bildirgec.org

müze hakkında tüm yazılar

Google Dünyayı Parsellemek Üzere

Dreammaster | 10 September 2009 11:53

Google Maps’a Hasbro ayarı ve karşınızda Monopoly City Streets. Google maps bu sefer oyun alanımız oluyor Hasbro‘ nun el attığı google maps da istediğiniz binayı, müzeyi, tesisi satın alarak gelecek kiralarla büyüyen bir emlak kralı olmaya çalışıyoruz ve başlangıç bütçemiz 3 milyon dolar, bu parayla dünya üzerinde başlıycak olan parselleme yarışında elinizi çabuk tutmanız gerekecek, zira oyun 9 eylülde başlıyor.

http://www.monopolycitystreets.com/

royal ontario müzesi

nazokiraze | 07 September 2009 16:52

kanada’ya hele hele toronto’ya yolu düşenlerin anlata anlata bitiremeyecekleri bir müze olan , gerek mimari yapısıyla ,gerek barındırdıgı çok büyük koleksiyonlardan ötürü mutlaka görülmesi gereken en heybetli müzelerden biri olan royal ontario museum altı milyon parçalık koleksiyonuyla kanada’nın en önemli kültür merkezlerinden biri ve kanada’nın en büyük araştırma enstitüsüdür.(kuzey amerika’nın da en büyük beşinci müzesidir)

Aşk kadını büyük Yekaterina

nazokiraze | 15 July 2009 12:18

Tarihte 2. Katerina (Catherine II ) olarak bilinen Büyük Yekaterina ülkesinde obez imparatoriçe olarak ta bilinir.

Doğduğu yer Almanya olan Yekaterine (Sophie Augusta Frederike) henüz ondördünde getirilir Rusya’ya, evlendiği kişi evlendikten yıllar sonra Çar olacak 3. Petro’dur. Eşinin geceleri yatakta sevişmek yerine oyun oynamayı sevmesi genç kadının kocasından iyice soğumasını sağlar. Öyleki Katerina evlenmek için Rusya’ya gönderilmeden önceki hayatında çok küçük bir çocukken bile inadıyla,hırslarıyla ve kurnazlığıyla bilinmekteydi. Mezhebini ve ismini değiştirerek evlenmek zorunda kaldığı eşinin hem cinsel olgunluktan uzak hem de çok geveze oluşu ( belki de sadece Katerina’ya öyle davranıyordu çünkü Petro’nun da sevgilileri vardı) Katerina’yı git gide çileden çıkarmaktadır. Sekiz yıl çocuk sahibi olamayan ve veliaht olması için mutlaka bir çocuk dogurması gereken ancak bir türlü eşiyle birleşemeyen genç kadın Sergey Saltıkov’la ilişki kurarak hamile kalır ve kocasını sünnet ettirerek onun tüm cinsel sorunlarının ortadan kalktıgına herkesi inandırmaya çalışır. Zaten saray çevresindeki erkeklerle yaşadığı birliktelikler eşi Petro tarafından umursanmamaktadır iki çocugununda eşinden olmadıgı bilinir.

acıların kralı kral mı değil mi?

nazokiraze | 28 April 2009 11:56

Trakya‘nın tarihte yaşayan yerli halkına Trak denir, göç ederek yerleştikleri sanılan bu kavimlerin ayrı ayrı bölümler halinde yaşadıkları açıklanır. Bu ayrı ayrı birlikler halinde yaşayan toplumda iki krallık göze çarpar Odyris’ler,Ast’lar.

Kahramanımız Kersepleptes(Kersopleptes,Kersebleptes ) Odyris‘lerin kralıdır. Mezarı 1997-98 yılında bulunan kral, bir kaç yılda etlendirildi .

Yaşadığı dönemde çok fazla kol ağrısı çekmesi dolayısıyla kendisine ”Acıların Kralı” adı takılan kral aslında kral mı? yoksa sadace yönetici mi diye sorgulanmıyor da değil.Bunun nedeni Trak ‘larda önemli kişilerin öldüklerinde yakılmasıydı, oysa kralın cesedin üzerinde yakılma izi yoktu, adına sikke de yapılmaması kral olmama ihtimalini yükselmekte. Ama şu var Kersepteples’in üzerindeki elbise kral elbisesi.(Alman Arkeoloji Enstitüsü’nde verilen Kral Kersopleptes ve Heraion Teichos konulu konferans)

Kersepteples zamanında Odyris’lerde önemli insanlar öldükleri zaman o dönem iki hanımları oldugu için, bu eşler arasında düzenlenen ağlama yarışını kazanan eşi, ölen kocasıyla birlikte kurban edilme ve yakılma şerefine erişirdi. Yarışı kazanamayan eşin onuru ayak altında sayılırdı.Kralda yanma izi olmadıgı gibi,yanmış bir eş de olmadıgı için tarihçiler ikiye bölünmüş durumda.Bazı arkeologlarca sadece Trak‘ların sürülerce kabilelerinden birinde yönetici olarak görülen kral üzerindeki mor kıyafet yüzünden ise bazılarınca kral olarak açıklanıyor. Üzerindeki mor elbisenin rengini vermek için o dönem denizde yaşayan bir canlının bir tonunun kullanılması gerekiyordu. (sadece bir kaç gram için) Elbisesinin dışında kafasında ki altın taç ise sadece krallar tarafından takılma hakkına sahip oldugu için onun kral olduguna kanaat ediliyor.

www.haberanadolubil.com
www.haberanadolubil.com

Uzun yıllar ağrı çeken, Makedonya kralı II.Philip( Büyük İskender’in babası) ile girdigi savaşta yenilgiyi tadan, Makedon hakimiyetinde yaşamaya mecbur kalan kralın ölümü de çok iç açıcı değil savaşta kolu kırılarak iltihap bağlayan kral bu şekilde on yıl yaşar, kolu kısalır sınırsız agrılar çeker bu yüzden acıların kralı ismini alır, iltihap tüm vücuda yayılınca, henüz kırkına varmadan hayatını kaybeder.

Divan Edebiyatı Müzesi

FEYZAN | 26 April 2009 21:56

Arkadaşım Ahmet Ümit’ in son kitabı, Bab-ı Esrar’ ı okuduğunu söylediğinde, hiç Ahmet Ümit okumadığımı , onun polisiye roman yazdığını ve polisiye romanlara çok ilgim olmadığını söyledim. O da bu kitabın diğerlerinden farklı olduğunu, Mevlevilik ve Mevlana ile ilgili bir roman olduğunu ve okusam çok seveceğimi söyledi. Üzerinde durmadım. Ancak bir daha ki görüşmemizde, elinde kitapla çıkageldi. Ben bitirdim sen oku diyerek, kitabı bana verdi. Bir süredir başucumda duruyordu. En nihayet geçen gün okumaya başladım. Daha başlarındayım gerçi, ama Şems ve Mevlana ile ilgili bilgilerin yanı sıra, dervişlik ve sufilik gibi konulara da çok değinildiği için, ilgimi çekti. Bu kitabı okurken başımdan geçen ilginç bir olayı hatırladım.
Bundan yaklaşık, 5-6 yıl önceydi. Kadınlar Kolu yönetim kurulu üyesi olduğum dernekte, Ramazan münasebetiyle bir iftar yemeği vermeyi planlamıştık . O zaman ki başkan ( Kuzenim) ve ben, Galata Kulesinde iftar veririz diye düşündük. Ancak gündüzden de farklı bir program olsun istedik. Tünelde bulunan İstanbul Divan Edebiyatı müzesinde ( kuledibi mevlevihanesi) her Pazar gerçekleştirilen sema dönme törenine de katılalım, oradan da iftar yemeğine geçeriz diye düşündük. Günlerden pazartesi’ydi. Meğer o gün müzenin kapalı olduğu günmüş. Kocaman yüksek demir parmaklıklı kapı kapalıydı. İçeriye seslendik ve müzeyi gezmek istemediğimizi ancak, sema programı ile ilgili bilgi almak istediğimizi söyledik. Kapıyı açtılar. İstanbul un en kalabalık caddelerinden birindeydik ve dışarıda dünya çok hızla dönüyordu. İçeri girer girmez tüm sesler kesildi ve sanki dünya durdu dönmekten vazgeçti. Kocaman, çınar ağaçları gölgesinde nefis bir bahçeye girdik. Az sonra tarikat ehli olduğu yüzünden belli, zarif bir beyefendi geldi. Ona derdimizi anlattık.
O da bize içerden program getireceğini söyledi, ve bankları işaret ederek oturun dedi. Bankların üzerlerinde, ağaçlardan düşen yapraklar, bolca toz ve üzerlerinde kıvrılıp uyuyan derviş kediler vardı. Nasıl otururuz bu banklara diye yüzümüzü ekşitmiş olacağız ki, adam bize dönerek, haa ama sahi siz oturmazsınız dedi. Biz her şeyin Allahtan geldiğine ve yine Allaha döneceğine ve bunun bir devr-i daim olduğuna inandığımız için tozla da bütünleşiriz, bunu sorun etmeyiz dedi. Biz öyle utandık kendimizi o kadar maddeci hissettik ki, hemen banklara oturduk. Adamın sözleri, dinginliği ve ortamın huzuru bizi çok etkilemişti.
Az sonra programla geri geldiğinde onun, ‘Ölmeden evvel ölen ‘ bir insan olduğunu farkına vardık.Yani öldükten sonra hesaba çekileceğine, kendini hesaba çekmişti. Yani öldükten sonra neleri yapmış olmayı dileyecekse, şimdiden onları yapmıştı. Bu insanlar münakaşa etmez, yalan söylemez, kimsenin malında mülkünde ya da mevkiinde gözü olmaz. Öldükten sonra veremeyeceği hesaplar için utanacağına, daha dünya da kendine çeki düzen verir, ne kimseden şikayet eder, ne de biri ondan şikayetçi olurdu. Bir ölüden kimseye nasıl bir zarar gelmezse, ölmeden önce ölenlerden de kimselere zarar gelmezdi.
Program hakkında biraz daha konuştuktan sonra, artık, o güzel ortamı terk etmemiz gerekti. Dışarı çıktığımızda, çok farklı duygular içerisindeydik. O dervişten çok etkilenmiştik. Programımızı hazırladık ve çok güzel geçeceğine inanarak evimizin yolunu tuttuk.
O Pazar sabahı uyandığımızda bizi bir sürpriz bekliyordu .Galata Neve Şalom sinagogu önünde, bir bombalı saldırı gerçekleşmişti ve orası bir savaş alanlına dönmüştü. Kaos ortamı orayı ele geçirmişi ve biz o programı o zaman ve hiçbir zaman gerçekleştiremedik.Ama kuzenimle sık sık o gün yaşadığımız o etkileyici sahneyi konuşuyoruz.

ayakkabılarla tarih yolculugu

nazokiraze | 24 April 2009 20:20

 1893
1893

Çok eski çağlarda ayakkabılar ayakları korumak için kullanılıyordu, ancak ortaçağ ve yeni çağdan itibaren daha estetikleştirilen ayakkabıları dönem dönem izleyelim, yakın tarihe şöyle bir göz atalım.Bugünün modacılarının etkilendikleri dönemleri öğrenelim.(Ayakkabı tarihi)ne bakacak olursak 14. yüzyıldaki aşırı sivri burunları,1575 te moda olan mantar topukları, 17 yüzyılda ortaya çıkan uzun çizmeleri görebiliriz.Burada 1830 yılından kalma bir çocuk ayakkabısı görülebilir.(Tarihi ayakkabılar )

1991
1991

Kunstkamera; Tuhaflıklar ve Acayiplikler müzesi

turkman | 18 March 2009 14:58

Rus tarihine ismini altın harflerle yazdıran, Ruslar’a ve dünyaya göre büyük, bize göre ise Deli Petro; Avrupa’daki gelişmeleri öğrenmek ve bunları ülkesinde uygulamak için yüzbaşı kılığında Avrupa’nın birçok ülkesine seyahat eder. Bir işçi gibi tersanelerde çalışır ve gemi yapımını öğrenir. Ayrıca gezerken hayran kaldığı kurumları da aklına kazır ve ülkesine döner. Döner ve bunları uygulamaya geçirmeye koyulur. 1703 yılında Saint Petersburg’u kurar. Ardından başkenti buraya taşır. Şehri güzelleştirmek için Moskova’daki bütün zenginlere Petersburg’da yazlık ve köşk inşa etmeleri emrini verir. Acımasızlığıyla bilinen Petro‘ya karşı çıkabilen olmaz. Hele bu kişi oğlunu bile bir çırpıda öldürtecek kadar acımazsa. Bu şehrin yapımında binlerce kişi ölür. Bunların çoğu İsveç’le yapılan savaştan kazanılan esirlerdir. Bütün bu çalışmaların sonucunda, güzellik olarak Venedik kadar olmasa da, ona benzer ve takdire şayan bir şehir ortaya çıkar.

42 adanın üstüne kurulmuş olan Petersburg şehrinin, Vasilevsky adasında yer alan Kunstkamera Müzesi, Neva nehrinin kıyısında yer almaktadır. Ayrıca dünyanın en eski müze binasıdır.

Almanca “konst-kamer”, yani sanat odası anlamına gelen bu müzenin ismini “meraklar odası” olarak da çevirmek mümkün. Ama asıl adı Kunstkamera Antropoloji ve Etnoğrafya Müzesi.

İçinde farklı kültürlerden 2 milyona yakın sanat eserini saklayan müze, daha çok içinde barındırdığı anatomi bölümüyle ilgi odağı haline gelmiştir. Bu bölümde bulunan yarı insan yarı hayvan yaratıklar ve tuhaf canlılarla, ziyaretçilerden kimileri için hayretle uzun süre bakakalınan, kimileri için ise iğrençliği karşısında kusulası bir bölüm burası. Özellikle yeni doğmuş; kimileri birbirine yapışık, bazılarında ise beyinlerinin yarı kısmı açılmış bebekler, insanda acımayla karışık tiksinme hissi doğurmuyor değil. Bunların üstünde deney yapan kişinin ise bizzat Petro olması, deli lakabının nereden geldiğini biraz açıklar nitelikte. Ayrıca o zamanlar halkı fakir olan Rus halkından bazılarının buraya tuhaf yaratık verip para kazanmak için hamileyken karınlarını tekmelettikleri veya karınlarının üstlerine atladıklarını duyunca insanın gerçekten ağzı açık kalıyor.

İsterseniz bunları bir kenara not ettikten sonra, diğer bölümlere de şöyle bir göz atalım. Umarım sizlere faydası olur.