bildirgec.org

samuel beckett hakkında tüm yazılar

Beklentiler ve Godot

sislipuslu | 22 December 2010 11:15

Godot’yu beklerken, Samuel Beckett‘ın absürd tiyatro biçiminde yazdığı, beklemeyi konu alan ünlü bir eseridir.

Beklemek, talihsiz bir eylemdir; kontrol sizde değildir, gelip gelmemek beklenenin elindedir. Beklenen, bir çocuğu gönderir ve “bugün gelemeyeceğini ama yarın kesinlikle geleceğini” bildirir. Çaresiz beklersiniz. Çünkü iki seçenek vardır; beklemek ve vazgeçmek. Vazgeçmek intihardır; sizi yaşama bağlayan tek şey her gün Godot’yu bekleyişinizdir çünkü ve Godot’nun her gün gelmeyişi.

Beckett’in ölümsüz eserinden; Waiting for Godot (2001)

queennothing | 20 December 2010 16:58

Samuel Beckett’in meşhur oyunundan uyarlanan film “Waiting For Godot“, 2001 senesinde çıktı. 2 defa Emmy’e aday gösterilen Amerikan sinemacı Michael Lindsay-Hogg tarafından çekilen film, DVD olarak piayasaya çıktı. İrlandalı aktör Barry McGovern ve Johnny Murphy‘nin başrollerini paylaştıkları bu tek mekanlıık filmde Stephen Brennan, Alan Stanford ve Sam McGovern de rol alıyor.
İki kişinin Godot adlı birini beklemeleri üzerine kurulu oyun, Godot’un kim olduğunu, beklenen yere gelip gelmeyeceği veyahut karakterlerimizin Godot’u niçin beklediğine dair bilgi vermiyor. Yaprakları dökülmüş bir ağacın altında Godot’u beklemeye başlayan Vladimir ve Estragon’un arasında geçen diyaloglarla ilerleyen oyuna sonradan katılan Pozzo ve kölesi de oyunu ilginç kılan yan karakterler olarak beliriyorlar.

TÜRK ROMANCILIĞINDA POSTMODERNİZM

kahvekokusu | 23 March 2010 15:01

: paintingsbybrims.com
: paintingsbybrims.com

Son zamanlarda yaşamımızdaki tüm kargaşayı yüklediğimiz Postmodern sözcüğü, hayatın hemen her alanında karşımıza çıkmakta. Bir çeşit anlamsızlık, kaos, reddetme biçimi olarak giyim kuşamımızdan, konuşmamıza kadar yansıyan bu sözcük sokakta takım elbise altına giyilen spor ayakkabı ya da türban-kot pantolon eşliğinde farklı tarz yaratma peşinde olan insanların tercihi iken, konuşma dilinde ise internet dili diye tabir edilen yanıyla kendini gösteriyor. Yarım kesik cümleler, Chat tarzı mesajlaşmalar, konuşma dilinin aynı şekilde yazıya yansıtılması Postmodern kabul edilen jargonun bir parçası.

Bu yazının amacı; tüm bunların dışında son dönem Türk romanında oldukça geniş bir etkiye sahip olan, okurun çoğu zaman şaşırdığı ya da anlamlandıramadığı postmodern roman tarzını sizlere tanıtmak ve daha keyifli, tatminkâr okumalar elde etmenizi sağlamak.

POSTMODERN SÖZCÜĞÜNÜN TANIMI VE KÖKENİ:

sebahattincucu.com
sebahattincucu.com

Esasında postmodernizim sözcüğü edebiyattan mimariye, siyasetten felsefeye kadar geniş bir alanı kaplamakla beraber en çok edebi metinlerde kafa karıştırıcı bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Postmodern sözcüğünün romanda; modernden sonra, eklektizm, öncü, absürt, tözsüzlük, gruplaşma/bireyselleşme gibi kavramları karşıladığı söylenebilir.

20.yy ile birlikte kullanılmaya başlayan sözcük ilk olarak mimaride ve ardından edebiyatta yerini bulur. Teknolojiyle birlikte değişen toplum yapısının ortaya çıkardığı bir sürece bağlı olarak önce dünya edebiyatında ardından Türk edebiyatında kullanılmaya başlanmıştır.

Postmodern romanın kökleri Postmodern durumun ya da düşüncenin ortaya çıkmasından ya da bu şekilde adlandırılmasından çok daha eskiye dayanır. Hatta klasik roman içinde dahi Postmodern öğeler taşıyan eserler yazıldığı bilinmektedir. Jale Parla, Cervantes’in meşhur eseri Don Kişot’un roman türünün öncüsü olduğu kadar içerdiği parodi, ironi, üst-kurmaca gibi özellikler bakımından Postmodern romanın temelinde bir eser olarak kabul edilmesi gerektiğini savunur.

Hayat Absürttür

plumprune | 27 February 2003 20:55

Hayat gerçekten çok absürd, bu yüzden de bununla ilgili bir yazı yazmaya karar verdim.

Her şeyden önce absürt’ün tanımıyla sanırım konuya girmeliyim: 20. yüzyılda ortaya çıkan, mantık zinciri doğrultusunda ilerlemeyen, tuhaflıklar tiyatrosudur

absürt. Basit bir örnekleme yapacak olursak eğer: sınıfta iki öğrenci arasında ağız dalaşı çıkması absürt değildir, ama bir öğrencinin birden takla atarak kapıya doğru ilerlemesi absürttür. Traji-komiktir absürt. Saçmalıklar arasında sıkışmış derin anlamlar içerir, ama ilk izlenim insana anlamsızlıklar dizisi gibi görünür. Her an her şey olabilir. Gariplikler birbirini takip ederken, her şey olabildiğine sıradan görünür. Bir odada geçer, sokakta geçer ama dekor genelde abartılı değildir. Her şey sadeleştirilmiştir, diyaloglar, karakterler… Ağdalı konuşmalara pek yer verilmez. Tekrarlar üzerine kurulu olduğu da söylenebilir. Sessizlik, duraklama belli başlı özellikleridir. Genelde karakterler arasında iletişim kopukluğu söz konusudur. Karakterlerden birisi diğerine göre daha seri düşünür ve konuşur, bu yüzden hep bir adım önde ilerler. Biraz daha yavaş işleyen beyniyle diğer karakter, sürekli aynı soruları yineler. Kafası hep bir yerlere takılı kalır. Kimi karakterler hayatlarının tüm sıkıntılarını ayakkabılarının ayağını sıkmasıyla açıklamaya çalışır. Ayakkabısı rahat olsa, aslında hayat da düzelecektir. Hızlı düşünme yetisine sahip olan karakter ise genelde sistemi sorgular. Ama bu hiçbir zaman, detaylı anlatımlarla olmaz. Çok basit gibi görünen sorular derin anlamlar içerir. Oyunun kaderi baştan çizilmiştir, pek çok şey darmadağın olacaktır. Ölüm, hayal kırıklığı, yabancılaşma hatta delirme gibi sonlar olağandır. Kimlik karmaşası içindeki karakterler, kim olduklarını, ne yaptıklarını ve ne için yaptıklarını sorgular durur. Samuel Beckett, Arthur Adamov,

Eugene Ionesco,

Jean Genet,

Harold Pinter, Edward Albee, bu türde eser veren belli başlı yazarlardandır. Martin Eslin bu tarza tanımlama koyan ilk eleştirmendir. Absürt kategorisine girebilecek özellikleri sıralamış, ancak başlarda pek çok çevrede tepkiler almıştır. Yayınlanan eserlerin içeriği ve onlara gösterilen ilgi sayesinde zamanla absürt, edebiyattaki yerini almış, kendini bir tür olarak kabul ettirmiştir. Ve şimdi de ben, hakkında bilgi sahibi olduğum bir iki yazardan bahsetmek istiyorum izninizle (izin vermeyenler artık okumayabilir):