bildirgec.org

tartışma hakkında tüm yazılar

Regüle Edilmiş Hayatlar

admin | 29 January 2010 14:33

Çıkmaz sokakların suskunluğunda, bir adım ötesinde; bir nefes daha…

Hep orada olduğunu bildiğin ama bir adım atamadığın. Atamadıkça kendinden uzaklaştığın, uzaklaştıkça ona daha çok yakınlaştığın, ona yakınlaştıkça dokunmak istediğin, tam dokunacakken uzanan eline sıkıca tuttuğun anlar, ızdıraplar… Kendinden uzaklaşman ona yakınlaşmanı çözümlemiyor ki, çözüm yollarını bildiğin halde bulamadığın/ yontamadığın yolculuklara gebe kalıyor.

Regüle edilmiş hayatlar, modifiye olmuş enkarnelere çevrimlenmeden bir önce; durduğun yaşam anlarında, öpüyorum dudaklarından.

yüz tutmuş yas aslında töz’müş

astral | 28 January 2010 15:34

Ölüm, döş, düş, tut, tutsak, yok, hayal; hepsi bu kadar işte, hepsi bu kadar.

Varoluş gerçeği yokluşa giderken. Yine yine anladığım birşey var ki Avatar’ı seyrederken varoluşun yolu yokolmayı göze almaktan geçiyor usul usul üstadım, usuna yatsa da yatmasa da bu böyle…

Her düş baharlara kalmazmış. Kimilerinin bahar olurmuş, kimileri sadece baharlara bakarmış, kimileri seyretmek dahi istemezmiş, kimileri sadece izleyenmiş, kimileri sadece izleyen. Sahnede burası cehennem de üstad. Kimileri cennet de diyor. Ben de dedim. Yeni yıla girdiğim gece sonraki gün ve gece cennetin yeryüzüne inişiydi. Uslu ve dingindi ortalık. Hayal olamayacak kadar gerçekti. İnandım. Oradaydım. Bendim. An be an deneyimleyen özne. Ahh! Okyanus, ahh yıldızlar… Bu hayat ve ben, yorulmak bilmez sorular. İşte ben, uslanmaz haylaz.

GERÇEĞİN YIKILIŞINA İSYAN

admin | 08 December 2009 13:37

Bir yol vardır, gideceğini bilirsin, nasıl olduğunu da bilirsin. Bedenlenmekten kaynaklanan bir durum ki, yol almak zor gelir; zaten yol almayı bırak bedenlenmeyi kabul edemeyen ruh gideceği yolu nasıl etsin?

EN ZOR YOL NEREYE OLAN YOLDUR?

Yollar vardır, içe doğrudur. En zoru da Gaia’ya doğru değil de içe olandır. Oysa insanoğlu mekan değiştirmenin zor olduğunu düşünür. İçinden bir yerden başka bir yere en son ne zaman ulaştın? Yoksa sen de içini dinlememeyi tercihleyenlerden misin? Zaten bu daha kolay olandır. Diğeri içten geçer ve cayır cayır enkarnede olduğunu hissettirendir asıl.

BİLMEK VE DEVAM ETMEK

içimden kaçmak ve kaçamamak

admin | 05 December 2009 10:33

Bir rüya gördüm. İçinde sen ve ben vardık. Üşüyen iki ruhtuk öncesinde, sonsasızlığa kavuşan olduk.

Boğulan ruhlardık kimi zaman, çoktan kaybetmiş kendince. Çoktan vazgeçmiş içinden… Hayattan vazgeçmek, içinden vazgeçmek kadar vurmazmış insanı… Tut ellerimi…

Gözlerim uzaklara bakıyor. Bir gün batıyor, diğer günler gibi. Bu şehir yine tüm karanlığıyla, kararlığıyla ağlıyor kendini geceye verirken… Düşünüyorum, günler geçiyor; içimden bir şehir geçiyor: ‘Ben yaşıyor muyum?’

beynime esir gerçeklik, ilk önce beni vurdu

admin | 30 November 2009 18:10

İçime düşen kan damlalarını taşıyamıyorum.Ruhumun derinliğinde, derinlik, sorular, gerçek; her şeyden tiksinirken, kendimden kaçamayıp duvara toslayanım.

İşte sana yazıyorum hayat, çözülmemiş mahzen duvarların varsa şayet, şimdi onları ya çözmeliyim ya dondurmalı ebediyen bu ruhu. İsyankâr bedenim ruhuma baştan esir, ben kendi beynime esir, beynim gerçek denilene dünden esir. Ben ki, gerçek denileni anlayamayan, uyum sağlayamayan yuvarlanıp, üstü başı çamur içinde kalıp yine de; ‘Bulacağım yanıtı!’ diye debelenenim.

BİZİM YAZ(G)IMIZ

astral | 23 November 2009 10:58

‘ÇOK SEVDİĞİN TARÇININ KOKUSUNU ALAMAZSAN TARÇIN HİÇBİR ŞEYDİR. ÇÜNKÜ TARÇININ TADI YOKTUR.’

– Zamandan azade.


– Taze sıkılmış portakal suyu. Çift katlı otobüs epey sıcak, yanımdaki adam iğrenç, kaşlarım çatık. Bir şehri terk edip diğerine giderken doğru ne soruları beynimde dolaşırken uyuyup kendimden kaçabilmeyi umuyorum.

– Ölmek bir ömür boyu mu sürer?

– Ölmeden doğamazsın. Rüyalarını gerçekleştirebilmek için önce uyanmalısın ve benim uyanma vaktim geldi.
– Eksik parçanı tamamlayamazsın çünkü aynı eksiklik onda da var. İki yarım insan bir tam insan edemez. İlk önce kendini tamamla. Sonra tamamlanmış biriyle ol ama yine de acım geçecek sanma çünkü acın geçmez. Duyduğun acı yüksek benliğinin eksikliği. Onun eksikliği değil. Sadece tamamlanırsan ve o da tamamlanmışsa şayet acı azalabilir ya da geçiştirilebilir ama unutma, ‘Tamamım artık!’ diyemeyeceksin çünkü anlam kapatılmaz. Heterojen, geçişli ve özne olan sen; anlamını sürekli değiştireceksin. Bu yüzden anlamın kapanırlığı mümkün değil.

SUSMA…

| 29 September 2009 17:36

Şen şakrak programlardan sonra Seda Sayan’nın ‘Susma’ adlı yeni TV Programındaki yeni tiplemesi ne kadar gerçek? Seda Sayan, mahkeme salonunu andıran sahnesi ve hakim pozları ile nereye gidiyor? Yeni imajlı Seda Sayan, yaptığı program ile kimlere ulaşıyor ve gerçekten ulaşabiliyor mu?

Bu tür toplumsal sorunları lanse eden programlar ne kadar doğru yapılıyor?

Tamamen tartışma konusu olan bu tür televizyon programları, hangi ölçüye dayanarak doğru yapılıyor?

Hangi ölçüde kontrol ediliyor?

üç konu hakkında HERKES KONUŞUYOR FUTBOL,DİN VE SİYASET!

emrenet | 04 September 2009 16:12

Aşağıda Prof Dr Resul izmirli’nin bir yazısını sizlerle paylaşmak istedim lütfen zaman ayırıp okuyun ve görüşlerinizi eksik etmeyin,insanların gerçekten ne düşündüğünü gerçekten (bir öğretmen olarak) çok merak ediyorum ve önem veriyorum…
Çağdan çağa savrulanlar

İnsanlık tarihi kendi mecrasında akar gider. Bu macerayı takip edebilmek için insanoğlu bu akışı belli dilimlere ayırmaya, bu dilimlerdeki olayları kıyaslayarak olan biteni daha yakından izlemeye çalışır. Mesela taş, demir, tunç vs. devirleri gibi. Devletlerin doğma, büyüme, duraklama, gerileme dönemleri gibi. Bu ayırımlardan biri de avcılık-toplayıcılık, tarım, sanayi, bilgi çağları tarzında dönemlere ayırarak değişimi elle tutulur hale getirme çabaları olmuştur. Aslında bu ayırım genel eğilimi göstermeye yaramaktadır. Çünkü dünyayı şu an için bu kriterlere göre değerlendirirsek bu çağların hepsine örnek teşkil edecek toplulukları görmek mümkündür. Daha geçenlerde Amazonlar’da ilk defa keşfedilen insan topluluklarını görmüştük. Hani mızrağıyla helikopterlere karşı kahramanca karşı duranlar.
Tarım çağı denilerek sanayi ve hele bilgi çağına göre geri bir dönem olarak kabul edilen dönemlere yakından baktığımızda bunun hiç de böyle olmadığını görmek mümkündür. Mesela o çağlarda Çin’de, Mısır’da, Hindistan’da, Buhara-Semerkant ekseninde, Anadolu civarında, Endülüs’te, Meksika’da, Şili’deki insanların yakaladıkları maddî ve manevî seviyeye, bilgi çağında ulaşabilen toplumlar var mıdır? Bugün Çin kültürünün izlerini taşıyan Pekin-Olimpiyat Oyunları Açılışı’ndaki ihtişamı hatırlayın. Ya da bırakın üç bin yılı on sene dayanacak mumyalar yapın, Endülüs’te göze katarakt ameliyatı yapıldığını düşünün. Daha olmadı İstanbul Cağaloğlu’ndaki Başbakanlık Arşivlerinde Osmanlı’nın kurduğu Arşivleme Sistemini inceleyin.
Bütün bunlar tamam. Ama sun’i de olsa yine de bu dönemlerin her birinin hayat tarzları, paradigmaları, sosyal değerleri ve yargıları farklılıklar gösteriyor. Bu arada bir dönemin yönetim tarzı da diğer dönemde geçerli olmayabiliyor. Çağlar arası geçişlerde en önemli problem de yeni girilen çağın gerektirdiği yönetim tarzlarını algılayıp uygulayabilmek oluyor. Özellikle tarım çağından sanayi çağına geçiş eskiye nazaran hızlı olmuştu. Sanayi’den Bilgi Çağına geçiş ise daha hızlı ve sancılı oluyor. Bazı ülkeler sanayi çağını tam idrak edemeden bilgi çağıyla baş etmek zorunda kalmaktalar. Tarım çağının “Ağalık Paradigmasıyla” sanayi çağının problemlerine çözüm bulmak zor iken, bu kafayla bilgi çağıyla baş etmek çok daha zor olmaktadır. “Halis Ağa” ve benzerlerinin problemi bu olabilir mi sizce de?