bildirgec.org

reha erdem hakkında tüm yazılar

Hikâyelerinin inadına: Reis Çelik

kahramancayirli | 06 May 2009 11:55

Hikâyelerinin inadına: Reis Çelik

Kahraman Çayırlı

Işıklar Sönmesin”i izlemek için insanlar Beyoğlu’ndaki sinemalara bile giderken kimlik kontrolünden geçirilir, içeride slogan atmanın yasak olduğu yolunda uyarılırlar. Bir gün NTV‘den haberleri izler. Bir sinema salonundan insanlar kıpkırmızı bir yüzle koşarak çıkarlar. Neden sonra anlar oranın Diyarbakır’daki Dilan Sineması olduğunu. “Işıklar Sönmesin” oynar ve içeride insanlar zılgıt çekince polis üzerlerine kırmızı su sıkar. İnsanlar orada sonra “Işıklar sönmeyecek!” diye gösteri yaparlar. İşte böyle anlatır “Işıklar Sönmesin” filminin ardından yaşadıklarını. O bir film çeker, esas film o zaman başlar zaten…Peki ya “ Hoşçakal Yarın”? Film, Olağanüstü Hal sınırları içersinde yalnız Vecdi Sayar’ın düzenlediği “Sanat Köprüsü”nde Hakkâri’de gösterilir. Ancak yaklaşık iki saatlik filminin gösteriminin dört saatte neden bitmediğini merak ettiği için sinema salonuna giderken yolda uçuşan film parçaları görür. “Ulan nereden buldular bu kadar çok filmi” derken film parçalarından birini yakalayınca görür ki uçuşanlar, kendi filminin sansürlenmiş kareleridir. 1961 yılında Ardahan’da doğar. İlk ve orta öğretimini tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşir. İstanbul Belediye Konservatuarında Müzik ve Tiyatro eğitimi alır. Gazeteciliğe başladığında 1982 yılıdır. Ekonomi ve politika muhabiri olarak çalışır. Çeşitli televizyon programları hazırlar. Bir yandan okurken bir yandan da 70’lerin o büyük, kitlesel siyasal hareketlenmesi içinde yer alır. Gazetecilikten dağıtımcılığa, fotoğrafçılıktan video gazete yayıncılığına kadar pek çok işte çalışır. Ama aklında hep film yapma fikri vardır. Belgesel filmler çekmeye başlayan yönetmen, farklı kuruluşlara 600 civarında reklâm filmi ve siyasal kampanya filmi çeker. Ülkemizde yapılan ilk Nazım Hikmet Belgeseli olan “Nazım Hikmet Ziyaretçin Var”a imza atar. Derken “Işıklar Sönmesin”, “Hoşçakal Yarın”, “İnat Hikâyeleri” ve nihayet “Mülteci”…En büyük hedefi gazeteci olmaktır küçükken. Doğduğu kent, Ardahan’a haftada sadece bir kere gazete gelir o yıllarda (1960lar). Gelecek gazeteleri bekler… Peki ya kentin biricik gazete satıcısı kimdir? El cevap: Hülya Avşar’ın amcası. Sokakta bulduğu her gazete parçasını keser, düzeltir, sonra annesine götürür çuvaldızla diksin diye. Çocukluğunda “gazete kitapları” biriktirdiğini anlatacaktır sonraları. İlkokula dört kilometre yürür her gün. Hem de o kar-kış altında. Anne tarafı Gürcü, babasının annesi Kürt, dedesi de Ahıska Türkü… Terekemeler var, “Malakan” denen Beyaz Ruslar, Alman köyleri… Malakanlar yöre halkına değirmenciliği, bağcılığı öğretir, Almanlar da patates ekmeyi. Hatta oralarda patatese ‘kartof’ derler. Gazetenin ancak haftada tek bir kez geldiği yerde gazeteci olunur mu? Ama Reis Çelik var diğer yanda, direnmeyen, ne olursa olsun pes etmeyen… “İstanbul’a gideceğim” der tutturur. Derken ikna eder kendinden iki yaş büyük amcası Orhan’ı. 36 saatte İstanbul’a gelirler otobüsle. Kuştepe’de indirir otobüs ikisini. Gültepe, Ortabayır’da halasının evine gidecekler. O zaman Kuştepe ile Gültepe arasında ev yok. Hava soğuk. Yağmur yağıyor. O gün geri dönmeye karar verir. Çamurda yürürler. Elinde sazı. Bir daha ötmez diye kızar. Çünkü sazı da ıslanır. Beline kadar çamur olur hatta. Donarlar soğuktan, çok üşürler. Bir kahve görürler. Kapıyı iterler. Eşik yüksek. Güç bela içeri girerler. Kapının önünde masa. Onu da iterler. Karşılarında bir garson. Elindeki çayların dumanı tütmekte. Amcası Orhan, “Bir çay ver de ısınalım. Bir de adres soracağız” der. Adamın altın dişleri vardır. “Tamam yiğenim de” der, “Kapı dururken niye pencereden girdiniz?” Meğer girdikleri yer pencereymiş. Nereden bilsin genç adam. Eşik niye yüksek diye düşünür. Çünkü geldiği yerde iklim koşulları gereği pencere tepede olur, “baca” derler hatta. İki tane küçük deliktir. Böyle pencere görmemişler o zamana dek. Onun için İstanbul’a pencereden girer yönetmen!

Filmde bir Allah var bir de: Reha Erdem

kahramancayirli | 29 April 2009 16:33

reha erdem
reha erdem

Filmde bir Allah var bir de: Reha Erdem

Kahraman Çayırlı

Kamera ayak hizasında kayar: Yerler tahta, tüyleri dökülmüş eski bir halı. Bir makara. Kalın et rengi çoraplı, plastik terlikler içinde bir çift kadın ayağı. Sonra, eski stil alçak topuklu bir terlikten çıkmış, öncekilerden daha ince çoraplar içinde bir başka çift kadın ayağı. Çoraplardan biri delik ve orta parmak hafifçe ortaya çıkmış. Bir martı. Martının yanında bir tek narin çıplak ayak… Neyir: Sırrı Bey’in çorbasını yedirdiniz mi? Nükhet Seza:…Ya da diğer bölümleri tümden kiraya verip… Bir süre için tabii… Parasıyla tamamlatsak planı, diye geliverdi dün aklıma. Eskimiş antika eşyaların yanında, az da olsa, plastik-melamin nesnelerin gözüktüğü bir ‘salon-alle à manger’. Duvarlarda saatler -fazlalığı göze çarpacak miktarda-, aynalar, fotoğraflar, Venedik’i hatırlatan bir peyzaj, ‘çöllü develi’ bir diğeri, camlı bir çerçevede ‘Yakub ve Kuyu Başında Yusuf’ resmi…

yeni sezonun iyi türk filmleri

kahramancayirli | 15 October 2008 17:37

2008-2009 sezonunda yine pek çok türk filmi sinemaseverlerin karşısına çıkacak. bu pek çok filmden kendi beğendiklerimi, merak ettiklerimi, öne çıkanları aktarmak istedim…

bu sezon çok merak ettiğim, çok iyi olduklarını düşündüğüm üç türk filmi var:

başak köklükaya, semih kaplanoğlu ve melih selçuk
başak köklükaya, semih kaplanoğlu ve melih selçuk

birincisi semih kaplanoğlu’nun süt filmi. geçen sezon gösterime giren yumurta’nın devamı olan filmde, şair yusuf’un gençliğine tanık olacağız. yusufun dul annesi rolünde başak köklükaya’ya, şair yusuf rolünde melih selçuk eşlik edecek. başak köklükayanın filmin başrolünde olması merakımı daha da artırıyor.

Korkuyorum Anne

merhum | 10 April 2008 21:13

İnsan nedir ki…
“Korkuyorum Anne”, bunu merak ediyor.

Korkuyorum Anne“, Reha Erdem’in “Kaç Para Kaç” ve “A Ay”dan sonraki üçüncü filmi. Çeşitli festivallerde aldığı aldığı bolca ödülü bir kenara bırakırsak bu film öncekilerden ayrılıyor. Daha iyi demeye dilim varmıyor… Nefis senaryosu, görüntüleri ve oyuncuları ile müthiş bir film.

Filmin derdi, web sitesinden anlaşılabileceği gibi, “insan nedir ki” sorusuna verilebilecek cevapları araştırmak. İnsan! Zaaflarıyla, egosuyla, organizmasıyla…

siyad ödülleri dağıtıldı

nihilanth | 25 January 2007 08:10

siyad,38. türk sineması ödülleri dağıtıldı.
daha önce buradan adayları duyurmuştum. anlaşıldığı kadarıyla sinema yazarlarımız reha erdem sinemasına hayran kalmış. reha erdem filmleri tam 7 ödülle onurlandırıldı.

en iyi film : beş vakit

en iyi yönetmen : reha erdem

en iyi senaryo : nilüfer güngörmüş-reha erdem

(korkuyorum anne)

en iyi erkek oyuncu : erkan can (takva)

cahide sonku en iyi kadın oyuncu : ışıl yücesoy (korkuyorum anne)

FİLMLERİMİZ (4)

sinemasever | 24 December 2006 14:01

“kaynak gösterilmeden yapılan alıntı, emeğe saygısızlıktır”

A AAY 1989 (1) SY: Reha Erdem, GY: Uğur Eruzun, Kurgu: Nathalie Le Guay, YP: Metis Film (İbrahim Yavuz Aygen), Yumi Productions (Jackques Pomonti), Ortak YP: Images & Cameras (Paris, Fransa)

Oyuncular: Yeşim Tozan, Nurinisa Yıldırım, Gülsen Tuncer, Münir Özkul, Bijen Yüceer, Arif Pişkin, Ertuğrul İlgin, Özcan Özgür, Kutluğ Ataman, Necdet Sayın

Konu: Yaşlı halası Nükhet Seza (Gülsen Tuncer), dedesi Sırrı Bey (Münir Özkuı) ve topa! martısıyla birlikte boğaz kıyısında gizem dolu bir evde yıllar önce yitirilen bir annenin özlemiyle yaşayan 11 yaşındaki Yekta (Yeşim Tozan)’nın öyküsü. “Annesi hakkında bildiği tek şey bir gün kayıkla denize açılıp bir daha geri dönmediğidir. Yekta, bir gece annesinin odasının penceresinden, denizden kayıkla ışıklar saçarak annesinin geçtiğini görür. Ama ona kimse inanmaz. Burgaz adasında ingilizce öğretmenliği yapan küçük halası Neyyir onu gitgide yoğunlaşan anne özleminden ve harabeye dönmüş evden uzaklaştırmak için adadaki yatılı okula yazdırmak ister. Yekta ise oraya gitmeye pek gönüllü değildir. Ve bir gün tıpkı annesi gibi bir kayığa binerek kıyıdan uzaklaşır. Sırılsıklam bulunup kurtarıldıktan sonra, Neyyir ile birlikte adanın yolunu tutar” (2)