bildirgec.org

sıkılmış hakkında tüm yazılar

Derin mevzuuular

ffb | 09 November 2003 17:28

Süper egomla ,egom Yaramaz ekürilerim benim; Yok ki kimsem sizden baska Yeter artik, vazgecin Bu gardini alma hallerinden, Harcamayin barut niyetine beni, Iktidari olmaz mutlulugun!

Cumhuriyet Bayramı geçti gitti…….

bluenote | 01 November 2003 04:21

cumhuriyet bayramını geçtik.. eskisi gibi sönük sıradan değilde kutlamalarla geçmesi güzel. ama gece gündüz haber veren bir kanalımızın hazırladığı “canlı kokteyl diycem” programı seyrederken gerçekten hüzünle karışık sinirlendim.. bir kere şu irtica başladığından beri Atatürk’ü dinsiz peygamberi gibi lanse eden sözde modern kesime illet oluyorum. sonuna kadar milliyetçiyim ve Ataya minnettarım. ama programda fransızca kantolar şarkılar söyleyerek bayramı kutlayan modern (!)sanatçıları kınıyorum.. ne alaka ya.. yurt dışında ses getirmiş o kadar sanatçımız var.. idil biret, suna kan , tuluyhan uğurlu, fazıl say, tarkan, hatta mustafa sandal. beğen, dinle, beğenme dinleme ama adam türk ve başarmış.. Atatürk’te bunu istemiyor muydu?.. neydi o şarkılar falan ya.. fahir çıktı neyse.. herşey göstermelik..fransızlarda milli bayramlarını asenayla kutluyor zaten. madem milli bayram, yok mu bizim milli değerlerimiz artık ya.. hele gazetecinin biri atayla ilgili bir masal anlattı sanki o da ordaymış gibi sanki çok milli olayda tüylerimiz diken diken olarak dinlemeliymişiz gibi.. “ata bulgaristandayken operaya gitmiş.. carmen dinlemiş.. güzel giyinen ata, hiç pijamasıyla gezmezmiş.. neyse gece yarısı pijamasıyla yanındaki üst düzey adamın odasına gitmiş ve ona ben bu savaşı niye kaybettiğimizi anladım.. çünkü bizim operamız yok ve carmeni halkımız dinlemiyor” gibisinden bişey söylemiş. aman ya tüylerim diken diken oldu.. o devirde ayakkabısını yiyip doyan halk napsın carmeni. eminim ata da öyle bişey dediyseyde öyle değilde “bizde kültüre ve sanata önem verelim falan demiştir. ve hiç sanmıyorum ki savaşı o nedenle kaybettiğimizi asla söylememiştir. çünkü operamız yok.. lafa bak ya.. üstelik atatürk sanat müziğini, halk müziğini çok severmiş ve zeybek oynarmış. annesi türk olduğundan (sözde türk avrupa maymunu modern kesime duyrulur bu.. atatürk türktü..)başı kapalıydı, hatta eşi türbana benzer bişey takıyordu.. millet abartıp soyunsun diye kıyafet devrimini yapmadı. kültürü ve eğitimi özümüzü türklüğümüzü kaybetmemiz için getirmedi.. japonların başarıları asla ama asla özlerini geleneklerini kaybetmemelerinden geliyor. ortada ki dava zaten başörtüsü değil onu alet edenler, bahane edenler. sanki müslümalığın tek simgesi başörtüsü. biz hala didişip duruyoruz. esas davalar bir yanda gündem bekliyor. bir taraf lale devri manyaklığında bir taraf hala aykkabı yiyor doymak için.. Atatürk ve ilkelerini dinsizlik ve avrupa maynunluğuyla karıştıranlarda ne yazık ki medyadalar. burada kasdettiğim devlet değil.. din devlet ayrı olmalı.. yoksa afganistan, iran olur sonumuz. sezer çok duyarlı ve cesaretli davrandı. benim anlatmak istediğim ve kızdıklarım smokinli medya maymunları.. incecik mini minileriyle modern türk kadını gözüken o insanlar. ya bari ramazan ayına saygı gösterin çünkü beğenmesenizde türkiye de yaşıyorsunuz.. ve geleneklerimizi ulusal kanallarda ayaklar altına almayın lütfen. hele milli bayramımızda..

Son Gün

plumprune | 01 November 2003 00:57

Bugün son gündü, “işte son gün…” diyerek sahile indim önce, otelin suni havasından kurtulmak için, yaklaşık elli metre uzaklıkta olan balıkçı iskelesine gözümü diktim, oraya doğru yol aldım. Yan site sakinlerinden sevgili Cafer Ağa’nın üç köpeğinin tatlı haykırışları ile yolum kesildi, onlarla oynaştım. Denize taş attım, getirdiler; taş kaydırdım, durup beklediler. Her tarafım köpek koktu, tokamı ve ufak çantamsı şeyimi ellerinden zor kurtardım. Evlerine dönmelerini sağlamak olası değil, boş arazide otlayan atları kovalıyorlar, ben nereye gitsem peşimden geliyorlar. E benim ayak bastığım yerler, onların da mülkiyeti sayılır. Tatlı mı tatlı Suzie’ye teslim ettikten sonra iki azman ve bir bidillağı, belirlemiş olduğum hedefime tekrar yönlendim, iskelenin ucuna gidecektim. Deniz, balık ve köpek kokusu sardı etrafımı. Derin derin içime çektim. Sürat motorları, kayıklar, ufak restoranlar derken sonunda uçtaydım. Deniz, yaz sezonunda olmadığı kadar berrak ve davetkar, havanın soğuk olması umurumda değil, ancak altımda bikinim yok, atlayamadım. Hayıflandım, sözde evlerine teslim ettiğim köpekler de burnumun dibinde bitti ansızın. Oturduk üç köpek bir de ben yanyana, bekledik belki yunuslar gelir diye. -Heyecana gerek yok, gelmediler. Zaten hikayemin sonunda da enteresan bişii olacağı yok, herhangi bir beklenti içine girmeyiniz.- Otelde son gündü, son müşteriler de yarın ayrılıyordu; ben de sezonu bitirmenin tadına, balıkçı iskelesinde varıyordum. Yalan söyleyemeyeceğim, geldim geleli bi tane bile kitap okumadım, ama çok yakında gireceğim bir sınava, az buçuk hazırlandım. Çalışma kitabında salak hatalar vardı, sıkıldım, bir kenara attım. Alkol tükettim, saçmaladım, taş topladım. Sabah akşam yoğurt yemeyi ihmal etmedim, sağlam kafa, sağlam kemiklerin üzerinde ikamet eder. 29 Ekim’de İzmir’de olmak istedim, Fransız Bayramında balonlar şişirilip, özel kutlamalar düzenlenen otelde, 29 Ekim için bi bok yapılmadı, rüzgar gibi geldi geçti. Bingo yaptık, allem ettim kullem ettim, çıkan rakamlarla bağlantı kurup, bayramı kutladım. Bu arada sahildeki iskeleden yola çıkıp, bingo (tombala) mevzuuna ben nasıl daldım? Neyse… İskele o kadar muhteşem kokuyordu ki, görselliği geride bıraktı. İçime çektim bol bol kokuyu, belki saklayabilirim diye, ama otel restoranına yaklaştıkça, büyü kayboldu, asabım bozuldu. Odaya çıktım, sukunet, kendim ile başbaşa bir iki saat geçiririm ümidiyle, elime de aldım kitabımı, okuyacağım. Heyhat ne mümkün, odaya daldı, elimdeki kitaba bakmadan, salak muhabbetler açtı. Sustum… cevap vermedim… sallamadım… anlamadı. Israrla uğraşıp, kafamı dağıttı. Attım kitabı, ona baktım. “Son gün, son gün…” diye sayıkladım.

Şimdi öğrendim, son gün değilmiş, bi gün daha varmış…

Hayata dair hayatın içinden ve dışından (YADA HİÇBİRŞEY)

LuCiuS312 | 29 October 2003 11:18

Hayat nasıl bir şey ya… Bu aralar çok fazla kastım kendimi bu konulara. Çok garip şeyler düşünmeye başladım. Acaip triplere girdim çıktım. Acil psikolojik müdaheleye ihtiyacım var.Her gün her şey gözüme değişik görünüyor. Bir saat önce aynada kendime bakıyorum, benim. Bir saat sonra tekrar bakıyorum, tamam yine benim. Ama bir saat önce ki benle şimdi ki ben ben değilim ayrı benlerden benlerim. Ben neyim. Korku var hayatımda bir süredir. Aşk yok uzun süredir. Bağlılık var hayata ve bana. Başka bir bok yok uzun süredir. Her şey o kadar monotonki biraz önce geçtiğim sokak biraz sonra geçtiğim sokakla aynı. Ama evimin yolu hep farklı. Yattığım yatağım bir ferrarinin 0-100 ünden daha kısa sürelerde değişiyor. O kadar monotonki. Sanki her gün yaşıyorum. Sanki bu gün ölüyorum. Ama yarın yaşıyorum. Sanki adımlarımı havada atıyorumda, zaten havada asılı duruyorum. Boyutta değil boyut bende sanki. Boşlukta uçuyorum. Ama ben uçma bilmiyorum. Düşüyorum. Nereye kadar, nereye, nereden düşüyorum. Ama düşüyorum. Ya da ben duruyorum herşey yukarı çıkıyor. Bu gün ölmek için güzel bir gün diyorum. Bitiriyorum işkenceyi. Sanırım biraz olsun rahatladım…

reklamciyim ve fakat essek diilim!

Jazziza | 27 October 2003 12:05

insanlar zaten bize guvenmiyor, surekli yalan soyledigimizi dusunuyorlar, neredeyse mahkemede sahitligimiz kabul edilmeyecek! hakli olabilirler, ama bu kadari pes! reklamci oldugum icin utandim yani! cola-turka ve coca cola’nin yeni “ramazan” reklamlarindan bahsediyorum. insanlarla bu kadar da oynamayalim artik hanimlar beyler ya! nedir o, sanliurfa’dan zonguldak’taki maden iscilerine kadar herkes iftar saatini bekliyor, ama coca cola’yla! cola’la iftar yapmazsaniz kabul olmuyor cunku! ya da tadi cikmiyor ramazan’in! hele cola turka! soktunuz insanlarin hayatina, sempatik oldugunu filan mi dusunuyorlar? bunlari yapan da turkiye’nin en iyi reklamcilari! ulker ve coca cola insanlarin sirtindan, bu dort basi mamur reklamci bozuntulari da onlarin sirtindan gecinip gidiyor! alan-satan memnun durumu! ben diilim kardesim! bu pozitif milliyetcilik mi ne haltsa sevmedim ben bunu! ben boyle reklamlar yapmam, yapana da demedigimi birakmam!

Etki Altında

hook | 14 October 2003 10:21

Şehir hayatını yaşayan insanin klasik bunalımı. Etki altında kalmak. Sabah trafikte giderken, akşam evde televizyon seyrederken, Sinemaya gidince, alışverişe çıkınca, gözümüze dayatılan, reklamlar, fikirler, düşünceler. Nereden başlasamki, sabah önünde zınk diye durup müşteri bekleyen taksiciye sinirlenmemden mi, yoksa gece seyrettiğim süper bir filmin beni soktuğu yapay mutluluktan mı? Yoksa bira içtiğin arkadaşların güzelce vakit geçirdiğini düşünüp, Normal dünyaya döndüğünda hayatında hiç bir şeyin değişmediğinin farkına varmamdan mı?
Olmuyor olmuyor olmuyor. BU kıyafetler, bu araba, çevremdeki insanlar ne kadar benimle özdeş, ne kadarı egomla ilgili ne kadarı süper egomun kurbanı. Hey allahım çekip gidip ormanda otun bokun arasında minimum etki altında yaşamak vardı ya, geldik sapladık burnumuzu şehrin içine ve onun yapay problemlerine.
Al işte klasik şehir adamının sabah sabah karın ağrısı, bir temiz sopa atmak lazım banada.

request.form(“hale”)

tekteker | 10 October 2003 00:40

Yıllar geçmiş aradan. 32 yıllık şu kısa hayatımdan 4 yıl geçmiş. O yanımda olmadan. Zaten ne kadar yanında olabildim ki. Ne kadar aptalım. Neden istediği zaman yanında olamadım. Peki ondan ayrılınca neden çareyi bir an önce başkalarında aradım. Bu dört yıl boyunca sanırım kendimi kandırdım. Bu dört yılın ilk bir ayını ona dönebilmek için neden harcamadım? Bu hale gelmek bana bir ceza mı? Peki insan nasıl böylesine kaybolabilir? Bütün e-mail adresleri, icq, msn nickleri yok olabilir? Cep telefon numarası değişebilir? Oturduğu ev, arabası, işi bir ipucu bırakmaz? Peki bu benim aptallığım değil de nedir ki bir tane bile ortak arkadaşımız olmaz? Ben de bir tane bile resimi olmamasına ne denir? Mavişim neredesin?

Beni kategorize etme!

aksangrav | 04 October 2003 18:17

Masanin onune gel, oyle konus departmanindan,..

Kiralik ev lazim. Bakiniyoruz haliyle sokak, cadde. Malum, bu isin miri de bu simsar milleti. Muhattap oluyorsun uyumlusuyla da uyumsuzuyla da mecburen. Simdi uyumlulari iyi hos da, uyumsuzlarinin kellelerini koltuklarinin altina veresi geliyor insanin periyodik araliklar ilen. Soyle ki; bir daire goruyorsun; penceresinde, balkonunda, bi yerinde “kiraliktir efendim, su su emlak, telefonu da bu” diyor. Olur, ariyorsun, soyle boyle, bilmem kac oda falan da filan da. E bi gorelim istiyorsun haliylen. Gidiyorsun dukkana / ofisine. Bak misal bu da muhim, zira bu simsarlarin calistigi yerlerin kimisi dukkan, kimisi de ofis. Ofis olanlar genelde uyumlu elemanlar. Yani profesyonel diyebiliriz uzerinde calistiklari konuda. Musteriyi anliyorlar, derecesinde ilgileniyorlar. Lakin dukkani olanlar tam cakal kisilikler. Hani utanmasa soyle soyle diyecegim, ama utanmiyorlar zaten. Giriyorsun dukkana, once eleman seni bi suzuyor. Selam sabah fasli falan konuya giriyorsun, “iste boyle boyle, su mevkide bir ev gordum kiralik, siz ilgileniyorsunuz galiba, nedir ne degildir, bir gorsek”. Aha, simsar dukkaninda kral olmus, basliyor seni sormaya. “Once sizi bi taniyalim!”. Len bucur, ben kendimi mi pazarlamaya geldim, sana ne benden? Yapman gerekeni yapip istedigim evi gostersene sen bana. Hadi begendim, ondan sonra varsa bi derdin konusur anlasiriz. Gorunusumde falan bisey olsa yine bu kadar kizmayacagim. Musteriye dukkanindaki 80 model dandik buro masasinin arkasindan bakabiliyorsun diye sah mi oldun aslanim? Curumun ne ki len senin, hayta? Kalkmis benden sahsim hakkinda bilgi istiyor. Beni tartacak aklinca. Elleellee, hadi yuru. Baska modelleri de var bunlarin. Misal diyorsun ki, “kiralik ev lazim, iste su su muhit bidibidi, su kadar fiyat dolaylarinda”. “Ha”, diyor, “su su var, bakmak ister misiniz?”. “Olur, bakalim”. Bakiyorsun, begendin begenmedin, ayrilmak istiyorsun. Lakin eleman bastiriyor da bastiriyor “illa ki telefon numarasi isterim, almadan dunyada birakmam” diye. E olur vereyim dersen yandin. Dirt, surda ev var, pirt burda ev var. Hani kayda deger biseyler ciksa yine icim yanmayacak. Adam gibi ev bul, benim sana soyledigim standartlarda, ara beni; o tamam. Ama eline nerden ev dusse sesimi duyma istegiyle yanip tutusuyor yaramaz. Yapma canim, yapma arkadasim. Zorlama bunyeyi. Ah soyle bi sahibinden bulsam.

Lost in space

tatlıtrapez | 30 September 2003 14:52

İlk gördüğüm andan itibaren ona adeta tapmıştım.Bir erkeğin bir kadına körü körüne bağlanması hele bir de böylesine arabeskvari bir tanımla tapması bana hep garip kimi zaman da anlamsız gelmişti ama başka açıklaması yoktu yaşadığım şeyin.Aslında farklı şehirlerdeydik.Tesadüf sonucu tanışmıştık.Yürümezdi böyle bir ilişki hem nereye kadar giderdi ki?…Ama biz başardık.Çok direndik.Artık hayatımda benim için önemli olan şeyler elimde olmadan yavaş yavaş önemini kaybetmeye,onların boşluğunu da bu sevgi doldurmaya başlamıştı.Öğrenciydim.Maddi durumum çok iyi değildi ama elime geçen tüm parayı onunla yaptığım telefon görüşmelerine ve onu görmek için yaptığım yolculuklara harcıyordum.2 veya 3 ayda bir o benim yanıma gelirdi.2 yıl bu şekilde geçmişti.Onun yaşadığı şehirde çalışma fırsatını çok kovaladım ve en sonunada bu fırsat elime geçti.Hiç düşünmeden,geride çok düzenli bir hayat bırakarak yanına gittim.Çok mutluydum çünkü o ana kadarki en büyük amacımı,belki biraz da şansımın yardımıyla gerçekliştirmiştim.