Bir rüya gördüm. İçinde sen ve ben vardık. Üşüyen iki ruhtuk öncesinde, sonsasızlığa kavuşan olduk.Boğulan ruhlardık kimi zaman, çoktan kaybetmiş kendince. Çoktan vazgeçmiş içinden… Hayattan vazgeçmek, içinden vazgeçmek kadar vurmazmış insanı… Tut ellerimi…
Gözlerim uzaklara bakıyor. Bir gün batıyor, diğer günler gibi. Bu şehir yine tüm karanlığıyla, kararlığıyla ağlıyor kendini geceye verirken… Düşünüyorum, günler geçiyor; içimden bir şehir geçiyor: ‘Ben yaşıyor muyum?’Söyle, dudakların yanımda değil, halin tavrın bambaşka mekanlara koşuştururken kendini; kendi hayatıma koşturmak ve kendi hayatına koşturman, içimde ölen ruhun -ölme içtepisini- canlandıran oluyor…Gün kendini çoktan gece bıraktı, sessizce; usulca… Beynimdekiler de bu denli sessiz mi? Issız olduğu doğru ama sessiz olduğunu söyleyemem, keşke söyleyebilsem…Günler geçiyor, ben geçiyorum; bitmez mi ölüm? Bitmiyor, bitmiyor, bu çaba, bu koşuşturma; ruhlarımız kendi içimizde dahi kaybolurken, bu şehirde nasıl kaybolmasın?Gözlerimin ‘tam’ içine bak. Isınmak için gözlerine ihtiyacım var. Yoksun. Üşüyorum.Gece kendini çoktan kendini yıldızlara teslim etti. Teslim edilmiş bir geced eteslim edilmiş bir ruh yarına nasıl çıkacaksa ben de öyle hazırlanıyorum, yarına…Bu sessizlik bozulmayacak mı? Derin yankılar duyuyorum kafamın içinde. Bir ben varım bir de bitmeyen/ dinmeyen seslerim…İçinden kaçabildiğin bir yer var mı? Benim var. Kayıp odaya isim veren ve anlamlı kılan hatta anlamını yaratan, sen…Yorgun bir ruha diyorlar ki, ‘Devam etmen gerek.’ Gereklilerden kaynaklanmamalı yol alışımız, sadece istediğimiz için olmalı, sadece istek…Yaşama gelirken ölüyor muyuz yoksa söylesene, tüm gün bunca coşkulu olan benim değil mi? ‘Bugün ne kadar mutlusunuz!’ diyorlar. Hı hı, belki içimi susturmak için ben daha fazla gülümsüyor ve mutluyum diyorum gün boyu; belki çevremdekileri sıkmamak için ve belki de başka alternatifi olmadığını düşündüğümden…Üşüyorum…Parçam eksik.Buralarda şimdi akşam, kendini geceye bırakan bir hava hakim. Çoktan kararlı, çoktan ısrarlı, çoktan kendi bildiğini yapan bir hükümdar; şimdi yaşam…
Gün çoktan battı, sığındığım akşam iyi mi kötü mü bilemiyorum. gün kalbimi unutturuyor, o an bu iyiymiş gibi geliyor. Akşamsa, eğer üşüyorsam; bir okyanusta yalnız olmak gibi tarifsiz tınılar içeriyor bedenimde. Hangisi daha iyi, söyle?Hangi yaşam, hangi umut, hangi gülümseyen göz; beni bekliyor… Ruhum böyle solmuşken hala devam etmenin yolu var mı, soruyorum… Kendi tanrısızlığımı kendim hatırlamıyorum.Yanmış mektubun asırlar öncesinde kalan bir mısrasıyım sadece. Çabalıyorum, belki okunurum ve anlam bulurum ilmiklerimde…Asırlar geçiyor üzerimden, bulutlar; yıldızlar; tekamül dediğin bu mu; ey hayat! Akşama vardığımızda kendi akşamımızı farketmek mi gün aşırı?İçimizde bir kadın çığlık atarken, en şu bakışınla gülümsemek mi? İçimde çığlıklar var, yalnız bir nehir ve ötesi…Bir senfoni yükseliyor gecenin karanlığında, gökyüzüne. Beni anlayan, tanımlayan ya da benim kendimi onda tanımladığım ve anlamlandırdığım bir senfoni… Senfoni o karanlıkta yıldızlara yükselirken, kimse duymuyor -duyması da gerekmiyor-. İçime bir yandan derman diğer yandan dert olan bu senfoni ruhumun açık kalan taraflarını açığa çıkarıyor; bir yandan üşüyorum bir yandan da yine de herşeye rağmen var olan bir ruhum olduğu için sessizce ağlıyorum akşama. Akşamdan başka kimse görmüyor, yere düşen gözlerimi yerden alacak ve yüzüme bak diyecek kimse yok, yine yok. Var ama bu şehir gene yalnız. Issız ve benim yalnızlığımla dalga geçen bir eve gitmeye doğru yol alıyorum. Kalbimden uzaklaşıyorum, kalbime yakınlaşıyorum, kalbimden nefret ediyorum; sonra bakıyorum ki, kalbimden başka kimsem yok. Gene beni en çok üzen kalbim var ya, o olmazsa ben de olmayacağım, olmayacağım…Üşüyorum…Issız bir eve, ıssız bir geceye, ıssızlığa yol alıyorum… Yürüyorum. Ne yazık ki, içimi de götürüyorum beraberimde.Yaşıyor muyum, gözlerimde ışık hala var değil mi? Ne mutlu en büyük yalancı benim!