bildirgec.org

kadın hakkında tüm yazılar

AMAN DİKKAT!

be_goodie | 18 January 2007 11:07

yaşayan varlıklar arasından, içgüdülerimizi biraz olsun aşmamızla, kültür sahibi olan varlıklar olmamızla ve olması gereken kadar herkese eşit olarak dağıtılmasa da eğitim hakkımızla sıyrılıp bambaşka bir şekle bürünmüşüz, insan demişiz kendimize. hayat devam eder, zaman geçer hepimiz zamanı geldiğinde gittiğimiz yer apaçık belirli olmasa da buralardan göçüp gideceğimizin farkındayız. elbet yaşamın insanca devam edebilmesi için yani bir bakıma bazılarımız toprağa karışırken de insanoğlunun hayatını sürdürebilmesi için üreyip çoğalmamız gerekmekte.-aman efendim kocca insanoğlunun yaşamını sürdürmesi bana mı kalmış işim olmaz hiç de uğraşamıyciim veya benzeri tepkiler, yerinde, zamanında, bazı şartlarda kabul edilebilir. yahu daha ben bu dünyada bir tarafımı koyacak yer bulamamışken bir de hiç yoktan ortaya bir tane daha meydana getirmek akla fikre uygun gelmiyor diyenler de olabilir. bu da yukarıda bahsettiğim kabul edilebilir düşünce biçimlerinden biri sonuçta.
allah rıskını verircilik veya sen bir tane doğur bak bu boka sarmış evliliğiniz nasıl düzelecek görürsüncülük, galiba bu herif beni almaycak ben en iyisi kancayı sağlam takayımcılık, erkek olmazsa olmazcılık, ula ula soyağacımız kuruyacak vallacılık gibi gibi boktan sebeplerle de çokça karşılaşılmakta. tabi bir de geliyorum demeyen görünmez kazalar, incecik olmaması gereken sızıntılardan başlayıp kadın yumurtalığında biten sperm yolculuklarını da gözden kaçırmamak lazım. inanmak zor gelebilir ama benden bir tavsiye o kadar da olmaz olmaz demeyin belki de bu yukarıda bahsettiğim sebeplerden dünyaya gelip yaşama gözlerini açanlardan biri de sizsinizdir. kim bilir?!
konuyu biraz daha genişletiyorum. örnek olarak bir kadın ve bir erkek arasında geçen o bildik olay sonunda (yani aslında bu nüfüs sayımı kurallarından bahsetmek beni hep bunaltmıştır o yüzden başka bir açıdan alalım mevzuyu ele) evet bir şekilde bu meşhur sperm yola çıktı allem etti kallem etti ve başardı. küt! gol!! hah şimdi allahın spermi bakıyor mu? oraya varmadan önce soruyor mu, ula ben kimden çıktım, kime gidiyorum, bunlar ne yer ne içer, birbirlerini tanır mı tanımaz mı, bakalım ertesi günü tekrar birbirlerini görecekler mi, gibi kaygıları olan bir sperm gördünüz mü? göremezsiniz. sorun bir neden diye; çünkü insan daha o aşamadayken bu bilgiye duyduğu açlıktan daha nasibini almamış durumdadır. çağımızın bilgi çağı olduğunu nerden bilsin ama ben ümitliyim evrim teorisinin de dediği gibi evrim daha yeni başlamıştır ileride yukarıdaki ayrımları teker teker çözmüş spermler dünyaya getirecek insanoğlu.

Köprü altı cam cam!

kopanisti | 17 January 2007 09:41

İstanbul TEM Otoyolu’nda Büyükçekmece-Çatalca Köprüsü altı fuhuş yatağına dönmüş. Köprü altını mesken tutan hayat kadınları güpegündüz yol kenarında kamyon şöförleriyel fuhuş yapıyormuş.
haberde güpegündüz diyor yani herkes gördüğü için çok ayıp, gece yapsalardı normal mi sayacaklardı. Fuhuş ezelden beri bir sektör ve kazanç kapısı. Sex sokakta yada orda burda denetimsiz yapılırsa adına fuhuş deniyor ve suç sayılıyor, genelevde denetimli yapılırsa ihtiyaç olarak görülüyor hemde vergilendirilmiş kazanç olduğu için de kutsal kabul ediliyor.
Kadınların sex ile para kazanmaları çok acı bir gerçek ne yazıkki, sadece gelişmemiş değil gelişmiş toplumların da çözemediği problem.

ERKEKLERİN CİNSEL İKTİDAR SORUNU

Radyocu | 15 January 2007 15:04

MUSTAFALAR, ALİLER, AHMETLER, HÜSEYİNLER İÇİN YAZDIM; AYŞELER DE OKUYABİLİR
MUSTAFALAR, ALİLER, AHMETLER, HÜSEYİNLER İÇİN YAZDIM; AYŞELER DE OKUYABİLİR

Erkekler, neden cinsel yeterlilikleriyle başka her şeyden daha çok gurur duyar gibidirler veya cinsel yetersizlikleri onları başka her şeyden daha çok rahatsız eder gibidir?

Dişiler doğada bir çok erkeği kendilerine çekip, aralarından en sağlıklısıyla çiftleşirler. Bu seçim, doğacak olan bebeklerin ve gelecek neslin sağlıklı olmasını sağlar. Yani kadınlar, çekicidirler ama çekici olmalarıyla pek de doğru orantılı olmayan bir arzu dünyaları vardır. Erkekleri şaşırtan en büyük şeylerden biri de budur. Çekici ve seksi bir kadının, onlarla sadece sohbet etmek istemesini veya sadece sarılıp uyumak istemesini bir türlü anlayamazlar.

Kadınlar mükemmel değil!

darjeeling | 15 January 2007 12:32

Biz kadınlar nelere kızıyor,neleri eleştiriyor ama neler yapıyoruz?Şöyle bir inceleyelim isterseniz:
Biz çok fazla bakımlı,hijyenikmiş gibi davranırız,makyajımız yüzümüzden eksik olmaz ama aslında tuvaletlerde oralara buralara pedlerini atan,tuvaletten ellerini yıkamadan çıkan çok fazla kadın vardır aramızda. Biz hayatın akışında enerjik ve canlı görünürüz ama metroya bindiği anda 2 durak sonra inecek bile olsak bir koltuğa oturmaya çalışan, ya da otobüste oturmak için milletin gözünün içine bakan kadın çoktur aramızda. Orda burada entellektüel görünmek adına ‘ben hiç seyretmem’ dediğimiz Televoleleri en çok biz izleriz. Erkeklerin bize açık sözlü olmasını isteriz ama onlara yarım ağız ya da imalı konuşan hep bizlerizdir. Televizyondaki ünlü kadın sanatçılara, ya da sokaktaki herhangi güzel bir kadına her zaman takacak bir kulp buluruz ama aslında mutlaka biryerlerini kıskanıyoruzdur(ya yüzünü,ya boyunu,ya ününü.. vs..) Evlenmeyi düşünmüyorum ya da istemiyorum deriz bazılarımız ama bu külliyen yalandır. Bunu istemiyorsa ,istemediğini dürüstçe belirten tek tür vardır doğada, o da erkek! Çok kiloluyum diye etrafa haykırışlar fırlatırız ama o pastaları börekleri mideye indirirken çok güzeldir değil mi hayat? Tek gecelik ya da haftalık ilişki yaşarken bunu bazılarımız gururla paylaşır arkadaşlarıyla, ama bu bazılarının bazıları evlerinde yalnız başına kaldıklarında çok gözyaşı dökerler’ben ne yaptım,kendimden iğreniyorum’diye..
Ben birileri beni öldürmeden bu listeyi bitireyim en iyisi…

GEZİ YAZILARI 1: ŞANGAYDA (SHANGHAI) ÇAY SAATİ, MÜZİK VE YAĞMUR

Radyocu | 12 January 2007 19:39

Çin'in Parlayan Yıldızı Şangay (Shanghai)
Çin’in Parlayan Yıldızı Şangay (Shanghai)

ŞANGAY’DA (SHANGHAI) ÇAY SAATİ, MÜZİK VE YAĞMUR

Çin’i ilk kez bundan 14 yıl önce görmüştüm. Hong Kong’tan iki saatlik bir tren yolculuğuyla geçmiştik Çin’e. O zamanlar öğrenciydim ve benim için Çin’e gitmek çok faklı bir deneyimdi. Guangzhou’da bir gece kaldık ve tekrar Hong Kong’a döndük. O sıralar Çince öğrenmem gerektiğini anlamıştım fakat bu konuda harekete geçmem zaman aldı.

Kadının makbulü ‘ince belli’ olur

secretzone | 11 January 2007 12:08

Teksas Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada, bilim insanları son yüzyıllara ait ingiliz, çin ve hint edebiyatını karşılaştırarak kadın vücudunun nasıl övüldüğünü incelemiş. Varılan nokta, yüzyıllar boyunca ince belli kadına olan ilgi hiç azalmamış. Darwin’in erkeklerin bilinçsiz biçimde genlerin dewamı refkelsiylegüsülendiğii tezini destekler nitelikteki araştırma Proceedings of the Royal Society B dergisindeyayınlanmış. Buna göre, goğurgan bir bedenin işareti olan ince bel, tüm güzellik kriterlerini geçiyormuş. Yani kısacası en çok ince belli hanımlar beğeniliyor…

İLETİŞİM YAZILARI 2: KADINLARI ANLAMAK ZORUNDAYIZ (MI)?

Radyocu | 11 January 2007 00:30

Kadınları Anlamak Gerekir (mi?)
Kadınları Anlamak Gerekir (mi?)

Kadınları anlamak gerçekten gerekli mi? Hayatta ilişki kurduğumuz her insanı veya eşyayı gerçekten anlıyor muyuz? Gerçekten buna mecbur muyuz?

Sorularım size garip geliyordur eminim. Fakat ben kadınlarla anlaşabilmek için, onları mutlaka anlamam gerektiğini düşünmüyorum. Bu, onları anlamaya çalışmadığım anlamına da gelmez. Ama onları anlayamadığım zamanlarda da onlara karşı anlayışlı olmam gerektiği anlamına gelir.

İLETİŞİM YAZILARI 1: KADINLAR VE ERKEKLER SADECE ARKADAŞ KALABİLİRLER Mİ?

Radyocu | 10 January 2007 22:10

KADINLAR VE ERKEKLER AHBAP KALABİLİRLER Mİ?
KADINLAR VE ERKEKLER AHBAP KALABİLİRLER Mİ?

Bir kadının ve bir erkeğin birbirlerini önemsemeleri, ama sadece ahbap olmaya çalışmaları bana yorucu bir çaba gibi görünüyor.

Birçok okuyucunun bu yazıya verdiği tepkide benim bir erkek oluşum etkili olacak, belki de “işte erkekler böyle” diyecekler. Böyle denmesi benim açımdan ilginç olur, zira bu yazıyı okurken bile yazarın erkek olduğunu göz ardı etmek ve konuya karıştırmamak çok zorken, bir insanın, karşı cinsten biriyle kendi cinsinden biri gibi ahbaplık yapması ve ona farklı davranmaması ne kadar zor siz düşünün.

Kadın olmak nedir?Ne değildir?

darjeeling | 04 January 2007 23:05

Kadın olmak nedir?Bekaretini yitirmek midir dişiyi kadın yapan? Diyelim ki o gitti,artık bilimsel yönden ‘kadın’deniyor size. Peki gerçekten kadın olmak nedir?Tırnaklardaki ojeyi yenilemek,3 günde bir fön çektirmek,dibi gelmiş saçın hemen boyasını yaptırmak,hoş ve tarz sahibi giysiler giymek,yanınızda her daim mendil taşımayı akıl edebilmek..Yani bakımlı olmak mıdır kadın olmak?Hayır.Bunlar her erkeğin bir kadını arzularken o kadında görmeyi umdukları şeyler, ya da erkeğin kadını elde ettikten sonra değiştirmesini istemediği şeyler.’Gerçekten kadın olmak’ ise farklı biraz. Kadın olmak hem her yere yetişebilmek, hem de erkeğin dur dediği yerde durabilmektir.Erkeği sık boğaz etmemek, ama aynı zamanda onu istediği sevgiden mahrum etmemektir.Yaşının olgunluğunu taşıyabilmek,ve bu olgunlukta erkeğine çocuklar verebilmektir.Arkadaşlarının diline düşürmemek ama aynı zamanda onun arkadaşlarının örnek göstereceği hanımefendi olabilmektir.Eğer bunları yapmazsanız ‘Kadın ol,biraz kadın gibi davran’cümleleri duymaya mahkumsunuzdur ve böylece ‘henüz’ kadın olmadığınızı anlamış olursunuz.

Her Aşk Bir Önceki Aşkın Rahminden Doğar

SUVEYDA | 02 January 2007 23:24

Her Aşk Bir Önceki Aşkın Rahminden Doğar

ankara’da bir kadın
üst üste iki sigara içer
yalnızlığının üstüne
üşür..karanfil sokak üşür
yalnızlık üşüşür

sindirilmemiş eylül kokardı bulutlar; o yüzden, karanfil yüklü bir bulut gibiydi ak saçlı analar…kesip biçip ömrümüzü, dört köşe etmişlerdi gökyüzünü; hasret yüklü beyaz bir trendi, mavi ovadan katar katar süzülen beyaz bulutlar…merdivensiz ayaksız nasıl yükselirdi şu gökyüzü, eğer olmasaydı pantolonu kısa geldiği için kambur dolaşan, kafası üç numara traşlı çocuklar…düşünsene; ya olmasaydı şu mavilik, ne yapardı kuşlar ne yapardık biz, ne yapardı başını kaldırıp da denizin ortasında gökyüzüne bakan balıklar…hem çokça aklıma takılıyordu; niçin yunuslar ekseriyet gökyüzüne dalıyordu ve bir soru imi gibi toprakta batıyordu…şimdi bir pencere düşün; gözlerini açmış sabahın serinliğinde, günün ilk ışıklarını yüzüne serpiyor, içeri doğru uçuşan beyaz tülleriyle…ve gözlerin başka bir dünyaya açılmış gibi bakıyor; aklının her hali yapraklar üzerindeki çiğ taneleri gibi gözle görülür oluyor; işte bunların içinde aşk böyle bir şeydi sevgili…ben kalkıp aşkın başkenti şiirden geliyordum sana, sen bana ankara’dan, üstelik eksik olmazdı cebinde de memleketimin denizi ve ben ne zaman seni düşünsem, penceremde kuş sesi, bembeyaz gülüşün gibi…sevdayı işlemekteydi iki kalp, göz kırpan yıldızlar gibi, iki insan mekansız severken birbirini; işliyordu sonsuz zaman saati, bir onlar bir de deliler duyuyordu sonsuz kez sevmenin sesini…ne akrep vardı ne yelkovan; işlerken sonsuz zaman saati…işlerken sonsuz zaman saati; sonsuzluğa kaymaktaydı aşk, kelebek kovalayan çocuklar gibi…aşk ışıltılı bir şeydi; dudak kamaştırırdı, ve dudak bağlantısız bir salıncaktı; bir çocuk gibi sarkıtarak ayaklarını, beyaz bir bulut sallanabilirdi…hem aşk nasıl bir ihtimaldi ki, yalnızlıktan kurumuş iki dudak yalnızlığından kurtularak ıslatırdı birbirini…sonra bir gün kapandı dudaklarım, bir konuşmayı saklar gibi değil, sessizliği kilitler gibi yüzümün ardına…mavi bir uçurumdu sanki gözlerim; içine düştü yüzümden düşen bin parça sessizlik, kırıldı uçurumun dibinde…yüzüme sinmişti melankoli; sanki morun tonlarıydı bütün renkler ve gördüğüm bütün çiçekler mor menekşe…şimdi kim toplardı; kırılgan bir çocuğun şiirlerini, kim söylerdi ona; ölüm kadar yalan yaşam kadar gerçek şiiri ve ışığı çekilen çiçekleri…kim tutardı; gecenin siyahlığında beyazlattığı ellerini, ki siyah şiddetli bir renk, ne isterse tutkuyla ister, beyaz ise ölümcül hasret…ellerim hangi çalgıya dokunsa; tüberküloz bir nota, ömrüme beyaz papatyalar düşer…ah, ben canımdan değil ömrümden vuruldum…kim severdi; ömrü süt dökmekle geçmiş bir kediyi, suskunluğuyla beraber, ki suskunluk, ulaşılması zor dilsiz bir yer…kim öperdi; yüzündeki gülümsemeyi kıyıya çıkaran yunusu, su dökmeksizin üstüne; işte yine kimsesizdi şiir…gönderilmemiş mektuplar gibi kendini kanatan yaşam, besliyordu akşamüstünü…turunç bahçesi oluyordu gökyüzü, hep o vakitler bir hüzün, içimdeki cinler batan güneşte davul çalmakta; içimde bir düğüm bir düğüm…içimdeki boşluk; bir çocukluk hıçkırığını yankılar…sanki dilimin ucunda bir söz varmış da, daldığım boşluk bunu hatırlatacakmış, yani bir varmış bir yokmuş, kim anlatmıştı bana, insanlık tarihi kadar eski bu masalı, gözlerimden uyku kaçmış…hüznün hasadını kaldırıyordu; yalnızlığın terlettiği ellerim, her akşamüstü…sırtından öpüp gündüzü, okşayarak akşamüstünü, el sıkışıyordum geceyle, uzağa yakın duruyordum…ah be güzelim, ne varsa uyandırılmayı bekleyen gecelerde var; gelip parmak uçlarında uzandın bir gece yalnızlığımın yanına…ne kadar da güzeldi hayalin, iki suç ortağı çaldık geceyi, kimseler görüp duymadı bizi…ve sen ne kadar gerçektin ki; üstünde gezerken ellerim, bir güzel heykelini yaptım senin, ürkmüş iki ceylandı göğüslerin…ve uzarken kirpiklerin; kaşlarının altına tünemişti gözlerin, sanki uyuyordu bembeyaz iki ak güvercin…taammüden bir sevda mıydı bu; okuduğum şiirler, büyüttüğüm çiçekler ve hayallerimle…hep güneşin batışını yaşamak; bir gün olsun doğan güneşin çığlığını duyamamak, en çok yazları sevip de bu sevince ortak bulamamak, yazları sevip de yazlarda sıkılmak…kış mı…ben hep eriyen bir çocukluk sevinci gibi yaşamadım mı…düşler ki bir yangın yeriydi; yakıyordu doğru bildiklerimi…olmasa da düşlerimin elleri, ellerimde düşlerim bir bozkırı yakıp, savuruyordum külleri…kaçışıyordu her bir kası kalp gibi atan, soru başlı atlar…tutuyordum alev alev savrulan yelelerinden, gidiyordu yüreğim doru rüzgarların serinliğiyle…ben değil aynalar sallanıyordu sanki, aşkımı söylemediğim kadınlar gibi…düşürürken ellerimden atların dizginlerini, buluyordum düşler vadisinin yeşilinde kendimi, buluyordum kendimi…içiyordum billur ırmağın suyundan, bırakarak içine ateşimi…sen kuytuluğunda uyutuyordun beni; ben hiç uyutmuyordum seni, benimki üryan bir rüya, sanki hiç giyinmedim ömrümce…o sabah kıyıya vuruyordu cesedim, meğer ben o gece ölmüşüm…malum kalp ile aklın savaşında ölür şairler; ki onlar, mısralarını yel değirmenlerine kaptırmış birer muzafferdirler…imkansızlıktan dem vuran bir deniz kızı oluyordun sen; ellerim kalıyordu sende, ellerim memelerinde, biliyordum yetmezdi aşkı sağmak için…arkandan bağırmalarım nafile, dalıyordun maviye, ne balık ne de kız, oluyordun düpedüz deniz…artık gözlerim dalıyordu sana…günbatımlarında aktıkça bakır o tarifsiz boşluğuma…yüreğim büyürdü -kimileri sıkışma der buna-, kanadı kırık bir kuştu göğüs kafesime çarpıp duran…her günbatımı sanki bir istek, sınırları zorlayan…bir iç çekiş gelirdi ansızın, yer açmak ister gibi içimdeki çırpınışa…artık yalnızlığı artırırken bütün rastlaşmalar; kanadı kırık bir kuş, çığlığının yankısını boşa arar…yüreğinin en yumuşak yerinde keskinleşir şiir, bir bıçak gibi…gönderilirken güneş ile birlikte bütün renkler de, başlar dil, ölümü dirimi imlemeye…ölüm ile dirim siyah beyaz bir fotoğraf gibi geldiğinde önüne, zordur işin; sanki beyaza kaçmıştır bütün renkler, yüzlerinde ölüm korkusu…insana yalnızlığının sonsuzluğunu; yitik aşkı hatırlatır, tıpkı ölüm gibi…artık kül tadıdır dildeki şarkı, gülemezdim çıkıp gelen bir kadına…bilirsin büyük acılardır büyük umutları doğuran…ama…büyük umutların ölümüdür büyük acılar da…yeryüzünün bildirimidir ki bize; bir kristal sallandıkça renk alır umut ile acı arasında…bildiğini biliyorum, emiliyor sonunda bakır ışık da, karanlıkta emilen bütün renkler gibi…ama bekle sen, bekle, bir görünüm akacak yüreğine, tam bütün ışıklar çekip gitti derken, işte o vakit, çatal boynuzları geceyi yırtan geyikler göreceksin, yükselirken dolunay gökyüzünde…ormanları sis kapladığı vakit, aynı nehre gelecek tüm yitik geyikler, ayakları yıkanacak aynı serin suyun içinde, işte sana “geyikli gece”…iki mısra arasındaki sonsuzluğu düşün; uzanıp gider duru bir imge, bilgisine erişilmemiş şiirin içinde…hatırla; derin uykunun ilhamından aldığın bilgi, çıkar karşına, çölsüz bir yerde ve kaçar sıcak kum taneleri gözüne…unutma; nar şiddetinde bir ölümdür yalnızlık, öylesine kalabalık, ama kaybedilen aşklar da sonsuzdur, çünkü en çok, aramaktır sonsuzluk…sen ağladım deyince, ben kör oluyordum, iki gözüm önüme akıyordu…nasıl yemin etmişsem artık, gözlerim, aşka akan iki mavi ırmaktı…ah seni nasıl severdim sevgili, sevgin onurlandırırdı beni; ateş yürekli güney-kore’li gençler gibi…ezilmiş kadınların en güzelliydin; kesilirdi soluğum, sen karşımda bir dudak gibi dururken, nereydi en öpülesi yerin unuturdum…biraz buğulansa siyah gözlerin; afrika’nın aç çocukları ölürdü gözlerinde, sarılırdım incecik bedenine…biraz geciksen; aklıma düşerdi bütün kayıplar; plaza del mayo’dan galatasaray’a, seni nasıl özlerdim sevgili, yüreğime ağlardı bütün analar…sen bir japongülüydün; bir havai fişek gibi patlardı ansızın, yeşiline gizli onlarca kırmızı gülden biri…söneceğini bile bile her havai fişeğin, ben o patlamaya aşıktım, çünkü ben yeşilindeki o gize aşıktım…sen benim gecemdin; yıldızlarını içime düşüren, karanlığıma doğuyordu yıldızların…ben ne zaman bir sigara yaksam; dumanı sana eğilirdi, sen bana…öyle güzel yumardın ki siyah gözlerini, kirpiklerin uzar, yüzünden aşağı bir güzel akşam gölgesi…ağustos’ta bile üşüdüğümüzü anlatırdık birbirimize, ısınmak neyi anlatırsa bize…sen gülünce; genç kızların düşleri yürüyordu yüzüne, bembeyaz bir gelinlikle…sen küsünce; aşıklar alla işliyordu bileğinin gergefini, düşüyordu dudakların bir intiharı hemen…gamzelerin var demiştin, ben gülünce; aşkına dair bir delildi, oysa; hayatın yüzüme attığı çentikti gamzelerim, yine sustum…yine söylemedim…ben ki ömrünce süt dökmüş bir kediydim…belki de aşkına ait bu delili yok etmek istemedim…denizim derdin; yüreğinden demir alan gemileri dudağının rüzgarıyla gönderirken…sen kayıp limanlarını arardın bende; ben ise kıyısız bir denizdim…denizim derdin; görmeden içimdeki batık gemileri…ve bir gün bir ada gibi yükselince batık gemiler; gördün gramersiz bir şairin batırdığı gemileri…şiir aşkın başkenti, hüzün şiirin kan kardeşi, aynı bıçakla kestiler ellerini…hem hüzün topal bir ırmaktır, götüremez dökmeden, bir bardak su da olsa elindeki…kendine kaçmak hayal marifetidir; öyle nasip olmaz herkese, bu marifet, bir çocuklarda bir de çocuk kalanlarda…hep bir çocuk bir kadim ayrılık, kendimi bildim bileli…baksan yüzümde yeşeren çizgilere anlarsın, tazedir benim kanım, kuruyan yaralarımı kanatmaktan…sen de bilirsin, bir oyundur ya, kuruyan yaraları kanatmak…her aşk bir önceki aşkın rahminden doğar bir sonraki aşkın rahmine düşer, kim bilir sevgili, yarın neye büyürüm ben…şarlo, “hayat anlam değil arzudur” diyor sahne ışıkları’nda, bacakları tutmadığı için yaşamı anlamsız bulan dansçı kıza…aslında kızın bacakları falan tutuyor da, yaşam arzusun yitirmiş, bu yüzden anlamsız buluyor yaşamı ya da bu yüzden tutmuyor bacakları…öyleyse insan ne zaman hayat dansında zorlansa; dürtmeli hayatı, şarlo’nun “hayat anlam değil arzudur” bastonuyla…