bildirgec.org

taş hakkında tüm yazılar

Kadınlar Ne onlarla Ne onlarsız

sbaskentli | 29 January 2007 13:28

Kadınlar dediğimiz zaman kimimiz gizemli bir dünyadan bahsedilirmişcesine irkilir , kimimiz tüm hayvani dürtüler ile hormanlarımızı ayaklandırır , kimimiz ise ürkerek kaçacak delik ararız.

Gerçekten de bilinmezlerin karanlık bir alemi gibi karşımızda sisli bulutların ardından belirerek hayatımıza giren ve erkek hayatında bir çok çizginin bilinçli ya da bilinçsiz olarak değşimine sebep olan gizli bir güce sahiptir onlar.

Aslında bir çok zaman yaratılışdan gelen sebeplerden dolayı kadınların hiç bir şey yapmasına gerek kalmadan biz erkekler sersem uzay taşları misali onların yörüngelerine kaptırıyoruz kendimizi.

Büyük Aileler İçin Sandalye !

hypn0s | 14 January 2007 14:28

Hal Tayler isimli arkadas, büyük aileler için özel ürettiği sandalyeyi tanıtıyor. 3 küçük çocuğuna hikaye okuyabilmek ve aynı yerde oturabilmek için böyle birşey yaptığını söyleyen hal tayler hakkında daha ayrıntılı bilgiye şuradan bakabilirsiniz.

Domino taşlarında gelinen son nokta.

nuppie | 17 December 2006 01:10

Herkesin bildiği domino taşlarının ard arda yıkılması olayına yeni bir boyut katmış enteresan bir video. 20’ye yakın bir birinden farklı dizaynlı domino yıkılma olayı gerçekleşiyor.Tahmin ettiğiniz gibi bu işi ya japonlar yada caboplar yapıyor.

Mağara adamları için fare

isasari | 19 November 2006 18:35

Rus tasarımcı Neko tarafından yapılan fare, cilalanmış taştan oluşuyor. Taş bir fare kullanmak nasıl bir duygudur bilinmez ama, bizi eski devirlerde hissettirmesi muhtemel.

fol yok yumurta yok- eee fol ne peki?

mahmutsami | 13 September 2006 13:51

fol kelimesinin sözlükteki anlamını bilmiyorum, bakmayı da düşünmüyorum. anılar bana yetiyor.
dedemlerin yarı ahşap yarı betonarme evinin altı üç odalı geniş bir ahırdı. odanın birinde inekler kalır, biri fıztık gazeli (kurumuş yer fıstığı yaprakları) dolu olur diğerinde ise tavuklar barınır idi. gerçi tavuklar biraz rahat hayvanlardır, diğer odalara geçmekte pek bir beis görmediklerine değinmeliyim.
inekleri gütmek zevklidir, ineğin kendisi zevkli bir hayvandır zaten. çok güzel gözleri vardır, su içişi izlenmeye değer. yürüyüşü de kendine mahsus bir ritim taşır. ama tavuk öyle değildir. tavukta beni çekecek herhangi birşey bulamadım. üstelik tahmin edilemez derecede inatçıdırlar, kara sinekler ile yarışabilirler bu konuda. bir tavuk kişlendiği (kovulduğu) halde saatlerce tekrar tekrar aynı yere gelmeye çalışır, sanki bedeninde atom reaktörü var gibi hiç de yorulmaz. tavuk bir yere girmeyi bir gaye beller bazen, orada ya yiyecek şeyler var yahut tavuk orasi enteresan bir mekandır diye düşünmektedir.
bu beni pek heveslendirmeyen hayvanın bir huyu vardır: hiçbir tavuk daha önce yumurtladığı yere tekrar yumurtlamak zorunda hissetmez kendini, ama bu hayvanların her gün aynı yere yumurta bırakmalarını sağlayan bir kandırmaca vardır: fol. tavuk ya kişlenerek uzaklaştırılır yumurtalarından ya da kendisi bir ara kalkar işte. o vakit yumurtaları alırken bir tanesini orada bırakacaksınız ki ertesi gün tavuk hanım gelip aynı yere yumurtlasın. yumurtası hala orada diye gelir tavuk, dün şurda yattım ne de rahattı deyip gelmez. geride bırakılanın adı foldur, fol bıraktın mı sorusunu ahırdan yumurta sepetiyle dönerken çok duydum küçükken. biz kendimizce bir işaretle bellerdik folu, ya üzerindeki bir lekeden ya şeklini ezberleyerek, ya kabuğuna bir küçük çizgi atarak. her gün aynı yumurta bırakılır ve o da belli olur ki mazallah ileride bir gün 10 gündür beklemiş folu alıp tazedir zannımca diyerek kırıp yemeyesiniz.
biz boyle yapardık ama bir gun benim anılarıma detay katan bir uygulama gordum. komşumuz munevver halanın ahırına torunuyla birlikte girdik, yumurta alalım, yukarda fıstık yağı ile tavada pişirip yiyelim. sonra da oynarız. plan bildik, ama güzel. ben fola dikkat kesildim, benim için en haysiyetli yumurtalar fol olanlardı, kolayca karnımızı doyurabilmemizi sağlayan, tavuk denen hayvandan sürdürülebilir yumurta hasılatı elde etmeyi sağlayan o gizli kahraman. bir gariplik vardı, şekil tamam amenna lakin renginde hafif bir sorun vardı folun. elime aldım, yahu bu soğuk, yahu bu pütürlü, yahu bu taş be. alper bu taş mı? taaş. taştan fol mu olur? oluyormuş. bir yandan hoşuma gitti, bir yandan bir sogukluk hissettim taştan fola. yumurtaya çok benzer bir taşı fol olarak kullanmak biz insanların tavuk karşısındaki zaferini katmerliyordu ama bir kahramanlık işlevi gören yumurtaların ortadan kalkmasına sebep oluyor. o zaten taş, yumurta değil. ama bizim follarımız harbiden gerçek yumurtaydı. sanki taştan fol ile sağlanan biraz suni bir zafer gibiydi.
neyse laf uzadı, anılar bitmez şimdi. fol dediğimiz böyle bir şey işte. belki yakında mermerden yumurta yapılıyor ya onları da fol diye kullanırlar, ağaçtan yapıp boyanır ya da belki plastikten. benim kalbimdeki yatan civan, aslan, yiğit her zaman gerçek yumurtadan olan foldur.

Çakıl taşı koltuklar

gemeaux | 13 July 2006 18:15

Çakıl taşı şeklinde tasarlanmış bu koltuklar (ve yastıklar) ile kendinizi sahilde, plajda, vs. hissedebilirsiniz diyor tasarımcı firma livingstones. Üstelik sağa sola atsanız bile dağınık görünmeyeceği için rahatça kullanabilrmişiz.

Şerefe! unutulan sevgilere ,unutulan şarkılara

| 12 May 2006 00:13

Şarkılar Şimdiye Bulaşınca………………………………………………

Tüketiyoruz ve tükettikçe etrafımızda ne varsa,biz de onlarla beraber an be an tükeniyoruz. Bu sözlerde yeni bir şey yok. Yeni olan, şu söz: “ismimizi bir tanesinin üstüne yazana dek yavaş yavaş taşlaşıyoruz”. Nerden çıktı şimdi bu karamsarlık denebilir. Aslında bir şarkının, geçmişte güzel bir anıyı ansızın anımsatmasının ve bazısının kalbinde bazısının karnında kunt bir sızı başlatmasının çok da öyle ciddiye alınır bir tarafı olmayabilir. Bu yalnızca bir andır ve geçer diye düşünülebilir. Öyle de olsa bu anlar acı ve güzel anlardır. “Mutsuzluğun şanslı gözyaşları”dır. Çünkü eğer sen öylesine radyo istasyonlarında dolaşırken, kendini bir anda hüngür hüngür ağlıyor halde bulabiliyorsan, o güçlü duygu tarafından darmadağın edilebiliyorsan bu demektir ki sen şanslı azınlıktansın. Bu şanstır. En azından artık benim için öyledir… Ancak bunlardan önce henüz nedenini bulamadığım bir yer var. Bir uçurum bir sınır var. Ve ben nerden düştüysem bu sınırın içinde kesif, karanlık bir duygusuzluk noktasında duruyorum. Her dinleyişimde o zamanların o güzel gözlerinden süzülen ve her defasında damladığı derinlerde bir şeyleri paramparça eden gözyaşları artık kurak bir çöle düşüyor sanki. Sanki bu boşluk bir şeylerin tükendiğini haber veriyor. İçimizde tükenen şarkılar, içimizde tükettiğimiz aşkların kırıltıları. Tabi sadece aşk değil bu. Mutlu geçmişe ve çocukluğa da uzanır. İşte o şarkıyı bir “taş” gibi dinlediğimiz andır çocukluğun kaybolduğu an. Andır o sevgilinin, elinizi tuttuğunda kalbinizde atan mutluluğun ölüme yenildiği. Aşk atmaz artık o kalpte.