri maviye boyalı adamdan çekip alıyor ventilatör sesleri.Hayat devam ediyor diyen ritimler gözüme çarpıyor az ötemde.
İyimisin diye soruyor şu zamandaki ve onu hala seviyor musun diye soran adam.
A…Evet…İyiyim.
Yüzüme bakıyor.Tanıdık bir bakış.neden bu kadar benzetiyorum mavide bıraktığım adama?İşte Onun bakışları…Onun saçları…Onun sakalları…Gerçekten benziyor mu?Benzemesinimi istiyorum? Ama izin versem canımı acıtacak biliyorum.
Sen uyu ben devam ederim diyor önlüğünün cebinden çıkardığı minik beyaz hapı uzatarak…
-Ona ihtiyacım yok
(Gülümsüyor)
-14 şubatta ne yapıyorsun?
(yuhh diyorum içimden)
-Çalışıyorum
-Çok güzel.Peki akşam yemeğini nerde yemeyi düşünüyorsun?

kapılar–1

admin | 13 February 2010 13:00

Kabe kapısı
Kabe kapısı

Kapı kelimesi bana teyzemi hatırlatır oda kapısını açık unuttugum zaman kapısız yerden çıktıgı ne belli ardından beş kardeşi daha olmuş diye . Kapı bir korunma aracıdır, sadece evlere değil gönüllere de kapıyı çalmadan giremeyiz, bu dünyanın ve öteki dünyanın kapıları ise bizim isteğimiz dışında bize açılan kapılardır. Kapılar hayatımızda büyük yer kaplar, girişte, çıkışta, tekrar girişte tekrar çıkışta. Doksan kapının tokmağını çalıyor derler çok gezen kişilere. Hayat iki kapı arasındadır denir.( Israrla çalınan kapı,
elbet bir gün açılır-Ahmet Hulusi)

Kapamak fiilinden türeyen kapı sadece kapanmıyor aynı zamanda açılıyor da, ama ismi kapı işte. Korku filmlerindeki tüm kapılar nedense gıcırdar, evlerin giriş kapıları ise hiç kilitli değildir. Umutsuz hallerde ”üzülme bir kapı açılır, bir kapı kapanır” deriz.

Fas kapılarıylada çok ünlü bir ülke, kapılar burada büyük önem taşıyor ve kapı tokmakları sanar eserini andırıyor. Bab Oudaia denilen ünlü kapıdan ise Kasbah’a giriliyor. Bu kapı Fas’ın en güzel şehir kapısıdır.Ülkede küçük evlerin haricindeki yapıların kapıları insanın atla girebilecegi yükseklikte. Fas’ın Fes kentinin tarihi kapıları çok sayıda turist çeker.

Fas’ta genellikle ev kapıları mavi oluyor bunun sebebi çöl akreplerinin burada fazla olması. Maviyi çöl kumu rengi kızıl olarak gören akrepler ev kapılarıyla çölü ayırt edemiyorlarmış. Bilindigi gibi akrepler akrepler mavi rengi ateş zannediyorlar . Tunus’ta da bu yüzden pencere ve kapılar hep mavidir.

Kırık Kumbara

admin | 13 February 2010 11:25

Sen bir hastane odası soğukluğunda terk ettiğim sevgilimdin benim ve sen artık sadece bir hayaletsin.

Bir gün saçlarım ıslaktı; duştan yeni çıkmıştım, sen ise aynadaki yansımam gibi görünmüştün bana, saçlarını kurut demiştin. Üşenmiştim. Daha sonra çok ama çok hasta oldum. İşte sana ilk o hastalıkta kırıldım. Sanırım istediğim; aynadaki yansımam gibi bir anlık görünmen yerine ben ellerimden tutup saçlarımı havluyla yavaş yavaş senin kurulamandı. Yapmadın belki de yapamadın.
Belki aynadaki görüntünün uzun süre kalabilmesi için benim de aynaya daha uzun, uzun uzun bakmam gerekirdi ama bilirsin aynaları sevmem pek. Hiç barışık olamadım aynalara, sana rağmen seni sadece onlara bakarak görebilmeme rağmen.

ŞANS FAKTÖRÜ (1.BÖLÜM)

admin | 12 February 2010 15:37

Şanslı insanlar, kusursuz hayat arkadaşlarıyla tanışırlar; hayatları boyunca tüm amaçlarına ulaşırlar; tatmin edici bir kariyere sahip olurlar; mutlu ve anlamlı bir hayat sürerler.Başarıları, çok çalışmalarından, şaşırtıcı becerilere sahip olmalarından ya da fazlasıyla zeki olmalarından kaynaklanmaz.Onlar sadece doğru zamanda doğru yerde bulunur ve şanslı rastlantılar yaşarlar.Richard Wiseman‘ın yazdığı “ŞANS FAKTÖRÜ” isimli kitap, şanslı insanların neden bu kadar güzel bir hayat yaşadıklarını inceleyen ilk bilimsel çalışmadır; şanssız kişilerin de talihlerini nasıl iyileştirebilecekleri hakkında fikirler sunmaktadır.

YÜKSEL ARSLAN SERGİSİNE GİTMEYEN KALMASIN

admin | 12 February 2010 15:16

Yüksel Arslan
Yüksel Arslan

Yüksel Arslan retrospektifi Santal İstanbul Ana galeri binasında 21.03.2010 tarihine kedar devam edecek. Sergiye giderken karnınızı doyurun, kağıt ve kalem alın bol bol not almak için, bolca vakit ayırın, su için. Çünkü bu sergiyi gezmek hem çok zaman isitiyor hem de fazlasıyla enerji.
Yüksel Arslan bazı arkadaşlarının dediği gibi kelimelere sığmayacak kadar dolu yaşamış. Ressam olmanın ötesinde neredeyse bir bilgeye dönüşmüş resim alanında. Resim malzemeleri olarak idrar, kan gibi organik maddelerden oluşan yeni bir malzeme elde etmiş. Ve isimlerine “arture” demiş. Son derece etkileyici ve normal resim malzelerine göre daha güzel bir ifadesi var arture’nin.

Santral İstanbul
Santral İstanbul

Yüksel Arslan Fransa’da yaşıyor. Dönemlere ayırdığı resim hayatında okuduğu ve daha fazla bilgi sahibi olmak için harcadığı çabanın haddi hesabı yok. Bir resmi ortaya koymak için sayfalarca notlar almış. Bir çok kitabı ve alanı araştırarak okumalar yapmış. Ve sonucunda başarılı eskiz çalışmaları onu çok başarılı bulduğumuz tablolarına götürmüş.
Özellikle Marx okumalarından sonra ortaya koyduğu kapitalizm ve sömürü meselesi üzerine yaptığı resimler çok etkileyici.

Telefon Kulakta iken Mimik Kullanmama Projesi

admin | 12 February 2010 10:21

Beşiktaş istikametinden Eminönü istikametine canım arkadaşım*la yürürken bir yandan da konuşuyoruz. Zaten şehrin gürültüsü birbirimizi duymamızı epey engelliyor, üstüne bir de benim yorgunluğum var. Bir de epey hızlı bir “zeka zıplaması” yapmak zorunluluğum var çünkü “çok dağınık kafalı” biriyleyim, zor yetişiyorum hızına. Neyse efendim böyleyken böyle, yere bakıp yürürken bir an için ben kafamı kaldırıyorum, bir adam cep telefonu kulağında yüksek sesle konuşurken bize doğru yürüyor ve müthiş bir mimik değişimi fark ediyorum o 3 saniye içerisinde. Cümleleri kelimeleri hatırlamıyorum. Sadece o an aklıma gelen her şey ve benim bunları dillendirmem sayesinde neredeyse 3 saatimizi alan bir “nasıl çözebiliriz” muhabbeti başlıyor…O hızlı düşünen arkadaşımla birlikte bu işi çözdük ama mümkün mü uygulamak bilemiyoruz…

Şöyle ki, rahatsız olduğum/uz nokta iletişimin cep telefonu vasıtasıyla hızlanmasına takriben insanların yalnızken bile konuşabilen -gürültü yapabilen- varlıklar haline gelmesi. Her kafadan bir ses çıkma hadisesini mp3 playerlar sayesinde en aza indirebiliyoruz -ki bunu yaparken dışarı ses vermemeye de hep dikkat ediyorum şahsen-; amma görüntüyü engellemek mümkün değil. Yani yere sümküren adamı görüyoruz kulaklar müzikle dolu olsa da… Ve cep telefonuyla hsamıyla konuşan kişinin duygusal halini de mimikler vasıtasıyla seziyoruz. Ben çevremde mimik fazlası görmek istemiyorum. Cep telefonuyla konuşurken şekilden şekile giren insan görmek istemiyorum. E insanlar da hep cep telefonuyla temas halinde (ücretsiz konuşma vs…). Kendimi nasıl kurtarabilirim bundan? Kör olmam gerekir. Aslında ben de cep telefonunu az da olsa kullanan biri olarak çok önceden farkettiğim üzere; cep telefonunun sayesinde muhattap olduğum insanın konuşmasına göre mimiksel tepkiler vermek zorunda kalıyorum. Efendi gibi sessiz konuşmak istesen de yeri geliyor bir tepki göstermek için bir kelime sarf ediyorsun ve bu sırada karşı taraf seni görmese de mimik sarf ediyorsun. Acayip komik bir durum. Denedik ve gördük ki karşıdaki kişiye misal “A çok şaşırdım!” diyeceğiz. Duyguya paralel bir yüz ifadesi oluyor. Ses frekansınız değişiyor. Dikkat çekme olasılığınız en tepeye çıkıyor. Eskiden öyle miydi? Mesajlaşırdık da mesaj yazarken mimik gerekmezdi ve topluluk içinde bir sakinlik devam ederdi (“dıt dııt” seslerinden duyulan rahatsızlık sayılmıyor tabi).