bildirgec.org

uncategorized hakkında tüm yazılar

Romulus

shmoo | 01 May 2008 16:25

Uzun zaman sonra bu filmi yazıyım dedirten bi film oldu romulus my father benim için…. Tabii ki beni filme çeken ilk bakışta çok sevdiğimiz eric bana ….Onu Berlin’den, Truva’dan hatta kötü film Black Hawk Down’dan, Hulk’tan hatırlayabiliriz, ve unutamayız …Kendisi cool, samimi ve tam tanımı gerçekçi oyunculuğu ile filmlerine renk katıyor..Şu sıralar kitabı bestseller Boleyn Girl filminde de başrolde…Sakin, sevecen, aynı zamanda hafif sert kişiliği ile hatrı sayılı bi hayran kitlesine sahip…Sakin agresiflerden 🙂 Film mülemmel güzellikte bir çekim kalitesine sahip, bunu geçemeyiz. Renk seçimi, filmin kötümser yapısını bozan, olaylar seyirciyi içten içe karartabilecekken yine de iyi bişeyler olacakmış hissini veriyor. Beklenmedik olaylardansa hayatın basit akışını sıkmadan anlatabiliyor. Film, göçmen 3 kişilik bir ailenin hikayesi..baba karakter becerikli, sabırlı, çalışkan..çocuk yaşından fazla bilinçli, olgun ama çocuk sonuçta…çok da başarılı bir performans çizmiş, çocuğun gözlerindeki bakışları, taşıdığı ama belli etmediği yük..hakikaten başarılı..bu filmin hafızama kazınan 2 sahnesi var.. Biri Rumulus’un karısının sevgilisini tren istasyonuna götürdükten sonra, motorsikletle dönerken bi an karşısındaki ağaca bakması ve ona çarpmak istemesi..Bence bu sahne çok başarılıydı, klasik bi intihar sahnesi havası vermedi kesinlikle..İkincisi ise, anne (Franka Potente ki ben çok severim) intihar ettiğinde babasının dönmesini sabaha kadar bekleyen çocuğun evin verandasında köpekle beraber uyuduğu ve sabah babası geldiğinde uyandığı sahne..Sahnelere daldım direk, anne karakter unuttum. Anne dengesiz, ciddi gel gitler yaşayan bi kadın..Sonunda da gittiği yerden dönemiyor zaten ve intihar ediyor …Üzücü tabii..Sadede gelicek olursak basit hayatımızın içinde akan olayların iç yaşamımıza yansımasını basit ama etkili bi şekilde anlatabilen ve bu anlamda başarıyla temsil edebilecek bir filmdi..Duragan konusuna rağmen, filmden koparmayan , sıkmayan bu başarılı filmi alkışlıyoruz o halde…

Bir Türk Kızılderili kabilesi

kritik | 01 May 2008 13:39

Bir Türk Kızılderili kabilesi
MESAİLER!

1970 ve 1980’ li yılların siyah beyaz televizyon yayınlarını hatırlayanlar, eminim, kızılderilileri ve kovboy filmlerini de hatırlıyorlardır. Çocuk aklımızla o zamanlar kovboyların tarafını tuttuğumuzu hatta belimize sarılan mermi dolu kemeriyle kovboy tabancası takımları aldığımızı da hatırlıyorum. Kabile isimleri ise şöyleydi; Siular, Apachiler, Comançiler…O günlerden aklımda kalan başka bir keskin hatıra ise babamın beyaz arabamızı satmasıdır. Ne zaman kullanmaya kalksak çalışmayan ve arkasından mahalleli yardımıyla itilerek çalıştırılan eski arabamız yerine, nasıl olduysa kısıtlı imkanlarımıza rağmen yepyeni bir araba almıştı babam. Tam da o günlerde evdeki eski mobilyalar da yenileri ile değiştirilmişti.
Ülkemizin en büyük, en gözde, çalışılmak için en fazla can atılan birçok şirketinde, çalışanların türlü bahanelerle ücreti ödenmeden normal çalışma saatleri dışında mesaiye bırakıldıkları, kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerçek. Yıllar önce bir bankada çalışırken arkadaşlarımla onlara bir isim takmıştık. “MESAİLER” diyorduk. “Onlar kızılderili bir kabileden geliyorlar. Para almadan çalışmak onlarda gelenekmiş”
Bir çok şirket bu duruma çözüm bulmak bir yana bunu profesyonelliğin bir gereği olarak çalışanlarına neredeyse ezberletmeye çalışıyor. Sonra da çalışan motivasyonunu nasıl sağlarız diye kara kara düşünüyorlar. Oysa bu durumun nedenlerinin profesyonel olmakla ilgisi yok. Üstelik F.Herzbergin çok bilinen çift etmen ( Hijyen-güdüleme ) kuramına göre, insanları etkin ve verimli birşekilde çalıştıracak işyeri kurallarının başında; genel işletme politikası ve yönetimi ile işyerindeki fiziksel çalışma koşullarının öncelikli olarak çok iyi olması gerektiği vardır. Bunun ardından – gerekli motivasyonel davranışlarla birlikte insanları üst düzey performans için güdüleyebilirsiniz – noktasına ulaşılır. Neredeyse şirketlerdeki bütün üst düzey yöneticiler ile insan kaynakları yöneticileri/çalışanları da bu kuramı bilirler.

mason musun nesin ?

| 01 May 2008 12:47

http://www.acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=6043

Yarışta…

kopanisti | 01 May 2008 11:15

Motora tam yol verip tekneyi hızlandırıyoruz ve stop ediyoruz. Hızlanan teknenin, pervanesinin dönmesi durunca katlanacak ve yelken seyri yaparken hızımızı kesmeyecek.

Ana yelkeni basıyoruz, rüzgar iyice hafifledi, start hattından uzaklaşmamız iyi bir start için gerekli bu havada. İyi bir start eğer büyük hatalar yapılmaz ise yarışı kazandıran en önemli andır.

işaret bayrakları
işaret bayrakları

10:25 korna ile sınıf bayrakları toka ediliyor, diğer tekneler ile pozisyonumuzu kontrol ediyoruz, hata yaparak ceza dönüşü almak bu hafif havada fazlaca zaman kaybettirir. 10:29 bir korna ile hazırlık bayrağı arya ediliyor starta 1 dakka var, direk dibi elemanı balon mandarıelinde hazır, vinççiler hazır, dümenci çok dikkatli start hattına doğru ilerliyoruz, hemen balon bas komutu geliyor, balon basılıyor, rüzgâr doldurmaya başlıyor, start hattına yaklaşık 20-30 metre kaldı, diğer tekneler ile çapariz durumumuz yok önümüz açık. 10:30 korna ile sınıf bayrakları arya ediliyor, start hattından 20-30 saniye kadar geç geçiyoruz. Balonumun dolu, rüzgâr 120 dereceden esiyor. Bizde önce 3 tekne hattı geçerek start aldı, arkamızda 3 tekne bıraktık, önümüzdeki tekneler hızlı ve donanımlı yarış tekneleri,
pozisyonumuz gayet normal.
Açıklarda denizde bir koyuluk seçiliyor, bu orada rüzgâr olduğunun ve sağnakların işareti. O bölgeye girip ordaki rüzgârı kullanmak istiyoruz. Önümüzdeki tekneler de oraya yöneliyorlar. Arkadaki tekneler ile fark açılıyor, öndeki tekneler bizimle arayı açıyorlar. Karaburun iskelesi arakamızda bıraıyoruz.

MHP’yi CIA Kurdurdu

linnux | 01 May 2008 09:45

http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=166798http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=166798