Bugün son gündü, “işte son gün…” diyerek sahile indim önce, otelin suni havasından kurtulmak için, yaklaşık elli metre uzaklıkta olan balıkçı iskelesine gözümü diktim, oraya doğru yol aldım. Yan site sakinlerinden sevgili Cafer Ağa’nın üç köpeğinin tatlı haykırışları ile yolum kesildi, onlarla oynaştım. Denize taş attım, getirdiler; taş kaydırdım, durup beklediler. Her tarafım köpek koktu, tokamı ve ufak çantamsı şeyimi ellerinden zor kurtardım. Evlerine dönmelerini sağlamak olası değil, boş arazide otlayan atları kovalıyorlar, ben nereye gitsem peşimden geliyorlar. E benim ayak bastığım yerler, onların da mülkiyeti sayılır. Tatlı mı tatlı Suzie’ye teslim ettikten sonra iki azman ve bir bidillağı, belirlemiş olduğum hedefime tekrar yönlendim, iskelenin ucuna gidecektim. Deniz, balık ve köpek kokusu sardı etrafımı. Derin derin içime çektim. Sürat motorları, kayıklar, ufak restoranlar derken sonunda uçtaydım. Deniz, yaz sezonunda olmadığı kadar berrak ve davetkar, havanın soğuk olması umurumda değil, ancak altımda bikinim yok, atlayamadım. Hayıflandım, sözde evlerine teslim ettiğim köpekler de burnumun dibinde bitti ansızın. Oturduk üç köpek bir de ben yanyana, bekledik belki yunuslar gelir diye. -Heyecana gerek yok, gelmediler. Zaten hikayemin sonunda da enteresan bişii olacağı yok, herhangi bir beklenti içine girmeyiniz.- Otelde son gündü, son müşteriler de yarın ayrılıyordu; ben de sezonu bitirmenin tadına, balıkçı iskelesinde varıyordum. Yalan söyleyemeyeceğim, geldim geleli bi tane bile kitap okumadım, ama çok yakında gireceğim bir sınava, az buçuk hazırlandım. Çalışma kitabında salak hatalar vardı, sıkıldım, bir kenara attım. Alkol tükettim, saçmaladım, taş topladım. Sabah akşam yoğurt yemeyi ihmal etmedim, sağlam kafa, sağlam kemiklerin üzerinde ikamet eder. 29 Ekim’de İzmir’de olmak istedim, Fransız Bayramında balonlar şişirilip, özel kutlamalar düzenlenen otelde, 29 Ekim için bi bok yapılmadı, rüzgar gibi geldi geçti. Bingo yaptık, allem ettim kullem ettim, çıkan rakamlarla bağlantı kurup, bayramı kutladım. Bu arada sahildeki iskeleden yola çıkıp, bingo (tombala) mevzuuna ben nasıl daldım? Neyse… İskele o kadar muhteşem kokuyordu ki, görselliği geride bıraktı. İçime çektim bol bol kokuyu, belki saklayabilirim diye, ama otel restoranına yaklaştıkça, büyü kayboldu, asabım bozuldu. Odaya çıktım, sukunet, kendim ile başbaşa bir iki saat geçiririm ümidiyle, elime de aldım kitabımı, okuyacağım. Heyhat ne mümkün, odaya daldı, elimdeki kitaba bakmadan, salak muhabbetler açtı. Sustum… cevap vermedim… sallamadım… anlamadı. Israrla uğraşıp, kafamı dağıttı. Attım kitabı, ona baktım. “Son gün, son gün…” diye sayıkladım.Şimdi öğrendim, son gün değilmiş, bi gün daha varmış…