bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

suçlarla ilgili faydalı bilgiler

taha3045 | 12 March 2010 13:28

Yusuf Cemil Bey’in 1910 senesinde ülkemize getirdiği parmak izi tekniği polislik kavramında yepyeni bir çığır açtı,sonraki yıllar parmak izi tekniği polis okulu derslerinde teknik olarak gösterilmeye başladı.Polis Enstitüsü ilk açıldığında burada ufak bir kriminal labaratuvar açıldı.(1938) İkinci Dünya Savaşı’nda ülkemize getirtilen İsviçre’li uzman bu alandaki uzmanların yetiştirilmesine önayak oldu.

Ankara’da Alman büyükelçi Von Papen bir suikast sırasında öldürülünce bir silahın kazınmış numarası okundu ve bu olay ekspertiz işlemlerinin kapısını açtı.İkinci kriminal laboratuvarın açılması beraberinde Amerika’ya gidip ihtisas yapılmasını ve bu konuda gelişmeyi beraberinde getirdi.

Mühür!

kharis | 12 March 2010 12:00

Dudakların değdiğinden beri ritimlerine kalbimin
Buz tutmadım bir daha,
Kristallarim bile olmadı.
Dertler derya ben titanik misali
Boğuştum azgın sularınla senden sonra amma.
Miladım mısın ey yar!
yar’ından düşe durduğum sürekli..
senden önce anlatılan masalların hükmü yok bende sair..
Ama mühründe yok üzerlerinde
Dudakların açmadıki onu bir kez dahi!
Sesinin kisvesini kimlere sorayım yarım saklım,
Hangi diyarda bana hapsoldu aslım,diğer yarım.
Şunu bilesinki kokun buralarda bir yerlerde.
her esen yelde çağırdığım teninde..
Semadasın her daim!
ne kadar arşınladım sana uzanan yolları deryada..
hep bir izi kaldı dehlizinin
ama bir akis oldu sesin ulaşamadı sahici
padişahına..
bekliyor kapısında sarayının her gün her saniye..
mührüm, atılmamış imzam!
seni bekliyorum açılmamış kader sayfalarımda!

Her elmanın bir yiğit yiyişi vardır!

abzugurt | 12 March 2010 09:44

Giriş :Söylenmiş sözler… Söylenmiş sözler ve söylenmiş sözler üstüne söylenmiş sözler… Şimdi söylenmesi gereken düşüncenin düşünemeyeceği şeylerdir. Bir üstünde olmalıdır söylenenlerin… Aklın sınırlarında gezmek gerekir yaşanmamış özgürlükler elde etmek için ve özgürlüğümüzü ilan edeceğimiz işgal edilmemiş düşünceler….Çağlayıp giden bir şelaleyi düşünün: bir su damlasının havada süzülüp yere düşüşünü… herşey ne kadar çabuk olup biter ama ne kadar da büyüleyicidir… İşte size bir su damlası…Gelişme : Öyle bir zaman düşünün ki; her gün dünyanın farklı yerlerinden ölüm haberleri gelmekte, kimisi çıldırırcasına para ve iktidar hevesi peşinde koşarken, kimilerinin Tanrı’yı öldürdüğü, insanın bütün sorumluluğunun insana bırakıldığı bir çağ ve bu yükün altında ezilen zayıf insan…Küçük inlerinde büyük sorunlarla savaşan karamsar, yalnız, tedirgin insanların elinde sadece -az da olsa- umutları vardı…Herkesin sonu gördüğü, büyük bir korku içinde yaşanması gereken içiçe geçmiş hayatlar… Böyle bir durumda kim kime güvenebilirdi ya da kim mutlu düşler kurabilirdi geleceği ile ilgili… Yaşanılması zorunlu acı ve korku dolu yıllar, insanların birer kukla gibi silik, anlamsız duruş ve konuşmaları… Tabiki böyle bir ortamda güvenden, iletişimden söz etmek yanlış olurdu.. Bir deliğe tıkılmış yüzlerce fare düşünün kimisi telaşlı bir şekilde çıkışı ararken, kimisi bi köşeye çekilmiş kaderine teslim olmuştur. Kimisi çıkışı aramak yerine bu delikte güç sahibi olmak istemiş kimisi de gününü gün etmiştir. Olaya uzaktan bakabilen düşünür fareler de vardır. Onlar için bu olsa olsa acı bir komedyadır.Sonuç : Bir elma hakkında bir şey söyleyeceksek, fikir yürütecek onu anlamaya çalışacaksak ; onun tadını, rengini, şeklini, nasıl yenildiğini bilmeliyiz. Elmaya bakarak söylediklerimiz ne kadar doğru olabilir… Elmaloglar olarak elmalar üzerinde yaptığımız araştırmalar, çalışmalarımız , topladığımız bilgiler kadar bizim ona bakışımız ve algılayışımız da önemlidir.. O yüzden elmayı en iyi tanıyanlar, kendileri için elma hakkında en doğru çıkarımları elde edeceklerdir.. Belki de en önemli nokta elmayı ,yüzyıllardır bunu anı bekliyormuşcasına, istek ve hazla yemeliyiz ayrıca çürük ve sallanan dişlerimizi elmada bırakmaktan korkmamalıyız, sakin, sabırla ve zevkle yemeliyiz ama bunu yaparken asla ve asla bir ELMALOG olduğumuzu unutmamalıyız… Vazgeçmemeliyiz…

imza konuları

taha3045 | 11 March 2010 16:14

İmza nedir?

Bir yazının altına bu yazıyı onayladığını, bu yazının ve içeriğinin kendisine ait olduğunu belirten ad veya işarete imza denir.

Esasen imza harflerden oluşmalı, isim ve soyadı şeklinde kullanılmalıdır.Her zaman aynı imza atılmalı, sık sık değiştirilmemelidir, eklemeler, noktalamalar aynı olmalıdır.Kişi psikolojik durumuna göre imzasını değiştiremez, keyifliyken başka, üzgünken başka imza atamaz.

İmzanın atılamadığı durumlarda mühür veya parmak damgası kullanılır.İmza atamayan kişilerin el iziyle oluşturulan işarete parmak damgası denir.Ama en iyisi el ile yazılan imzadır.Her ne kadar dünya ülkelerinin çoğunda imza isim ve soyisim yazılmasıyla kabul görse de, ülkemizde imzalar genellikle işareti anımsatır.

Henry’nin kadınları–üç

nazokiraze | 11 March 2010 14:48

anne boleyn
anne boleyn

Sekizinci Henry ‘nin ikinci ve birinci eşi aynı yıl bir kaç ay arayla ölürler, Anne Boleyn’in boynu uçurulurken gelinliğini seçen Jane Seymour ,Boleyn’in aksine daha sessiz, ılımlı ve sevilen biridir, her ne kadar kralın yeni çıkardığı dini genelgeleri kabul etmiş olsa da içten içe katolikliği benimsediği de gerçektir.(The Tudors dizisinde piskopos ona kralın ilk eşi Catherine’nin tespihini gizlice hediye eder) Boleyn’nin idamından on gün sonra evlenen ve taç giyme töreninden sonra yeni kraliçe krala kızı Mary’i tekrar saraya kabul etmesini rica eder, kızı ile barışmasının tek dileği olduğunu belirtir. Bunun sebebi hem yeni kraliçenin hala katolik dinini sevmesi ve ,ilk kraliçeye yapılan haksızlığa tahammül edemeyip Anne Boleyn’den nefret etmesidir. (Seks ve ölüm birbirleriyle ilintilidir. Özellikle VIII. Henry’nin sarayında”)

Kralın kendisine aşık olduğu zaman Anne Boleyn tarafından hakarete uğrayan ve saraydan uzaklaştırılmaya çalışılan Jane Seymour artık İngiltere Kraliçesidir, tarihin tekerrürden ibaret olduğu bir kez daha ortaya çıkmış, Anne Boleyn geldiği gibi giderek yerine bir başka nedime kraliçe olarak geçmiştir, Jane Seymour’un hamilelik haberi ise krala yeni bir umut ışığı olur.

Henry’nin kadınları–iki

nazokiraze | 11 March 2010 13:23

Yirmidört yılını birlikte geçirdiği, abisinin eşi olması yüzünden evliliklerinin geçersiz olduğunu dünyaya duyuran ve Papalığa karşı kafa tutan VIII.Henry sonunda karnında bebeğini taşıyan Anne Boleyn‘le evlenip onu sarayının kraliçesi yapar,kızı Mary ‘i ise gayrimeşru ilan eder. Anne Boleyn ve ailesi hızla yükselen yaşamlarının tadını çıkarırken Catherine hala kendisinin kraliçe olduğunu düşünerek güçlükle ayakta durmaktadır.

İlk doğumda bir kız dünyaya getiren Kraliçe Anne kralın hayal kırıklığını görür ama umudunu yitirmez, yaşları genç olduğu için daha çok çocuk yapma fırsatları vardır. Ama huylu huyundan vazgeçmez misali kral çeşitli kadınlarla gününü gün etmeye, yatağını hareketlendirmeye devam etmektedir ve bunun farkına varan kraliçe eski kraliçe gibi sukunet yerine hiddet gösterir ve bu durum kralı sinirlendirse de davranışlarından vazgeçmez. Sürekli babasından ve abisinden akıl alan kraliçe kendi yaptığı gibi başkasının da elinden kralı almasından korkarak kralın koynuna kendi seçtiği hırsı ve aklı olmayan zararsız kadınları göndermeye başlar, ikinci bebeklerine hamile olduğunun müjdesi ise kısa sürede gelir.

AŞKA / AİT / DEĞİLİM!

sonbahar kizili | 11 March 2010 12:44

Ben aşka ait bir kadın değilim!
Aşkın meşakkatini ve mesuliyetini taşıyacak güçte de değilim. Aşk yaşanması zor bir duygudur, yakalaması zor. Bu yüzden belki yüzlerce insanın arayıp bulamaması ya da bulduğunda yaşatamaması…

Aşk, sorumluluk ister, güvenmek ister, aldığından fazlasını vermek ister, cesaret ister… Benim için zor! Ben aşk kadını değilim.

Ağır bir yüktür aşk, taşıması saklaması güç bir mücevher gibi. Hem herkese göstermek istersiniz hem kem gözlerden korumak ya da incinmesinden korkarak gizlemek, hem de en derine.

OKAN BAYÜLGEN’LE UĞRAŞMAYI BIRAKIN, OKAN BAYÜLGEN’ LE IQ’nüzü yükseltmeye bakın..

cicibisiiiy | 11 March 2010 11:33

İlk kez bir cumartesi Disco Kralı’nı izleyemedim 27 şubat’ta. Onda da Fox Tv’de Bizden Kaçmaz’da batırdılar çıkardılar. Hazırladıkları haberi izleyince eyvah yoksa haklı olarak ilk kez cıvıttı, saçmaladı mı diye korktum bile. İnsan da haftada 3 gün program yapıyorsa bir kere olsun saçmalasın ama yani. Ama yine de Okan saçmalamamış olsun, Okan bu kişilere bir koz vermemiş olsun istedim.Yani öyle hazırlamışlar ki, inanmamak elde değildi. Hani bir cümlede bir kelimeyi çıkarırsınız bambaşka bir anlam çıkar karşınıza aynen bunu yapmışlar kıskançlar çekemezler. İnternetten hemen 27 şubatı izledim, alakası yokkkk… Okan Bayülgen yine saçmalamamış, yine cıvıtmamış, yine aynı..Yine farklı..Yine izlenir, yine izlerken birşeyler öğrendim. Okan bBayülgen Türkiye’ de zeka seviyesine kendime yakın bulabildiğim tek erkek, O’nu o kadar iyi anlıyorum ki! Hani zeki çocuklar haşarıdır, çünki birşeyler yapmadan duramazlar, hele hele etrafındaki kişilerle zekası hiç uyuşmuyorsa, herkes onun zeka seviyesinin altında kaldığında, bir lafı anlatıcam diye dövünüp durmak zorunda kaldığında.. O kadar iyi anlıyorum ki Okan’ı ..