bildirgec.org

sanat hakkında tüm yazılar

Mükemmelil Ölçüsü: Altın Oran

tanolas | 16 February 2010 10:57

Altın Oran ‘ a ilişkin matematik bilgisi ilk kez Milattan önce 3. yüzyılda Euklid ( Öklid ) ‘ in Stoikhea ( Geometrinin Öğeleri adlı yapıtında ” Aşıt ve Ortalama Oranı ” adıyla kayda geçmiştir.
Altın Oran Fibonacci sayılarına ait bir özelliktir.

Altın Oran doğada,sanatta hatta yaşayan organizmalarda bile görünen bir matematiksel sayıdır. Bu sayı Pi sayısı gibi 13.sıradan sonra sabitleşen Altın Oran 1.1618033988……’a eşittir.
Yunan alfabesinden gelen ” F ” ” Phi ” ile sembolize edilir.
Fibonacci dizisinde bir sayıyı kendinden önceki sayıya böldüğünüzde birbirine belirgin şekilde yakın sayılar çıkar.Serideki 13.sırada yer alan sayıdan itibaren bu sayı sabitlenir.
0 1 1 2 3 5 8 13 21 34 55 89 144 233 377 610 987 1597……
377 / 233 = 1.618
144 / 89 = 1.618

KENDİNİ İMHA ETMEK

Bandista | 16 February 2010 09:44

Bir tiyatro oyunu 2 saat 45 dakika sürer ve sıkılmadan izlerseniz. Çok ciddi bir hayat öğretisi ile çıkıyorsunuz ve unutamayacağınız şeyler öğreniyorsunuz demektir. Tiyatro Oyunbaz’ın aylardır başarılı ve dirayetli birşekilde

Bilgi Üniversitesi Dolapdere kampüsünde oynadığı oyun izlenmeye değer ve daha fazlasını hak eder bir yorum.

İbsen gibi ağır metinlerin yazarından dökülen kelimeler Tiyatro Oyunbaz ile güncel ve dinamik bir şekilde akan oyun repliklerine dönüştürülmüş. İbsen bireyci ve anarşist yapıtlar üreten bir yazar olmasına rağmen Oyunbaz’dan epik bir oyun yorumu gözlemleyebilirsiniz.

Gün Doğdu, Işıkçıya Ne Gerek

admin | 15 February 2010 16:34

Sanat bir istisna, monotonluğun ve yaşama kavgasının ortasında ferah bir ada olmaktan kurtuldu kurtulalı, giydiğimiz tişörtten kimlik analizi yapmaya çabalayan modernist zihniyetin zorunlu bir “artık ürünü” haline geldi geleli, sanatın ilhamını aldığı günlük yaşam ve hatta günlük kahramanlıklar didik didik ediliyor, öyle ki sadece hapşırsak aklımıza üç Cem Yılmaz esprisi, iki film sahnesi, üç müzik klibi geliyor. Sanat zor olmasına hâla zor, değeri, en azından benim gözümde hâla var, ama sanatın “hobi olarak yine yap”ılacak bir şey olmaktan çıkması, artık usta çırak ilişkisiyle değil, saf yetenekle hiç değil, amfilerde öğrenilecek bir kavram olması, sanat ve zanaat arasındaki farkı sadece takdir edilmeye indirmiyor mu? Bir kunduracıya gazetelerde değinilince bir sanatçının pelerinine bürünüyor ve bir yönetmenin filmi kimse tarafından bilinmezse “amatör” oluyor adı. Sanat ve zanaat farkının bu derece küçülmesinin ve kitlelerin “popüler kültür” –genelde bu iki kelimeyi birbirine zıt bulurum- aracılığıyla kendilerine sanat diye sunulana hayranlık duyma gereksiniminin en önemli sonucu sanat eserlerinin sayısındaki muazzam artıştır.

Hamsin 14: Sanatçı ‘Uyanışı’

admin | 15 February 2010 10:39

Uyandım. Bir döndüm yatakta şöyle; başucumdaki suyu dikip içtim. Beyaz perdemden donuk bir ışık geliyor. Yan döndüm. Büzüldüm. Sehpanın üstünde bir kitap var. Öyle, baktım uzun zaman kitaba. Ne kitabı bu yahu? Burada mıydı? Kimin kitabı. Yüzükoyun döndüm. Yatağımın solundaki kalorifer peteğinin üstünde sıra sıra dizilmiş kitaplar. Bazısı yeni, bazısı kopuk. Bunlardan bazısı epeydir burada. Bazısı arada yenileriyle yer değiştiriyor.

Bir adaya düşmüşüm mesela şimdi… Ada ıssız. Sadece bu solumdaki kitaplarla düşmüş olsam… Ne kadar zaman idare eder acaba bunlar… Dönüşümlü okusam hep. Diğerini okurken ilkini unutmaya çalışsam. Böylece tekrar okuyuşlarda hep ilk okunuştaki lezzeti bulmaya çalışsam. Neyse… Kimin bu kitap o sehpadaki…? Telefonumun yanında. Telefona hiç bakmayayım. Göbeğim açılmış uyurken. Hafiften üşüyorum. ‘Tembeller şahı’ dedim kendime.

Akşam kafadan bir tarif uydurup ‘çiiizkek’ yapmıştım. Telefona uzandım. Bir mesaj… Baktım. ‘Sevgililer gününüz kutlu olsun…’. Bu da kim. Numara hiç tanıdık değil. Bir arasam mı… Ne arayacağım yahu!

Bugün birileriyle yürümek istiyorum. Hava ılık galiba. Ilık havada yürüsem. Bir sevgiliyle olması şart değil. Keşke… Bir bakayım kimmiş bu. Numaramı gizleyip yorganın kenarından çıkardığım koluma dayandım. A… Bir erkek sesi? Kapattım hemen. Kimse kim, bana ne. Tanımadım sesi.
Telefonu sehpaya bıraktım. O kitabın yanına. kimin bu kitap yahu? Buradan bakınca sırt kısmı görünmüyor. Kapağı da yabancı gibi. Tanıyamadım. Uzanıp aldım. Edebiyat kuramları ve eleştirisi. Allah Allah… İçine baktım… 15. basım. İçindekilere gözattım. Önsözler… Birinci baskıya önsöz, onuncu baskıya önsöz… Öf…

İlk sayfaya baktım. “Sanat nedir, sorusuna ilk verilen cevap… Sokrates der ki, elinize bir ayna alın… Onaltıncı yüzyılda Van Dyck demiş ki, ‘Bunlar ayna, evet resim değil ayna bunlar’. Dr. Jonshon, Stendhal, bizde de Recaizade Mahmut Ekrem, sanatın, hikaye ve romanın ayna olduğunu… Görüngüler, yansımalar… Üç şekilde olurlar. Yüzey gerçekliğini, tümeli (özü) yahut ideal olanı yansıtır…”

Kapattım kitabı. Gözlerimi de kapattım. Sonra hafifçe araladım kirpiklerimi. Sarı yorganın kenarından peyaz perdeye doğru, kirpiklerimin arasından baktım. İşte tamam? Tıpkı Monet’nin tabloları gibi oldu ‘görüngü’. Sanat yaptım işte. Herkes kirpiklerinin arasından böyle baksa… Olur mu olur.

Bu Monet’nin ayçiçekleri resmi vardı. Van Gogh’un da vardı. Benim de en sevdiğim çiçek ayçiçektir. Kocaman kafalarıyla neşeli ve azman görüntüleri vardır. Monet’nin ayçiçekleri, sakin bir ikindi vakti derli toplu, temiz bir evde masanın üstünde duran, zamanın akışını umursamayan huzur dolu çiçekler. Sanırım bu evde parkeler cilalı. Sigara da içirtmiyor sahibesi. Oysa Van Gogh’un ayçiçekleri akla ölümü getiriyor. Sanki evde ağır hasta, ama hastalığı uzun zamandır devam ettiği için artık yakınları tarafından kanıksanmış biri varmış gibi. Hastanın kocası manyak bir ihtiyar olmalı. Hava sıcak, içerisi de havasız ve loş olduğu için torunlar içeriye girmiyorlar pek. Gelinler de komşularla ‘laklak’a dalmış. Oğullar zaten ilgilenmez. Atmışlar hasta analarının bakımını karılarının üstüne… Aylardan Ağustos…

Parça ve Resimde Parçalılık

kuduz kedi | 21 January 2010 16:18

Bir bütünü oluşturan ve hepsi birer işlev taşıyan öğelerinin her birine parça denir. Günlük hayatta buna benzer bir tanımla anılan parça terimi, bir sanat terimi olarak kullanıldığında sanat yapıtının kütlesel olarak tümüyle ya da konu ve teknik olarak ifade ettiği tüm anlamları ya da yöntemleri oluşturan her bir leke, çizgi, doku, anlam, kavram, görüş vb. birer parçadır. Her parça sanatçının isteğine ya da izleyicinin algısına göre bir işlev edinir ya da edinmez. Bir eserde işlevsiz olan bir parça eserin bütünlüğünü bozar ve tamamlanmamış hissi verir.

Rönesans dönemine kadar sanat yapıtlarında kullanılacak her bir parça önceden belirlenmiş biçime ve işleve uygun şekilde eserde yerlerini alırdı. Ancak rönesansla birlikte sanatçının adının da eserle beraber anılır hale gelmesiyle beraber sanatçının şahsi üslubu, fikirleri ve kişiliği de eserlerde yer bulmaya başlamıştır. Sanatçının esere kendi isteğiyle bir parça eklemesi (genel uyumu bozmamak kaydıyla) sanatsal anlamda konuya yönelik bir parçalanma süreci başlatır. Bu parçalanma süreci sonunda birbiriyle uyumlu olan parçaların birbirlerine göre farklı durumları/konumları ya da işlevleri bulunan birden çok parçayı ayrı ayrı değerlendirme fırsatı doğurur. Bu yöntem eserin teknik olarak analiz edilmesi kadar anlamsal boyutta da farklı anlam katmanlarını görme imkanı tanır. Bu çok katmanlı okuma yöntemi izleyicinin algı düzeyiyle sınırlıdır. Algı düzeyi eseri algılayacak düzeyde olan ve bunun altında olan iki seyircinin sonuç hakkındaki değerlerndirmeleri farklı olacaktır. Sanatçı eseri parçalarken ya da parçaların her birini tasarlarken farklı algı düzeylerine göre aritmetik olarak çoğalan değerlendirme farklılıkları zincirini başlatmış olur. Eser; anlamsal, tekniksel ve dönemsel parçalanmalarda olduğu gibi farklı katmanlar oluştururken bu katmanlar arasındaki gruplaşmaları ya da birbirine yakınlığı sayesinde benzer başlıklar altında incelenen parçalar bütününden ibaret hale gelir.

dolmakalem

astral | 20 January 2010 14:20

Parmaklarım tek tek dokulu resim kağıtlarına dokundu. Tek tek seçtim, renk renk sonra dokulu olanlarından da tonlarına ve dokularına göre bir sürü kağıt aldım.

Dolma kalemlere baktım. On yıldır kullandığım kalemimi çok değerli bir dostuma hediye etmiştim ve onu istediğim bölümü kazandığımda kendime hediye almıştım. Şimdi benim doğum günüm için kendime bir sürpriz yapmaya karar verdim. Çok güzel bir kalem seçtim. Birkaç on yıl rahat kullanılabilecek bir dolmakalem.

tasarımcılara özel e-dergiler

admin | 19 January 2010 14:43

internet’in gelişimine ayak uyduran online yayıncılık sektörü, ihtiyaca yönelik içeriği e-dergiler aracılığıyla geniş kitlelere sunmaya devam ediyor. ücretsiz sunulan e-dergiler artık flaş ve sayfa çevirme eklentileriyle daha kaliteli ve görsel açıdan daha etkililer. bilgisayar ekranlarının dokunmatik yapıya bürünmesi sayesinde artık, e-dergiler kullanım açısından daha ileri düzey olanaklar da sağlayabiliyor.

Visualizer Magazine
Visualizer Magazine

tanıtım sayısını yeni yılda sunan visualizer magazinede illüstratör yiğit köroğlu’nu, fotoğraf sanatçısı mehmet yalhı’yı ve 76 tasarımcının portfolyosunu bulabilirsiniz. dergiyi “pdf” ve “exe” olarak indirebilirsiniz.

Embrosyst
Embrosyst

beş sayıyı geride bırakan Embrosyst’in “collage” temalı sayısında türk fotoğrafçı murat saygıner’in çalışmalarını da görebilirsiniz. indir.