bildirgec.org

şehir efsaneleri hakkında tüm yazılar

Yalnızız…

infuscoare | 30 October 2002 09:47

Yalnız doğuyoruz, yalnız yaşıyoruz, yalnız ölüyoruz. heh..Hayatımız boyunca birileriyle birşeyler paylaşıyoruz sanıyoruz.

Acılarımız bizim, mutluluklarımız bizim, nefretimiz yine bizim. Birlikte gülüyoruz, birlikte ağlıyoruz ama gözlerimizi kapadığımızda sadece bizim dişimiz ağrımaya devam ediyor ya da sadece bizim kalbimiz heyecanıyla doluyor bir sonraki günün.

Gerçekten paylaşıyor muyuz ? Buna emin miyiz ?

Öğretilmiş paylaşımı yaşıyor olabilir miyiz…

Bir gün batımının,yüksek tepelerin ve ay ışığının, belki de istanbul boğazının kaybolmakta olan güzelliğini bir ekmek parçasını paylaşır gibi paylaşabilir miyiz…

Şuradaki ayın güzelliğine bak demek yeterli mi bunun için.Kırılmış kolumuzun ağrısını geçirir mi elimizi tutan şefkatli eller,hisseder mi onlar da, paylaşır mı sancılarımızı.

O kadar gelişmiş ki duyularımız,o kadar basitleşmis ki iletişimimiz.yalnızız…

Sadece gördüklerimizi konuşur,konuştuklarımızı duyar,dokunduğumuzu hisseder olmuşuz. beynimizi tek tuş otomatına almışız, one touch easy modeli…neye ne tepki vereceğimiz çoktan ayarlanmış, hazır-pişmiş-cafcaflı kutularda satılan yemekler gibi. Düşünmek yok, irdelemek yok. Paketlenmiş servise hazır hale gelmiş eylemler.

Genellenmişiz.Detaylar yok olmuş.

Farkına bile varamadan yapayalnız bir ,çok hücreli organizma , olmuşuz.

Bağımlıyız.Alışkanlıklarımıza,

eşyalarımıza,arkadaşlarımıza,

sevgilimize bağımlıyız. Özgürlüklerimizi vermiş, başkalarınıkini almışız.

Keşke paylaşabilseydik,duyularımız sadece koltuk değneklerimiz,zekamız onların kontrol merkezi olabilseydi.

Çünkü zekamız iki sessizliğin arasında konuşulmayanları duyabilir,iki satırın arasında yazılmayanları okuyabilirdi.

O zaman gerçekten paylaşır,hisseder ve korkularımızdan kurtulurduk. Kaybetme korkusu olmazdı, o zaman bağımlı olamazdık. Çünkü bilirdik kaybetmeyeceğimizi….

aman tanrım dedirtti

supermarket | 29 October 2002 21:57

tam olarak parasız, pulsuz kaldığım için sattığım bilgisayarımdan sonra bu kötüyle başbaşa kaldım neyse şikayet etmiyorum ama bu ev mevzusu sinirlerime dokunmaya başladı. gece rüyamda aşık olduğum kızı görüyodum sonra birden onu öpmeye başladım buda yetmezmiş gibi uykumun ortasında uyanıp kendime kendine gel supermarketdiye tokat attım yani ses getirir cins tokatlardan. bilmiyorum o kadar bi sinirim bozukki mesela yarın doğum günüm ama ben ortalardan kaybolmayı falan düşünorum sanırsam bide istanbula taşınmak istiyorum. yani yakında ankara kusmaya başlıcam ben ya amma sıkıldım. ama dur şu sergimi bi açıyımda… evet plastik sanatlar sergisi açıyorum herkez gelsin baksın beğendiği bişey olursada alsın götürsün. sanırım git gide birisinin bana sonu hayırsız bir oyun oyandığını anlamaya başladım ama bi patlıcak departman adı bulamıyorum. sıkıldım. herşeyden sıkılıyorum.

Liderlik dersleri

hotshite | 29 October 2002 21:23

Ernest Shackleton 15 Şubat 1874’deİrlanda’da Dublin’in işçi mahallelerinden birinde dünyaya gelen Ernest Shackleton 16 yaşında okulu terkedip dünyayı keşfetmek üzere ticari gemilerde çalışmaya başladı. Gemicilikte uzmanlaşan ve daha sonra evlendiği zengin bir ailenin kızıyla ortak şirket kuran Shackleton kazandığı parayla Güney Kutbu’na keşif seyahatleri gerçekleştirdi. Bunlardan en ünlüsü ve Shackleton’ı dünyaya tanıtan 1914’de başlamış olduğu seyahattir. Haritalarda Falkland takım adalarının doğusunda göreceğiniz Güney Georgia adası bu seyahatin ilk durağıydı. Arjantinli ve diğer Güney Amerikalı balina avcılarının dinlenme istasyonu olarak kullandıkları bu adadan “Endurance” isimli gemiyle 5 Aralık 1914’de ayrılan Shackleton bir buçuk ay sonra Antarktika sahilerine ulaştı.İlk etapta kutbun merkezine doğru yürüyüşe başlayan gemideki keşif ekibi soğuktan ötürü ağır hastalıkların ortaya çıkması nedeniyle merkeze 97 mil kala geri dönmek zorunda kaldı. Bu konudaki karar Shackleton’a aitti. O, kimsenin ölmesini ve keşif seyahatinin böylesine ağır bir faturaya değmeyeceğini düşünüyordu.Öyle zordu ki verdiği karar, yaşamının tutkusu haline gelen bir hedefi başkasının yaşamı için o anda feda etmek durumunda kalıyordu. Endurance'in sonuArdından daha kötü bir sürprizle karşılaşıldı. Endurance, 27 Ekim 1915’de Weddell Denizi’nde buzlar arasında sıkıştı ve buzların arasında parçalanıp battı. Shackleton ve beraberindeki 27 kişiden oluşan mürettebat 5 buçuk ay süreyle tek bir bitkinin olmadığı buzla kaplı bir alanda branda çadırlarda yaşamak zorunda kaldılar. Sonunda gemiden kurtarabildikleri filikalarla Güney Kutbu’nun kuzeybatı ucundaki Fil Adası’na ulaşmayı başardılar. Oradan Shackleton 5 adamıyla beraber 800 millik mesafeyi tek filikayla aşıp yeniden Güney Georgia adasına ulaştı. 17 günde okyanusu aşıp Georgia’ya çıkan ekip daha sonra yardım alarak Fil Adası’na geri döndü. tek filika Yaklaşık 1 buçuk yıl süren bu inanılmaz keşifte her türlü olumsuzluğa,hatta aşılması imkansız denebilecek engellere karşın Shackleton ve ekibi tek bir kayıp vermeden İngiltere’ye geri dönmeyi başardılar. Uygarlıktan bin 200 mil uzakta, yaşam umudunun her gün giderek yok olduğu 18 ay.

menü

asymptot | 24 October 2002 23:06

aşağıdaki metin, ankarada tunalıda bir kafenin menüsünün kahveler kısmından copy-paste’dir: (mexico ve ethiopia kahveleri için yazılan bölümler)

Değişik, yumuşak ile tatlı arası bir lezzet yelpazesine sahip, parlak ve titrek karakterli bir kahvedir.

Narin dolgunluğu, berrak asiditesi ve şarabımsı buruk lezzeti ile tanınır. Üzeri kapalı imalı bir limonilik taşır, kahvesini sade sevenler için.

sonsuza kadar sürmesini istediğin şey ?

infuscoare | 24 October 2002 08:46

‘siz ona şeytan dersiniz, o meleği tercih eder..’

Bir kaç kişiye sorulmuş bu soru. Pek çoğu zenginlik demiş,bir kaçı şan demiş,biri yaşam, sonuncusu aşk demiş.

Yaşam küçük kız çocuğu,bir elinde ay,bir elinde güneş,gözlerinde denizler,dudaklarında rüzgarlar,kalbinde aşk,kafasında da aşkin cevabı varmış.

Yüzyıllar zor geçmiş, acılar sonsuza kadar,yalnızlık sonsuza kadar,göz yaşları sonsuza kadar. Yaşam sonsuza kadar çünkü.

Sonunda yaşam aşkı bulmuş.Onun saçlarında gümüşler,gözlerinde melekler ve kalbinde yaralar,bereler…Kendi kalbini ona vermiş,onunkini kendi almış ama olmamış. Çünkü `cevabım aşk` diyenin aşkı yaşayacakmış ama bedeni değil.

Goğsündeki yaralı kalbin sahibi ölmüş,küçük kız büyümüş.Güneş kalbinde,ay ve dünya gözlerindeki denizde batmış.Kurtulanlar sadece kaçanlarmış.Aslında bütün elma hikayeleri de yalanmış …

Katıla katıla gülermiş,gülerken ağlatırmış,ağlattıkça daha da gülermiş artık. Artık o kadar güçlüymüş ki, soru soranlar pişman olmuş, tekrar çıkagelmiş.Kafa tutmuş gelenlere, lakin onlar biliyorlarmış nereden başlayacaklarını.Göğüs kafesindeki tutsak kalbin ona ait olmadığını da tabii.

Ne onlarin gücü yetmiş küçük kıza,ne de küçük kızın gücü yetmiş tekliflerini reddetmeye.

Anlaşmışlar sonunda zoraki.Kız ölümsüzlüğünü vermiş onlara, onlar da goğsündeki kalbin sahibini bır geceliğine ona…

L.jargar`dan…

Beni Yak Kendini Yak Herşeyi Yak..

a C k | 20 October 2002 05:26

.::DUMAN::. Alt Kemancida super bi’ konser vardi bu gece(yok dun gece.. iste 19unu 20sine baglayan gece) Yeni album cikti (Burada da bahsedildi) Hatta “beni yak kendini yakk herseyii yakk, bir kivilcim yeter ben hazirimm bakk, ister op oksa istersen oldurr, aşk icin olmeli ask o zamann askk..” Mukemmeldi, haftaya bronxta gorusuruz 😉

ilk yazı

janset | 19 October 2002 23:15

ya arkadaşlar sitede yeniyim “bu, bu bölüme yazılır mı be kardeşim” şeklinde yorumlar yapmamanız için sölüyom yanlış bölümeyazmış olabilirim ama en uygun bu gibi geldi. İnsanların bilmediği bazı çok genel durumlar var. Ya da en azından benim tanıdığım bi çok insanın bilmediği şeyler, mesela kasetlerin üst kısmında iki tane küçük kare bulunur, bu karelerin içi boştur yada üstü kapalıdır. eğer üstü kapalı diilse, kasede çekim yapamazsınız, eğer kapalı ise yapabilirsiniz. yani bu bir kaset aldığınız zaman, üstüne yanlışlıkla bişey çekilmemesi için bir nevi güvenlik önlemidir. mesela bunu benim tanıdığım bi çok insan bilmez. bide mesela çok basit olarak, uhu kapaklarında bi çubuk gibi bişey olur, o uhunun jelatinli olan ağzını açmak içindir. kapağı ters çevirip uhuya batırırsın ve açılır. bunu da çok insan bilmez. varmı böle başka sizin bildiğiniz? bide bu biraz alakasız olucak ama, istanbulda hıttı’yı bilmiyo insanlar çok şaşırdım. bizim okulun bahçesinde yetişiyo geçen gün farkettim 🙂 arkadaşa “aa bak hıttı var okulun bahçesinde” dedim, o ne diyip güldü, sonra bilmiyomusun dedim ve okuldaki diğer arkadaşlara sordum. kimse bilmiyo walla. demekki bizim orda yetişiyo, burda yetişmiyo 🙂 (hıttı, salatalık gibi bişey, çok daha uzun ve ince ve açık yeşil)

dünyanın değişmeyen kuralı

yeşil | 19 October 2002 23:05

Eskiden bir yerlerden duyduğum veya okuduğum -hatırlayamadım hangisi olduğunu- birşey yazacağım.

Zamanlardan bir zaman çok zengin ve güçlü bir şeyh varmış.Vücuduna kurşun, bıçak, kılıç… hiçbir şey işlemezmiş. Bu yüzden yapayalnız yaşarmış çünkü korkusu yokmuş kimseden. Bir çete (3 erkek ve bir kadın) bunu soymaya karar vermişler. Plana göre kadın şeyhi kendisine aşık edip sarayına yerleşecek, sonra arkadaşlarını saraya sokarak şeyhi soyacakmış.

Kadın o kadar güzelmiş ki şeyh de ona karşı koyamamış.Sarayına almış. Zaman geçmeye başlamış. Kadın arkadaşlarını saraya almış ve soygun başlamış. Ama terslik bu ya şeyh uyanmış.

Hırsızları fark ettiğinde paralarını hiç düşünmeyip doğruca kadının odasına koşmuş. Çünkü ona bir zarar gelmesine dayanamazmış. Kadını odasında yatakta otururken bulmuş. Tam derin bir oh çekecekken çete başı gelip kadını zorla götürmüş.

Şeyh arkalarından gitmiş korkusuzca.Ne olursa olsun kadınını kurtaracakmış. Hırsızlar bakmışlar ki şeyh tek başına peşlerinde dönmüşler ve şeyhe saldırmışlar. Ama şeyh bıçak darbelerine aldırış etmeden hepsinin hakkından gelmiş. Söylendiği gibi hiçbir yara açılmamış vücudunda.

Kadında inanamış ama fark etmiş ki o da seviyor şeyhi.

Kadın şeyhi kendi yaşadığı viraneye getirmiş. Ve tanıştıkları andan beri ilk defa gerçek bir sevgiyle öpmüş şeyhin gözlerini.Şeyhin gözlerinden yaşlar akmaya başlamış. Sonra kadın ilk defa sevgiyle dokunmuş şeyhe ve dokunduğu anda şeyhin o zamana kadar aldığı tüm darbeler yaralar açılıvermiş vücudunda. Ve şeyh kadının kollarında ölmüş.

Kadın deliye dönmüş koşarak bir kocakarıya gitmiş olanları anlatmış. Yaşlı kadın gülümsemiş önce, sonra dünyanın değişmeyen kuralı demiş; acının ne demek olduğunu ancak gerçek sevgiyi hissettikten sonra anlayabilirsin…

altıkırkbeş’e dair.. (göründüğü gibi diil hiçbirşey)

christabel | 18 October 2002 08:10

“Kaybedenler Kulübü”, “Kadınları ve yaşamı öğrendiğimiz Kadıköy sokakları”,Wilde, Poe, Blake “tutku”su…

Hayata dair, “standart” olduğu iddia edilen herşeye karşı, kompleksli, orta yaşlarını geçmiş bu iki adamın önderliğinde yapılan herşeyi protesto ediyorum.. Edebiyat ve müzik hiçbir zaman bu kadar basit olmadı…

İki adam vardi bir de radyo programı, kaybedenler kulübü… Bu iki adam kaybetmişti sözde. Standart yaşam içinde yollarını bulmaya çalışıyorlardı, kaybetmişlerdi ya, hayat sırtını dönmüştü onlara.. Hiçbirşey aynı olamazdı onlar için, anlayamazdı kimse onları, keşke Buckley hayatta olsaydı, ama onu öldüren şey de yanıbaşlarındaydı. Her an sıra onlara gelebirdi. Paraları yoktu, aşk arıyorlardı, kadınlar arıyorlardı, acı çekiyorlardı sadece müzik vardı, ve kitaplar.. Herkes aradı onları, Çamlıca Kız Lisesi’nin bahçesinden baktı kızlar Kaan’ın motorunu görebilmek için, ne zaman gelirdi eve, kedisi var mıydı acaba? Ne yerdi, nasıl kadınları severdi… Kısa süre içinde efsane oldu Kaan ve Mete. Kadıköy sokaklarında her köşe başında bir kız beklerdi ya onları. Bir gece önce radyoda duyduklarını düşünerek… Ne kadar da özeldiler! Anlayamadılar, radyoda duydukları Poe’nun umutsuzluğuydu, Nick Cave’in acısıydı onların hassaslığıydı, sadece onların kırılganlığıydı… Kaan ve Mete’nin değil. Kaybedenler Kulübü büyüdü, Kaan ve Mete de büyüdü, para kazandılar, para harcadılar, hor gördükleri stardart hayatın gözde tüketicilerinden oldular. Kaan yeni motor aldı, Mete çöp evini, annesini ve kedisini terk etti. Ama radyo programında kaybetmeye devam ettiler. Esas kaybedenlerin kazandırdıklarını tükettiler. Küçük kızlar da gözyaşlarını tükettiler onlar için… Ne acı…Mete bakire olanlarla yatmazdı, Kaan için fark etmezdi, seçme hakları vardı artık, erkeklerdi ya, efsane olmuşlardı, tükettiler…

Çok tuttu bu. Kahraman oldular. Neden daha fazlası olmasındı ki? Daha fazla hayran, daha fazla para, daha fazla… O kadar fazla ki kompleksleri görünmese…Bir yayınevi mesela, sanatla içiçe, zavallılıklarını kaybetmişliğe büründürebileceleri tek şeydi edebiyat.

İşte bu yüzden, hiç bu kadar ucuz olmamıştı kitaplar, müzikler… Hala sürdürüyorlar bu yalanı… Ve ben, inanmamayı tercih ediyorum. Birebir yaşanmışlıkların acısıyla dolu olmasam da, karşı cinse sunabilecekleri her türlü fiziksel çekicilikten yoksun kalmış bu adamların kıt edebiyat ve müzik bilgisini kadınları ve üstün yaşam standardını onlara getirecek bir araç olarak kullanmalarını protesto ediyorum… Kullanılmayı reddediyorum..