bildirgec.org

toplum hakkında tüm yazılar

Vay Be..

khun | 25 July 2007 15:07

Bi de özür diledim, pardon ben yanlış bilmişim dedim meğer yanlış manlış bilmemişmişim!
Kimi ortalığa ip atar, asarız keseriz der; kimi mazotu ben daha iyi 1 ytl yaparım, fındık benim ben fındığın el ne karışır der;
kiminin eşi, eşinin alnındaki teri silmek için otobüsün üstünde peşi sıra gezelenir ( bunlar televizyonda kendilerini hiç mi seyretmiyorlar acaba? ); kimi Atatürk’ün adıyla oy istediğinde meclis dışında kaldığını unutur hatırlayasıları gelmez.
Sandılar ki muhalefet yapma şekli eskiden neydiyse bugün de odur.
Bi de dip dalgacılar vardı çın çın çınlayıp velvele yaparak milletin tepkisel zihninin tepkisini çektiklerini anlayamayan. Kahretsin aylar önce yazmıştım bu dip dalganın altında kalacaksınız diye, yayınlanmamıştı, sevinmiştim, çünkü pişman olmuştum haksızlık ettiğimi düşünerek.
Bi de e-muhtıra verdiler yürü ya millet dediler, burda ben görüyorum sade vatandaş, iş nereye gidiyor, orda onlar görmediler (ya da istedikleri buydu!)
Böyle muhalefete böyle iktidar,
Böyle millete böyle siyasetçi!
Yazıklar olsun.
Vay be..

“PİPİ MASAJI”

| 27 June 2007 17:22

yazının başlığını “1 alman=3 türk” ya da “1 rus=3 türk” olarak da koyabilirdim.
yerli 3 türk turist, ancak 1 alman/rus turistin gördüğü ilgiye, izzet-ü ikrama erişebiliyor tatil cenneti akdeniz sahillerinde…

finanskapitalin tükettirim imparatorluğunun bir paryası olarak büyük gofret, çiklet, beyaz-kahve rengi eşya üreten
şirketlere hizmet sunanların bir ferdi olarak 5 günlük tatilimizi eda eyledik geçen haftalarda…

gördük ki, yerli bir turist olarak en azından 25-30 kelime rusça ve almanca öğrenilmesinde faide var belek’e meleke düşmeden evvel emirde…

Ağlamak Güzeldir

hivaye | 22 June 2007 16:09

Focus Dergisi’ne göre insan yaşamı boyunca 95 litre, yani yaklaşık 10 kova gözyaşı döküyor.kadınlar yaklaşık 5 dakika boyunca 50 damla gözyaşı akıtırken, erkeklerinse sadece gözleri nemleniyor. Buradaki “damla” ölçütü 15 mg’a denk geliyor.
Buradaki yazıda da, gözyaşı bazı toksinler içerdiği ve ağlayarak bunlardan kurtulmuş ve stresten arınmış olduğumuz belirtiliyor:
“Crying:The Natural and Cultural History of Tears” isimli kitabın yazarı Tom Lutz’a göre Endüstri Devrimi‘ne kadar erkeğin de ağlaması gayet normal karşılanırmış. Örneğin Ortaçağ’da Fransanın en ünlü savaşçısı olan Roland öldüğü zaman diğer 20.000 şövalye bayılıp atlarından düşene kadar ağlamışlar. Endüstri Çağı ise daha çalışkan, duygusal olmayan çalışanlara ihtiyaç duyuyordu. İşte o zaman gözyaşları kapalı kapılar arkasına gizlendi. İnsanlar toplum içerisinde ağlamaktan utanır oldular.

Fotoğraf: BBC
Fotoğraf: BBC

Biyokimya uzmanı William Frey’e göre ise henüz kanıtlanmasa da ağlamak insanlığın evrim boyunca stresi azaltmak için kullandığı bir yöntemdi. Frey’in yaptığı araştırmaya göre soğanın sebep olduğu kimyasal gözyaşlarının %98’i su iken, duygusal sebeplerle dökülen gözyaşlarındaki toksin miktarı ilkine göre daha yüksekti. Ayrıca ağlama fasıllarının süresi neredeyse aynıyken, erkeklerin ayda ortalama 1.4 kere ağlamasına karşılık, kadınlar 5.3 kere ağlamaktaydı.
Sonuçta uzmanlar ağlamanın doğal, sağlıklı,ve tedavi edici nitelikte olduğu konusunda hemfikir gibi görünüyorlar. Doyasıya ağlamak veya gözyaşlarınızı içinize akıtmaksa size kalmış.

‘Babam bilmesin!’

darjeeling | 14 June 2007 14:49

Aslında dün gece yazmayı kafaya koyduğum ama uykunun azizliğine yenik düştüğümden geciken bir yazıdır bu…
Dün gece iki kanal arasında mekik dokuyan bu nacizane bedenimin tabi ki bir sorunu vardı: Eğlence mi duygusallık mı?A kanalında ki o milyonları ekrana bağlayan komedi dizisine mi kendimi kaptırmalıydım yoksa d kanalındaki o aynen ruhuma hitap eden duygusal diziye mi odaklanmalıydım? İki arada bir derede kalınca iki diziyi de yarım yamalak izledim. Neyse bu benim yaşadığım ruh halinin özetiydi. Asıl konuya gelelim..
Dün gece D kanalında ki duygusal dizide bir kısım vardı. Aslında dizide tüm düğümün çözüldüğü kısım. Baba evde olan biten herşeyi öğreniyor, ama EN SON kişi olarak. Bilmeyenler için bir hatırlatma, baba, bekar olan kızının evli olan kızının kocasıyla kaçtığını öğreniyor ve tam bir yıkım yaşıyor. Benim takıldığım kısım şu oldu. Neden babalar hep en son öğrenir bazı şeyleri? Bunun altında şu olmalı diye düşündüm. Ufaklığımızdan beri özellikle biz kız çocukları çoğu şeyi babamızdan saklamamız gerektiği şeklinde eğitiliyoruz. Baba, sevgilimiz olduğunu en son öğrenir çünkü baba sevgilimiz olduğunu öğrenirse kızar, şarkıcı olmak istediğimizi hatta bir yerde şarkı söyleyip para kazandığımızı en son baba bilmelidir(elimizden gelse hiç bilmemelidir) çünkü o kızar, regl olduğumuzu bile babadan saklarız(bazen anne koşa koşa gider söyler ona) çünkü regl olmak ayıptır,baba bilmemelidir, ya da artık bakire olmadığımızı en iyi ihtimalle anne bilebilir, baba bilmemelidir cinayet çıkabilir.
Neden bu tarz şeyler bize ayıp ya da tu ka ka şeklinde öğretiliyor? Burda birazcık annelere dönüyorum ben. Anne, babanın neye kızacağını biliyor. Olay baba olmak ta değil erkek olmak heralde. Erkek adam çok rahat yetiştiriliyor. Kız evlat çoğu şeyden mahrum ya da yasaklı yetiştiriliyor. Baba, oğlu yanına gelip herşeyi konuştuğunda ona kızmazken kız evlat bu yukardakileri belki ömr-ü billah açıklayamıyor ona. (Anca biri istemeye gelecekte evlilik durumu olacak ta…)
O yüzden biz annemize çoğu zaman ‘babama söyleme sakın’ deriz. Anneler bizim sır küpümüz olur. Tabi sakladıklarımız çok vahim konularsa bu herşeyi sonradan öğrenmeler çok daha büyük sorunlara yol açar(dizide olduğu gibi) Bunları kafamda kurduktan sonra aklım birden babalara gidiyor. Şöyle düşünüp onlara da kısmen hak veriyorum. Bir baba diyorum gençliğinde eminim ki çoğu şeyi yaşamıştır ve kadınların hayatında karşılaşabileceği tehlike ya da sorunların ne olduğunu bilir çünkü o da bir çok kadınla bir çok şey deneyim etmiştir. Kendi deneyimleri onu kızını koruma psikolojisine sokar ve bu psikoloji altında anneye (sanırım) sürekli direktifler verir, kıza söyle ‘şöyle olsun,bunu yapsın bunu yapmasın’ diye..
Ne mi isterdim? Özgürce herkesin herşeyi konuşabildiği bir toplum,ahlak ve aile yapısı isterdim. Bu kadar ısrarcı bir tavırla erkek egemen toplum olmamamızı isterdim. Evet, onların bize kol kanat germelerini seviyoruz ama bu kadar erkeksi tavır kuşaklar arasında bu kadar büyük uçurumlara da yol açabiliyor. Babadan korkan kuşaklar yetiştiriyoruz.
Yukarda bahsettiğim koşulların tam aksini yaşayanlarınız da vardır, istisnalar tabi ki vardır ama yine de toplumun genelinin bu kavramlara uyduğunu düşünüyorum, malesef…

Kınıyorum…

darjeeling | 08 June 2007 17:00

*Üniversitede spor salonuna spor yapmaya giderken 45 kilo olduğum için bana tuhaf tuhaf bakıp ‘sen nerene spor yapıyorsun?’ diyen, kolestrolümün yüksek olduğundan bi-haber, sporu sadece kilo vermekle özdeşleştiren zihniyeti kınıyorum.*’…. falan oldum’ şeklinde cümle kuranları kınıyorum.*’Ben İngilizce biliyorum’ diye geçinip büyük harfle yazı yazarken hala ‘İ’ harfi kullananları kınıyorum.*Tuvalete girip işini gördükten sonra ellerini yıkamasını gerekirken önce memelerini sonra .öt çatallarını iyice açıp elini bile yıkamadan tuvaletten çıkan kadınları kınıyorum.*Sokakta neredeyse sek sek yaparak eve gitmeme yol açan yere tüküren tüm insanları kınıyorum.*Sokaktaki kedi ve ya köpekleri korkutmaktan haz alan tüm zihniyeti kınıyorum.*Tüm geri kafalı, karafatma, ninja takımını kınıyorum.*Arkadaş arkadaşın suratına bakarken bile ana avrat küfreden, bunu şakaya alan, annesini küfürlere maruz bırakan zihniyeti kınıyorum.*Tırnaklarının içini siyah gördüklerimi kınıyorum.*Üniversite mezunu olmadığı halde kendini bir üniversiteliden daha iyi yetiştirmiş insanlara laf atan insanları kınıyorum.(Ben bir üniversite mezunu olmama rağmen buna dayanamıyorum)*Üstlerine yalakalık yaparak bir yerlere gelmeye çalışan her kim çalışan kesim olursa olsun onu kınıyorum.*Yanınızda erkek arkadaşınız varken sevgilinizin gözleri içine bakıp kaybolan kadın türlerini kınıyorum.*Çocuğuna kendince onu mutlu etmek adına ve çok zengin olduğu için, lüks giyim markalarının bebe reyonlarından 70-80 milyonlara kıyafet alan züppe anne kesimini, çocuklarına para kazanmanın aslında ne kadar zor bir şey olduğunu anlatamadıkları için kınıyorum.*Sokakta takımının maç kazanması ya da kaybetmesi üzerine küfür ederek takımını destekleyen tüm insanoğlunu kınıyorum.*Televizyonda milyarlara milyar demeyen sunuculara verilen paraların aksine 500-600 ytl’ye kamera arkası ekibini idare eden zihniyetleri kınıyorum.*Hiç ama hiç kadın budalası olmayan ülkemiz erkeklerinin(!) önünden bir karış etekle geçtikten sonra ‘ ayyy he raped meeeee’ diye yırtınan zihniyeti kınıyorum.*2 satır yazı yazdıktan sonra elinde ki kağıdı çöp kutusuna fırlatan hatta 1 hamburger için gereğinden fazla peçete harcayıp çoğunun çöpe gitmesine sebep olan insanları kınıyorum.

Oyun Oyun İçinde

khun | 25 May 2007 20:21

Oyunları vardı ben’in, oyun içinde ve ben’lerin. Ben, oyunlar oynardı ben’e ve ben’lere. Herkes oyunlar oynardı kendine ve herkese.
Oyun oyundu sadece, ama hayattı aslında, yaşamaktı.Ben bunu bilirdi, herşey ben içindi, yaşamak da.
Yaşamak bir oyundu, iç içe geçmiş oyunlardı. Ben bunu bilirdi, yaşamakdı asıl olan. Herşey bir oyundu ve hepsi yaşamak. Ve hepsi ben içindi.
Ben varolmak demekti, anlamak, bilmek, acıkmayı, doymayı, doyamamayı, öfkeyi, kıskançlığı, sevgiyi ve plan yapabilmek herşeye dair, oyunlar oynayabilmek.
Ben bilirdi, hayatın kuralları vardı, şartları ve sınırları, hepsi kendisi içindi. Oyunlardı hayat, oyun içinde.
Oyun hesaptı sadece, yalan değildi, yanlış da. Kötü ya da iyi ya da çirkin veya güzel. Sadece oyun, sadece hesap, ben bilirdi hesabını. Çünkü oynamayı bilirdi, herşeyi anlamlı yapan kendisiydi, herşey ben içindi. Gerisi önemli değildi.
Herşeyin bir açıklaması vardı, zaten olmasa ne olurdu ki? Önemli olan hesaba uymasıydı ve herşey hesaba uydurulabilirdi. Bu bir oyundu.
Bazıları düşer, bazıları ayakta kalırdı, hayat böyleydi.
Sınırları vardı hayatın ve kuralları. Ben bilirdi.
Ben’ler vardı ben içinde ve ben’e oyunları, bu, yaşamaktı sadece, hayat böyleydi, ben bilirdi.
Oyunlar önemliydi, hesap önemliydi. Hesap yaşamaktı. Ben hesabını bilirdi. Gerisi önemli değildi. Bunu bütün ben’ler bilirdi, iç içe veya yan yana. Bütün ben’lerin oyunları vardı. Çünkü hayat buydu.
Sadece ben ve ben’lerin hesabı önemliydi, çünkü herşeyi var eden ben’di ve anlamlı. Ben olmasa hayat da olmazdı, kurallar, sınırlar ve oyunlar da.
Ben en önemli olduğunu iyi bilirdi nasıl bilmesindi ki?
Bütün oyunlar sadece oyundu yaşama dair ve isimleri önemli değildi ya da sıfatları ya da ayrıntılar. Önemli olan sonuçlardı. Sonuçlar içindi bütün oyunlar, hesaba uygun olmalıydı bütün sonuçlar. Şimdi doğru olan biraz sonra yanlış olabilirdi. Hayat değişkendi.
Ben bunu bilirdi bütün ben’ler bilirdi.
Hayat böyleydi.

Ben ben içinde..

khun | 22 May 2007 18:47

Benler vardı, sınırlar içinde ayrı ayrı. Benler vardı, ben içinde bir arada. Ben’e ve benlere göreydi, bütün sınırlar ve ben için.
Ben, bilirdi herşey kendisi içindi. Sınırlar da benler de. Ben’e göre tanımlanmıştı herşey ve tanımlanacaktı, çünkü öyle olmalıydı.
Çünkü, ben’di herşeyi anlamlı yapan. Çünkü, ben’di varolmak denen.

Ben olmazsa sınırlar da olmazdı, tanımlar ve kurallar da. Ve hayat da. Tanımdı herşey, sınırdı.
Ve ben bunu bilirdi.
Suyun bile ben’leri vardı, ben içinde. Sonsuzluğun içinde bir sınırı ve sınır içinde sınırları. Atomları, molekülleri. Dalgaları vardı okyanusların ve akıntıları.