Insan bir noktadan sonra asik olma yetenegini kaybediyor galiba.
Lisedeyken iki gunde asik olur, siirler, oykuler yazar, beraber gecirdigimiz her dakikayi kutsal sayardik. Ayrilinca dibine kadar ayrilik acisi ceker, ama yine aradan bir ay gecmeden baskasina asik olurduk.
Isin sirri bir daha asik olmayacak gibi asik olmakti galiba.
Sonra yavastan buyuduk. Oyle iki gunde asik olmak diye bisey yoktu artik, biz ona ‘begenmek’, ‘hoslanmak’ demeye baslamistik. Artik daha dikkatliydik. ‘Ask’ kelimesinin gecmesi icin en az bir ay duzenli olarak cikmak gerekiyordu.
Her yeni baslayan iliski, kendini tekrar yeni birilerine anlatmak, yeni birilerini anlamaya calismak heyecan vermekten cok yorucu olmaya baslamisti.
Siir yazacak vakit kalmiyordu artik. Hatta deli divane asik olmak hem sizin, hem onun icin urkutucu bir kavramdi.
‘Temel seylerde anlasalim’, ‘birbirimizi sevelim’, ‘birbirimizin hayatlarina saygi duyalim’ gibi istekleri daha sik duymaya ve hatta telaffuz etmeye basladiginiz gun artik askin mantik karsisinda kaybettigi gundur.
O yuzdendir ki lisedeyken bol bol asik olmanizi, buyuyunce ve ‘biseyler mi eksik yoksa bana mi oyle geliyor’ diye dusundugunuzde su sarkiyi dinlemenizi tavsiye ederim:
“Dediler ki zamanla hep azalirmis sevgiler
Olsun bana ask dolu gecen yillarim yeter”