bildirgec.org

roma hakkında tüm yazılar

iki Roma imparatoru..

nazokiraze | 06 April 2009 15:36

İmparator Claudius eşi tarafından zehirlenerek öldürülmeden önce, imparatorluga gelirken zor kullanılmıştı, yeğeni Caligula öldürülmseydi belki de asla imparator olamayacaktı.

İki eşini boşadıktan sonra üçüncü eşini aşığıyla birlikte öldürten imparator, dördüncü eşi tarafından zehirlenerek öldürüldü.(dördüncü eşi daha evvelki kocasını zehirleyerek öldüren kendi yeğeni Agrippina idi) Her ne kadar zehir uzmanı bulundurmaya özen de gösterse, aşi tarafından satın alınmasını engelleyemeyen imparator,sonunda öldürülür.

acep; Necef nedir?

kumsacli | 28 March 2009 13:12

Yola çıkmadan önce eldeki bilgiler şunlardı:
– suya ulaşılamayan bölge,
-kutsal özelliğini koruyan bir kent,
-göçebe misin; göçemez misin sorusunu karşılayan bedevilerin yerleşiği.

çöl kültüründe bir yerleşim yeri olan Necef
çöl kültüründe bir yerleşim yeri olan Necef

Bunlar için yola koyulmaya değer miydi? Cevap tabii ki, “Evet”. Afrika’da Büyük Sahra, Güney Afrika’da Kalahari , Avustralya’da Gobbon ve Gibson, Asya’da Gobi, Güney Amerika’da Patagonya ve Ortadoğu’da Necef yapay çevreyi dramatik güneş ışınlarına maruz bırakan traşı doğuştan yapılan yerlerdi. Saydığımız en ruhani yer olan Necef göz kırpıyordu. Adını, güzel bir kıza verilen isimden alıyor ya da bir taştan ya da kutsallığına inandıkları uğur’dan… İster güneydoğu Anadolu, ister Doğu Anadolu bir araya gelsin buralardaki kuraklığı bile yeşile benzetiyorsunuz Necef dilinde. Kum zerreciklerinde kanlı savaşlara zemin olmuş ve arap ülkelerinin beşiğinde uyutulan çöl sihir ile şapkadan çıkarılıvermiş gibi görünüyor gözlerinize.
Necef’e her burun deliklerimi açşımda göğsüme dolan pörsümüş havası ile nefes alıp vermek çok zorlaşıyor, yine de çöl kültürü bambaşka bir şey. Burada adrese gerek yok, başınızı kaldırdığınızda el işareti ile göstermeniz kafi oluyor. Bir uçtan bir uca deve gezisi ile ilerlemek keyifli geliyor çünkü kumlardan korunmak isterken botların başparmaklarınızı hava boşluklarına kapatmak delice bir işkenceye yerini bırakıyor.
Yüzyıllarca kendi halinde kendi nöbetini tutan çöl, kendi yanık yüzlü insanlarından başka kimse adını dile getirmezken Şii ve Alevi inanışının belkemiğini oluşturan Kerbela olayı ile parlak parlak ışıldamaya başlar. Kerbela sancağına bağlı bulunan Necef, bu olay sonrası kutsallığı Şiiler tarafından tarihe imzalanır. Sonra Museviler büyük bir yayılma alanı oluşturarak bu kurumuş yeri sulak bir alana döndürmeye çalışırlar. Tarım alanları yaratılmasıyla Romalıların zulmünden kaçan Nabatililer bu topraklara sığınarak bir arap kavmine dönüşürler. Necef’in yerleşikleri her ne kadar Araplar olsa da miras olarak geride kalanlar Bizans döneminden kalma Hristiyanların izlerini taşıyan bazilikalar olmuştur.
Yürüyüş sırasında gürültülü seslerin içine daldım. Bir boykot, bir miting, bir sesleniş ya da bir çağrı idi bu yerli halkın dilinde. Ellerinde kocaman tabelalar ve üzerinde yazılı olan ise“Katliam ABD” … Bu kalabalıktan ayrılmak zorunda kaldım. Çünkü birbiri ardına dizili minik köylerin ziyareti idi rotamda olan. Görsel bir şölendi ayaklarımın altına serilen ben ise sadece izlemek ve iç geçirmekle yetiniyordum. Bağnaz inanışlar hakimdi bu çöle. Ama biraz yakından bakınca fikrimin en ince kaktüsleri diken veriyordu.
Boyu iki metreye yakın, zayıf, yüzü örtülü bir adam bana doğru geldiğini gördüm. Beni selamlayıp heybesinden somun ekmek ve birazcık deve sütünden yapılmış peynir elime tutuşturdu. Tadı hala dilimde, ekşimsi ama lezizdi. Dediğine göre Necef de herkes yoksulluğun verdiği açlıkla neslin sonunu görüyor, sözleriyle altüst oluverdim. Korkunç ve acılı bir serzenişti damarlarıma şırınga edilen. En uzak yer, en güzel yer değildi o an benim için.. Elbette ki bu inanış bu sözle sonlanamaz, hepsi birbirine benzer bir düşünce ve canlandırılmasından kaçınılması gereken bir gezi olarak zannedilmesin, sadece adının duyulması ve fark edilmesinden yanadır bu sözüm ona serüven…

bir bardak Akdeniz

kumsacli | 27 March 2009 10:07

Zamanın İnanılmaz serüveninde gözden kaçırdığımız med-cezirler dünyadan öyle büyük parçacıklar koparırlar ki göğe yükselirkene milyonlarca yıldız arasına karışırlar. Yıldızlar bu kopuşun ardından döktükleri gözyaşları bir deniz oluşturur. Günümüze kadar akıp gelen bu miras; denizlerin incisi, balıkların gözdesi, mavinin gerçek sahibi Akdeniz’dir.
Mavi payından paydasına düşen kıyılarında Akdeniz, hayallerde canlandırılanlar kadar renkli. Serin ve dalgasız alacakaranlık suları, göz kamaştıran sıcağı, yalın ayak serilen pıtırlı kumları ve daha sıralayamadığımız şölende ne saklı?
“Adem ile Havva” temasını belirleyip çalmaya başladığımızda kulağımıza fısıldanan sesler Akdeniz’le gelir -varoldukları kıyılar olarak da bilinir -Tarih senarosunda Akdeniz uzun yıllar boyunca ulaşılmaz, gizemli, kapalı bir dünya olarak kaldı insanlığa. İlk çağdan beri ticari amaçlar, kültürel temaslar, siyasal çalkantılar Avrupa, Asya, Afrika kıtalarının çanağında Akdeniz de oluşmaya başladı. Akdeniz mavisinden mahrum kalmamak adına birçok ulus-devlet bu bölgenin ele geçirilmesi ve buraya hakim olabilmek büyük istilalar yaşanmıştır. Fenikelilerden Truvalılara, Kartacalılardan Romalılara bu kıyılar yaşanmışlıklara seyir etmiştir. Akdeniz’ Akdeniz olarak yaşayan iki güçlü deniz devleti vardı. Bunlardan biri Fenikeliler; diğeri ise Girit’teki Minos devleti idi. Doğu-Batı yönünde ilerleyen akımlar Akdeniz havzasını güçlü bir sömürgeleştirme merkezine çevirdi. Akdeniz ile uğrak yerlerin deniz yolculuğu Yunan adalarında çanak-çömlek, şarap, zeytinyağı; Mısır ve İtalya’dan tahıl; Anadolu’dan kereste, demir ile baş gösterdi. İlk Akdeniz çıkarması Romalılar tarafından yapılmıştır. Akdeniz havzasında yerini alarak bölgenin kültürünü ve dilini benimsemiştir her egemenliğin altına aldığı uygarlıklar gibi. Ayrıca Roma tarihinde, “Akdeniz bir roma gölüdür” olarak geçmektedir. Türk tarihlerinde ise, Selçukluların Akdeniz yakınlarına büyük bir devlet kurma girişiminde bulunması ve göçebeliklerini bu verimli topraklara kaydırdırmasıyla, “Akdeniz bir Türk gölüdür” sözü vardır. Coğrafi keşiflerle birlikte çözüm aradıkları ticaret yolları alternatiflere zafer bayrağı açarken eski önemini kısa süre ile kaybetti. Fakat yinede İspanya ile Fransa, Fransa ile Büyük Britanya (İngiltere), Haçlı seferleri ile Hristiyanlar ve Müslümanlar aynı sahneyi paylaştılar Akdeniz’in parlak güneşinde çatışmaları fişekleyerek. Osmanlı döneminde Süveyş kanalının açılmasıyla itibarını güçlendiren Akdeniz, dünyanın en işlek ve ehemmiyetli bir deniz yolu oldu. Haçlı seferleri ile namına nam katarak Avrupa devletlerinden Fransa ve İngiltere’nin gözdesi olup çıktı. Mesafeler azalınca Hindistan’ın ticari insiyatifinden daha çok yararlanmak için birbirlerini saf dışı etmeye başladılar. Bu sırada araya Rusya faktörü eklendi. Bu duruma ortak etmek istemediklerinden Rusya’yı sur gibi engellemek istediler. İtalya’nın ne eksik kalır yanı mı var? İtalya da Oniki ada ve Trablusgarp’ı alarak bu ilerleyişte bende varım diyenlerden olmuştur. Tüm bu gelişmelere paralel Sanayi Devrimi ile ticaretin canlanmasını hız kazanır ve Birinci Dünya Savaşına kadar süregelen bu anlayış İkinci Dünya Savaşı ile ABD’nin söz hakkı doğmaya başlar. Ama sömürgecilikten kurtulma girişimleri, Sanayi devrimi ile ortaya atılan realist fikirler sonrası doğan Kapitalizm ve Uluslararası yaşanan iktisadi bunalımlar ile Akdeniz’in güncelliği alt sıralara düşer.
Bir göç ağı gibi, ticaret ve etkileşim bu denizi Batı ve Doğu arasında bir bağ haline getirmiştir. Daha da önemlisi başka hiçbir deniz Akdeniz kadar çalkantılı, serüven dolu, yazılı tarihin binlerce yıl öncesine dayanan bir geçmişe sahip değildir Kıtalar, insanlar, fabrikalar, şehirler tarafından kuşatılmış bile olsa, nefes kesici güzellikleri sayesinde ehlileştirilmemiş bir çekiciliğe sahibi olarak modern dünyamız içinde hep bir gizem barındıracaktır.

Başucumuzda neler vardı

mhbbslmn | 21 March 2009 12:24

İlime katkıları bakımından dünyada; Türk, Müslüman ve Doğu medeniyetine ait birçok şahsiyetin bulunmasına rağmen, batılı medeniyetler bu kişilerden istifade ederken biz sadece izlemekle yetindik. Yaşadığımız devirde birçok ilmî konuda katkılar sağlayan bu insanlar hakkında da birazcık bilgimiz olsun istedim. Çok detaylı olmasa da bu metni okuyan birkaç kişinin merak edip araştırması, az da olsa bilgi sahibi olması, bir kazançtır.

Ortaçağda, bir yanda dogmatik düzenle insanlık adına buhranlı bir devir geçiren Avrupa varken, bir yanda da; matematik, coğrafya, fizik, astroloji, geometri, kimya, maden ve daha birçok alanda çalışmalara imza atıp kendini geliştiren bir medeniyet vardı. Ne yazık ki zamanla bu yolda geri kaldı… Bilim dünyasına bir şeyler kazandırmış
Roma,
İskenderiye,
Atina vs. gibi merkezlerin yanı sıra Buhara,
Şam,
Semerkant,
Konya,
Bağdat ve
Bursa gibi ilim merkezlerinin payını unutmamalıyız…

Yakın olduğumuz medeniyetin insanlarını yine o kadar uzak olduğumuz garp (batı); bilip, öğretip uygulamakta. Yakınımızdaki birçok kaynağı kullanma konusunda neden bir Avrupalı kadar yetkin olamadık? Bugün Avrupa’daki en ünlü fakültelerde, üniversitelerde, ilim yuvalarında adını bile bilmediğimiz birçok bilimcinin eserleri, araştırmacılar tarafından kendi dillerine çevrilip okutulmaktayken biz çoğunun ismini bile bilmemekteyiz…

  • Mesela bir Ebu Kâmil Şuca; kimbilir bu metni okuyan kaç kişinin aklında ”bu kim ki ?” diye bir soru işareti belirmiştir. Evet bu kişi ”Avrupa’ya matematiği tanıtan insan” diye anılıyor ama kimler anıyor? (Ondan önce Avrupa’da matematik yokmuş diye anlaşılmasın, kazandırdıklarının önemi yüzünden böyle bir şey söylenmiş olabilir.) 2. derecenin üzerinde bilinmeyen denklemleri hassasiyetle çözen ilk kişilerdendir. Bazı terimler koymuştur, sistematik birçok eserinden yararlanılmıştır. Leonardo Fibonacci (orta çağın en yetenekli matematikçisi olduğu söyleniyor), Ebu Kâmil ve daha birçok Müslüman alim ve matematikçinin eserlerinden yararlanarak Avrupa’ya sistematik birçok bilgi aktarmıştır…

ne yer ne içerlerdi?

admin | 04 March 2009 17:09

Yaşamak için yemek, yada yemek için yaşamak ,ne olursa olsun beslenmek en önemli ihtiyaç canlılar için. Beş yıl öncesiyle bile şimdiki zamanın yediği,içtiği birbirini tutmuyor, her kültürün damak tadı farklı, dinlere, dillere,ırklara göre yenilenler değişiyor peki eskiden çok eskiden ne yenir ne içilirdi? Ben çok merak ettim ve araştırdım.

İnsanları şimdiye kadar gizemiyle en fazla büyüleyen zenginliklerden biri olan Antik Mısır her dönem, her insanı meraklandırmıştır, bazen bir mumyayı teşhis etmek için yüz yıllarca uğraşan bilim adamları, bazen de hayatını araştırmalara veren arkeologlar. Sonuç hala çok fazla sır var ,hala çözülmeye çalışılıyor.

Night On Earth

uuuucar | 21 February 2009 10:20

Film afişi
Film afişi

Jim Jarmusch‘un yönetmenliğini, senaristliğini ve yapımcılığını yaptığı yani herşeyiyle tam bir Jim Jarmusch filmi. filmde farklı şehirlerdeki taksi şoförlerinin bir gecede yaşadıkları olayları ve onların dertlerini eş zamanlı olarak izleriz. Los Angeles, New York, Paris, Roma ve Helsinki deki taksicilerin dertlerini o şehirlerin yapılarını, ara sokaklarını ve insanlarının karakterlerini Çehovvari bir yapıyla oldukça yalın, sade bir şekilde gözlerimizin önüne seriyor.Büyük oyuncularla yapılmış minimalist bir film de diyebiliriz. Özellikle Winona Ryder‘ın performansı oldukça iyi. Tabii canlandırdığı karakterde ona oldukça uygun bir karakter. Bunun dışında Roberto Benigni‘nin canlandırdığı karakterde oldukça eğlenceli ve ona uygun. Fakat bunların yanında benim en çok beğendiğim bölüm Helsinki de geçen bölümdür.

KINAMA…

| 06 January 2009 15:29

KINIYORUM VE KINIYORUZ, İSRAEL SENİ…

Yahudiler: Hepimizin efendisi olmaya çalışan bu millet kadar, cefa ile ezilen bir millet tasavvur edilemez: Babil esareti, Mısır köleliği, Romanın zulümleri ve en son Alman kampları, onlara ders olmamış, olmadığı gibi dünyayı karıştıran süper düşüncelerinden vazgeçmiyorlar… Kınıyorum bu düşüncelerinizi ve eylemlerinizi ve soruyorum size İsrail…
Yoksa benliğinizi sarmış öldürmek tutkunuzu mu, güncelliyorsunuz?
Savaşında kuralları var, buna bile uymayı beceremiyor musunuz?
Toplu cinayetlere mi, alışıksınız?
Toplu halde cinayetler işlemek bir hastalık mı, oldu sizlerde?
Size yapılanları, zamanında niye yapanlara karşı örgütlenerek, hıncınızı almadınız?
Günahsız insanları öldürmek midir, hak aramak?

Federico FELLINI : “Geçmiş Zamanın Dünya Çapındaki Yönetmeni”

| 25 December 2008 13:29

Federico Fellini(1920-1993) Rimini’de doğan İtalyan yönetmen; gençlik yıllarında çizgi roman ve karikatür çizerek hayatını kazandı. Senaryolarını 1939 yılında yazmaya başladı. 40’lı yıllarda Alberto Lattuada, Pietro Germi ve Roberto Rossellini ile birlikte çalışarak senaryolar yazmaya devam etti. “Lo Sceicco Bianco”(Beyaz Şeyh-1951) ve “I Vitelloni” (Aylaklar-1953) kendisine ait ilk uzun metrajlı filmlerdir.

La Strada (Sonsuz Sokaklar-1954): Egoist bir sirk artisti Zampano’nun (Anthony Quinn), kendisine köle gibi bağlanan yardımcı kızı (Giulietta Masina) satın alır. Başroldeki Masina aynı zamanda Fellini’nin karısıdır. Fellini’nin bu filmi, İtalyan Sol’u tarafından realiteden uzak olmakla suçlanır ve fazlasıyla eleştirildiği halde Fellini’nin dünya çapındaki ilk başarısı olur. Oscar ödüllü bu film aynı zamanda 50’ye yakın ödülle ödüllendirilmiştir.

italyan polisinin yeni arabası 320km/s’lik gallardo

bildigimiz son sey | 27 October 2008 20:03

560 beygir gücüne sahip olan yeni Gallardo, italyan polisinin yeni bineği olacak. saatte 200 mil yani yaklaşık 322km hıza ulaşabilen Lamborghini, hız ve gücünün yanında özel yapım olmasıyla da dikkat çekiyor. ilginç bir özelliği de, trafik kazaları ve benzer acil durumlar için, organ ve kan (plazma) taşıma amaçlı mini soğutucu ve defibrilatöre sahip olması.