bildirgec.org

sevmek hakkında tüm yazılar

lâf

astral | 20 February 2008 14:44

‘Lafla adam olunsaydı, en erdemli insanlar politikacılar olurdu.’

dedim. Özel’in olsaydım, mücadele ederdin, sahiplenirdin, benim seni sahiplendiğim gibi. Kızıyorum hem sana hem bana. En çok da, kendime.

Sana kızıyorum sahiplenmediğin için. Kendime kızıyorum, seni sevdiğim, düşündüğüm, aradığım, özlediğim için…

Ev bomboş geldiği için. Alışmakta zorlandığım için. 4 ay öncesine dönmeyi isteyip de zorlandığım için. Antidepresan almadan gün geçiremediğim için.

CÜMLE KURMANIN YAZILMAMIŞ HAZİN BİYOGRAFİSİ

neoberg | 19 February 2008 15:30

Okulumuzun çıkacak dergisini neredeyse tek başıma yapıyorum.Burada yayınlanmak amacıyla derlenen bir yazı çok hoşuma gittiği için paylaşmak istedim.

Ağzımızdan çıkan ilk kelimeyle yüreğimizi ısıttık,yüzünüzü güldürdük,neşeniz olduk.Bize neden cümle kurmanın ızdıraplı,çetrefilli,riskli bir yol olduğunu söylemediniz de,kelimenin mutluluğuyla avunduk yıllarca.Cümle kurmanın acemisi olduk,muzdaribi,yorgunu olduk.Bir cümle kurarak,bir kalbi kırdık.Bir cümle kurarak,bir başlangıca imza attık.Bir cümle kurarak bir filmin “SON” yazısının harflerini oluşturduk.Bir özne ve bir yüklemin yeterli olduğunu söyleyen dilbilgisi kitaplarının basitliğinin aksine,hayatımız hangi cümlelerde özne olmanın ve hangi yüklemleri yüklenmenin ağır tercih sınavlarıyla geçti.Hangi cümlede ‘ben’ olacaktık?Hangi ‘biz’e katılacaktık?Kim için ‘sen’,kim için ‘siz’,kim için ‘o’ olacaktık?’-Di’li geçmiş zamanlarımıza eklenecek,’-yor’ ekli fiiler belirleyecekti,’-ecek’lerimizi.Ve bizi asla ilgilendirmeyecekti,elalemin ‘-miş’leri.Bizim için ‘-dır’ların kesinliği olacaktı,gözümüzle gördüğümüz ya da gözümüzle görmüş kadar kesin olan.Kimi zaman ‘gizli özne’ olsak da bir ‘ben’ olarak var olacak,faili olmadığımız filleri üstlenecektik.Kimi zaman ‘edilgen’ bir fiilde gizleyecektik kendimizi.’Ben’ diye yükseltecektik sesimizi,gurur duyulası cümlelerde ve kısık sesle dile getirilen bir savunma cümlesindeki yarım ağızla söylenecekti yine aynı ‘ben’.İlk ‘anne’,ilk ‘baba’ kelimeleri dökülürken ağzımızdaniaklınızdan uçuverdi söylenen sözlerin geri alınamazlığı.Ve biz,müfredat lisanıyla konuşan öğretmenlerimizden bir kompozisyon konusu olarak öğrnedik,dilin kemiğinin olmadığını bir atasözü olarak.Biz, ‘seviyorum’ cümlesinin öznesi olmanın ağırlığı kadar, bu cümlenin söyleyicisi ve muhatabı olmanın ayakları yerden kesici başka bir ağırlığını da bizzat yaşayarak öğrenmek zorundaydık.Yürümeyi düşerek öğrendiğimiz gibi, cümle kurmanın zorlu güzergahını da, yanlış zamanda, yanlış muhatablara, yanlış kelimelerle kurulmuş cümlenin pişmanlık raporuna eklenmesiyle öğrendik.Ama dizimizdeki yaralar kadar kolay geçmedi,dilimizdeki ve kalbimizdeki yaralar.İlk cümlelerimiz kalbimizle paraleldi.Kalbimizde ne varsa, cümlelerimizde de o vardı.Sonra kalbimizi gizlememiz gerektiğini öğrendik,nerden öğrendiysek.Bu ayrışma o kadar yoğunlaştı ki, kalbimiz sızlar, cümlelerimiz yalanlarla kirlenir oldu.Hayat, cümle kurma satrancı haline geliverdi.Her kelime bir hamle, her imalı söz bir ‘şah’, her cevap verilemeyen cümle bir ‘mat’ oluverdi. O insanın içini ısıtan, yüreğine su serpen, aklını karışıklıklardan, beynini bulanıklıklardan, hayatı karamsarlıktan kurtaran cümleler azaldı. ‘Seni seviyorum’lar çoğaldı ama, kalpteki sevgilerden çok daha fazla. ‘Ben’ler arttı, benliklerin şımarması oranında.Hayatı, cümle kurmanın, kuramamanın, cümlelere muhatap olmanın ızdıraplı, çetrefilli, riskli yolu biçimlendirdi. ‘Anne’ sözcüğünün sevimliliğiyle başlayan hayat, her zaman aynı sevimlilikte bitmedi.Yapılacak hesaplar arasına, kurulan cümlelerin sorumluluğu da eklenerek verildi son nefesler.

TOPRAK

sahinden | 23 December 2007 23:38

Bugun sımsıyah bir bulutla duş aldım..
Gitsin diye üstümden bütün ilahi lekeler terledim ardından süresizce.
Düşünmek her şeyi. Bu ülkede veya bu ülkenin herhangi bir toprağında zerdali ağaçlarının hışıltısıyla.

Süresiz aşkların süreli birliktelikleri gibi ışıl ışıl çağlayan, içinden huzur geçen rüzgarların tadı gibi temizlenıyorum şimdi yavaş yavaş.

Düşüncerler değil düşüncesizliklerle kirlenen ruhumu yağmurlara vurdukça bütün kızıl bulutlar ruhuma iniyor gibi ürperiyorum.
Tanrıya dönüşü yaşıyorken sessiz sessiz dökülüyor kaşlarımın üntüne saçlarım.
Nan kokusundaki bereketlilik gibi düşündükçe o’na gidişimi hayal edebiliyorum sık sık.
Ben soyunuyorum sana dıyorum. Tüm lekelerimi çıkarmış ilahinin tınısını bekliyorum
Bir ses versen de gelsem diyorum. Etime sardığın ruh anlamını yitirdiği günden bu yana
Sesinin hasreti ile geceyi gündüz gündüzü gece ediyorum.
Bir yanda sarı siyah bir film şeridinden geçen et kokan bir hayat, bir yanda ahrimi ve ahrilerimi bütünleştirecek olan olan sen ebedi ışık.

bil ki.. bekliyorum sesini..

Ve AŞK sana AŞIĞIM ben Aşkımın adı altında aşkı yaşarken…

sbaskentli | 13 December 2007 10:32

Uzun zaman oldu sevmek üzerine bir şeyler yazmayalı. Duygusuzlaştım sanırım diye düşünmeye başladım.

Oysa ben aşıktım yani hala aşığım. Ama yazmak gelmedi her nedense içimden.

Aşk acı vermeyince damarlarından kan çekilir hale gelmeyince sanki uykuya yatıyor. sürekli bir mutluluk hali onu rölantiye alıyor. Ya da sürekli bir mutsuzluk hali…

Canım çekti aşkı…..

Aşkım yanımdayken üstelik…

Ne yapmalı….

Aşık olmalı yeniden…

Aşkıma aşık olmak yeniden…

Ona yeniden bakmak ilk günkü gibi…

yagmurla gelen su perisi

DEJAVU 07 | 04 December 2007 14:50

Yağmur güzeldir bu mevsimde. O kendine has kokusuna, yeni yeni açan bahar çiçeklerinin ve huzur dolu toprağın kokusunu ekleyip başlar insanları büyülemeye. Yağmur güzeldir bu mevsimde. Dalgalar bile dingin dingin serilir su yüzeyine. Sahil kenarında, hala tek bir şemsiyeyi paylaşan ihtiyar sevgililer.. Yıllara meydan okumuşçasına … Ya da bir apartmanın kapısının eşiğinde bir birine sarılmış genç bir çift… Düşen damlaları izleyip, aynı ıslaklığı dudaklarında yaşayan …. Yağmur güzeldir bu mevsimde ve bu mevsim de yağmur güzellikler getirir peşi sıra …. Su perileri mesela, çok az insan görebilir onları, ancak ıslanmaktan korkmayan ruhlarını bulutların altında yıkayanlar görür su perilerini. Islak saçları, dünyayı aydınlatan gülüşü, dudağından sarkan yağmur damlası, melekleri kıskandıran sesi ile yağmurun bir lütfü gibi durur öyle karşısında. Sen de onlardan biriydin işte. Yağmurla gelen bir su perisiydin. Nereden ve neyle geldiğini bilmiyorum ama geldin bir kere ve de hoş geldin. Habersiz geldin ama gitmene izin veremem su perisi. Ufak bir çocuğun elinden en çok sevdiği oyuncağını almazsın dimi? O zaman gitme su perisi, kal benimle. Elimi tut, gözüme bak, içimde ki hasrete vuslat ol, dudaklarımı ıslat ve izin ver, izin ver seveyim seni. Senin beni sevmeni istediğim gibi…

BİLSEYDİN

siirimsi | 05 November 2007 13:22

Uzak yollar, uzak ufuklar
Uzak yollar, uzak ufuklar

Uzak yollara yürüdün hep, uzak dağlarda uzak ufuklar seçtin kendine, uzak mutluluklar hedefledin, uzak yollarda yürümek istedin her zaman… Uzak gözlerde yaşadın kendini, uzak umutlarda kaybettin hayallerini. Uzaklarda yitirilmiş bir küçük insandın, bulunmayı bekleyen, seni bekleyen, senden başkası olmayan bir uzak yar, bir uzak dost bakıştı görebildiğin… Mesafeler dolusu kilometrelerde var olduğunu bildiğin ama, çok uzaktan baktığın…

Başlayıp da bitiremediğin, bir türlü sonunu getiremediğin bir iş oldu sana hayat… Öylesine yaşamaklarda, öylesine koşturmaklarda, öylesine susmalarda geçiverdi günlerin… Uzak dağlardan, gök kızılı akşamlardan, aydınlık sabahlardan kesmedin umudunu… Kendinden başlayıp kendinde biten bir hikayede bulamadın düşlerini… Hiç bir şiirden arta kalan bir mısrayı bir kıtaya dönüştüremeden, yarım kaldı şiirin. Yarım kalmışlığı ad edindin yüreğine, yarım bir şiirsin şimdi, cümleleri uzaklarda arayan… Bilseydin, bir gün uzakların hiç yakın olmayacağını, şiirini tamamlardın belki… Bilseydin var olmanın kendin olmak olduğunu, unuturdun uzakları… Bilseydin…

Kahverengiye dönüsmüsüzdür çünkü…

| 05 November 2007 09:31

Dogdugumuz zaman yuvarlak ,keskin,saf bir yüzümüz vardir.icimizdeki evren bilincimizin kirmizi atesi yanar durur.Ama yavas yavas ….
bizi
ana babalar yer,
okullar yutar,
sosyal kuruluslar emer,
kötü aliskanliklar kemirir,
yas ise tüketir.
Sindirildigimiz zaman;tipki ineklerdeki gibi alti mideden gectigimiz zaman,pis bir kahverengi tonunda cikariz.

CANIM İKİZİM- Teşekkür Ederim!

| 26 October 2007 00:07

Onu o kadar çok anlattım ki. “Aman be sıktın” deniyordur belki. Onun hakkında yazacaklarım yazdıkça çoğalıyor sanki. Canım ikizim… Hiç bitmez yazacaklarım ikizim hakkında.

Doğum günü tebriğinden sonra, yine kalbim Ayşecimle doldu taştı, birşeyler yazmaya karar verdim onun hakkında. Ayşe’ yi 5 yaşından beri tanıyorum. Şöyle bir bakıyorum da 15 senedir hala çözememişim kendisini. Kimse çözemedi onu. İzin vermedi kimseye. Kendisinin çizdigi bir dünyası vardı, o dünyanın dışına bir kez olsun çıkmadı. İçeri kimseyi de kabul etmedi. Ben hariç… Bana kapıyı açtı çok defa. Girdim ama karıştıramadım. Bir köşede oturdum her seferinde. Hiçbir şeye dokunmama izin vermedi. Ayşe’ nin dünyası diye birşey var. Eminim ben buna. İçinde kendi kendine süper uğraşlar bulduğu, harika şeyler ortaya çıkardığı, belki mutsuz belki hüzünlü belki kendisini içinde yalnız hissettiği bir dünyaydı. Bana çok albenili gelirdi hep.

Küçükken arada gelir “hadi bizim site için bir dergi çıkaralım, sonra dağıtalım” der dururdu:) Birşeyler yazar, hikayeler toplar, kendimizce karikatürler çizip güya kendi dergimizi oluştururduk. Bir başka gün Ayşe’yi kapılarının önünde bulurdum. Önünde birşeyler olurdu. İncik, boncuk filan, sonra bebeklerine diktiği giysiler… Meğer onları satıyormuş. Bazen de annelerimiz filan evde yokken mutfağa girer onun süper fikirleri doğrultusunda heryeri alt üst ederdik.Sonra babam bana paten almıştı. Benim olur da, Ayşe’nin olmaz mı hiç? Ona da almışlardı. Ama onunki daha güzeldi. Pembeydi onunkiler. Benimkiler gri:( Tam onların evinin önünde çok az arabanın yavaşça geçtiği, süper, dümdüz bir asfalt yokuş vardı. Kendimizce uydurduğumuz birşey vardı. Patanist… “Patanist olalım” derdik. Çok alışmıştık, o yokuştan çok güzel (cidden güzel şimdi bile küçümsemiyorum. gerçekten çok başarılıydı) kayıyorduk. Artistik hareketler yapmayı da hiç unutmuyorduk. Biraz daha büyüdükçe babasının fotoğraf makinasını aşırmaya başlamıştı. Garip garip bir sürü fotoğraf çekerdik. Kamerayla gelirdi bir başka gün. Her şeyi videoya alırdık. Ergenlik dönemine gelince görüşmediğimiz iki sene boyunca, Ayşe birçok resmimizi photoshopla değistirmişti. Videolarımızı kesip biçip değişik şeyler oluşturmuştu onlardan. Evet, Ayşe’ nin dünyasının yeni ugraşı photoshop ve benzeri bir dolu program olmuştu. En son üzerinde çalıştığı şeyleri gösterince epey şaşırmıştım.Çok profesyonelceydi gerçekten. Kendi dünyasında süper işler çıkarmıştı. Ama kimsenin haberi yoktu, tek ben biliyordum onun o süper orijinal fikirlerini. Tek bana göstermişti. Dünyasına sadece beni davet ederdi çünkü. Çalışmalarıyla mutlaka çok güzel şeyler başaracağını seziyordum hep. Ama o işletme okumaya başladı. Ayşe’ye o kadar tersti ki. Ne diyebilirdim ki. Ayşe’nin dünyası sonuna mı gelmişti yoksa:(

Onun içimi neşeyle kaplaması doğum günü tebriği sayesinde oldu. En anlamlı tebrikti onunki benim için. Aramadı diye kızmıştım çünkü hiçbir doğum günümde beni yalnız bırakmamıştı. Telefonum bozulduğunda bile ne yapıp edip babamın numarasını bulmuş ve o şekilde ulaşmıştı bana. Burdan da anladığım, o beni terk eden arkadaşlarımın, özel günlerde hep unuttuklarını “kontörüm yoktu.” “telefonum bozuktu.” “telefonumu çaldılar unuttun mu?” gibi bahanelerle örtmeye çalışmalarının hayatımda duyduğum en saçma sapan yalan olduğu… İstemek önemli sadece. Ayşe, benim onu aramadığım zamanlarda ne yapar eder, bana bir şekilde ulaşır, kontörü yoksa da ailesinden birinin telefonundan arardı mutlaka. Ona minnet borçluyum ben galiba. Beni bir annem bu kadar sevdi bir de Ayşe. Anne sevgisi farklı birşey. Ama ben biliyorum annem kadar duygusal sevmese de beni çok seviyor. Ne zaman arasam yanımda olacak biliyorum. Ben onun hiçbir zaman yanında olmayı başaramasam da, o her zaman yanımda olduğu gibi yine yanımda olur, ne olursa olsun. ” Bir eli kanda olsa” derler ya işte öyle… Evet, Ayşe bu doğum günümde aramamış, “ne yapsam da duygulandırıp ağlatsam?” diye didinip ugraşmıştı herhalde. Uzun bir aradan sonra msne girmiştim. Bir mail vardı bana. Ayşe’dendi. Doğum günü mailiydi. Birkaç birşeyler yazmış. Aşağı indikçe resim gibi birşeyler olduğunu gördüm. Ama Ayşe’yle benim resmim filan değildi. Silik renkli kalemle yazılmış kağıtların fotoğraflarıydı. Zorlansam da okumaya çalıştım. Ne olduğunu kavrayamadım ilk başta. Çok fazlaydı. Bir sürü kağıt resmi. İlkini okuyup bitirince ne olduğunu anladım. Ayşe’nin günlük sayfalarıydı. Birbirimizden koptuğumuzda yazdığı günlük sayfaları… Benden bahsettiği, o an ağlayarak benim hakkımda yazdığı, neden onu hiç arayıp sormadığımı söyleyip durduğu günlük sayfaları. Nasıl bir doğum günü tebriğiydi bu? Üzmek mi yoksa sevindirmek mi istemişti? Aslında her ikisini de yapmıştı.Hem biraz içim burkulmuştu hem de sevinmiştim. Sevinmiştim çünkü beni bu kadar bir tek ikizim seviyordu ve herhalde bir tek de o sevecekti. İçimin burkulmasını, kendi yaşadığı üzüntüleri bana aktarabilmek ve bir nebze olsun içini dökmek için istemişti, sevinmemi de beni çok sevdiği için… Sonra bir cd geldi kargo ile. “Ne bu? ne bu?” diye düşünürken taktım bilgisayara açtım.İlk karede ikimizin bir resmi vardı.Fonda çok güzel bir parça çalıyordu. Sonra benim bile hiç görmediğim bir resmimi koymuştu.Yavaş yavaş büyüyorduk resimlerde. En küçüklük resimlerimizden en büyük halimize doğru, en doğal hallerimizde… Çok güzel olmuştu. Müzik bitip benim uyuyan resmimle video son bulduğunda gözlerimde yaşlar birikmişti bile. Bu da doğum günü hediyemdi sanırım.

OFFFFFF

peripetty | 25 October 2007 18:59

Bugün çok canım sıkkın. Hiçkimselere anlam veremediğim birgün yaşıyorum. Hani canınız sıkkın olduğunda herşey üst üste gelir ya aynen öyle birgün işte. Şimdi kapıdan çıkıp kendimi sahile atmak istiyorum. Kimseler olmasın rüzgarın esintisi olsun sadece birde çay. Siznle paylaşmak isterim. Neden insanlar çok bencil? Ya da neden birinin iyi niyetli olduğunu anladığında insalar emrivakiler yapar. Bende eğer çok sevdiğim biriyse bütün işimi gücümü bırakır giderim. Ama ona sıra geldiği zaman kavga kıyamet. Anlıyacağınız arkadaşlar bugün beni çok üzen bir olay oldu. Yaptığım süprizlerin birdeğeri kalmıyacak çünkü ben yarını bugün yaşayamam maalesef. Ama yinede seni çok seviyorum. Kitabımı almadığın içinde kızmadım. Alışkınım zaten her işimi kendim yapmaya….

KEDİM

| 23 October 2007 22:04

Tüyleri beyaz, bakışları çok masum, sanki elimi sık dermiş gibi bir patisi diğerinden daha yukarıda olan kedim… Babam onu ona çok kırıldığım birgün getirmişti. Böyle bir kedi daha önce hiç görmemiştim. Eskiden kartopu vardı. Babam onu daha 4 yaşındayken doğum günümde almıştı bana. Nasıl yaktığımı hatırlamadığım yanık patisi için ne masallar uydurmuştum minik aklımda. Şimdiyse bu kedi. Henüz bir isim bulamadım. Doğrusu bir isim aramadım.
Kedilerden korkarım ben. Aslında çok severim ama elim kemiklerine değdiği zaman çıldırırım. O yüzden hiç gerçek bir kedim olmadı. Zaten alerjim var, olamaz da. Küçükken terasımıza gelen kediyi çok severdim. O zaman korkmuyordum ama her yerimde yara çıkmıştı. Alerjim varmış…

Kedimin resmini gören gerçek sanıyor. Bakışları aynı gerçek bir kedi gibi. Kedilerden korkmamayı öyle çok isterdim ki. Bayılıyorum onlara. Ama elimde olmayan bir korku var içimde. Dokunamıyorum, uzaktan sevmekle yetiniyorum.
Odamda tek hayvan kedim değil. Bir de kuzum var, ona “zuzu” diyorum. Zuzumu da çok seviyorum. Çok sevmiştim onu ilk aldığımda. Ama tüyleri o kadar güzel değil.

Kedimin tüyleri çok başka. Bazen geceleri onu da alıyorum yatarken. Rahatlatıcı tüyleri var kedimin. Dokunduğunuz zaman bütün negatifliğinizi alacakmış gibi. Ben dokununca sinirliysem rahatlıyor beni benim cefakar kediciğim.

Bu aralar adet edindim onunla yatmayı. Gece rahatlamak için koyuyorum onu karnıma. Sonra elimi başından sırtına doğru indiriyorum. Kuyruğuna geldiğimde sanki bütün kötülükleri atmış oluyorum üstümden.Uykuya dalana kadar onu okşuyorum. Tüylerinin arasında parmaklarımı gezdiriyorum. Ben kedişimi çok seviyorummmmmmm…