bildirgec.org

istanbul film festivali hakkında tüm yazılar

Düşüş ‘The Fall’ – Eleştiri

pillidarko | 06 May 2008 12:30

Bazı filmlerin her karesi bir tablo gibidir ve bu sahnelerin içinde derin anlamlar gizlidir. Bu tarz filmlerde görüntüler diyaloğun yerine geçerek seyirciyle konuşur, asıl anlatılmak istenen oralarda saklıdır. İşte The Fallböyle filmlerden değil 🙂 Gibisi fazla tüm sahneleri birer tabloama bu tabloların içinde bir anlam gizli değil. Sadece dayanılmaz renk kontrastları, perspektifleriyle izleyiciyi etkileyen birer fotoğraf gibiler.
The Cell filmiyle üne kavuşan Tarsem Singhyönetmen koltuğunda oturduğundan buna şaşmamak gerek aslında.

Film adı üzerinde düşüş (The Fall) temasıyla bezenmiş. Ailesiyle birlikte portakal toplayarak geçinen küçük Meksikalı kızımız Alexandria ağaçtan düşüp kolunu kırmıştır. Aşk acısı çekmekte olan intihara meyilli bir dublörde, köprüden atlama sahnesinde yaralanmıştır ve onunla aynı hastanede kalmaktadır. Bu iki insan arasında ilginç bir ilişki oluşur. Dublör Roy intihar etmesi için gereken hapları sağlamak için küçük Alexandria’yı kullanmaya karar verir. Bunun için de çocukların en sevdiği şeyi, masalları kullanır. Alexandria’ya anlattığı masalın sonu yaklaştıkça filmdeki hikayenin sonu da yaklaşır.

‘Dante 01’ – Marc Caro Uzayda Yolunu Şaşırmış

pillidarko | 03 May 2008 10:33

Marc Caro,artık soundtrack parçasını hepimizin ezberlediği Amelie filminin yönetmeni Jean-Pierre Jeunet‘nin Amelie öncesi karanlık filmlerinde birlikte çalıştığı bir yönetmen. Bahsi geçen filmler Şarküteri

ve Kayıp Şehrin Çocukları ki bence dünya çapında başarı kazanan Amelie’den çok daha sağlam filmlerdir. Her iki filmin ortak noktası karanlık ama bir yandan da garip bir mizah anlayışıyla bezeli, hem hüzünlü, hem neşeli atmosferleridir. Şarküteri insan eti satan bir kasap ve komşularının hikayesini anlatan bir filmden beklediğiniz üzere gerilim öğeleri taşımaz. Ortadaki sorunlar insan eti yenmesinden çok daha sıradandır. Filmin karanlık yapısı, ilginç karakterleri birşeyler olmasa da birşeyler olacağı şüphesi uyandırır. Kayıp Şehrin Çocukları ise çocukların gözünden anlatılan, çocuklarla ilgili bir macera için fazlasıyla puslu ve güvenilmezdir.

Ara (2007) – Eleştiri

pillidarko | 01 May 2008 10:12

Bir adam, bir kadın… Aralarında yaşananlara koyulan isimler aşk, ihanet, seks…Kim kime daha aşık, kim kimi aldatmış, kim kimi öldürmek istemiş? Bu soruların gölgesinde seyirciyle kedi fare oyunu oynuyor Ara.

Aynı evde, değişik zaman aralıklarında bir çiftin ve arkadaşları olan başka bir çiftin yaşadıklarını anlatıyor film. Mekan tek dedik ama ortam tek değil. Ünal kamerayı öyle kurnazca yerlere koyuyor ki aynı mekanda olma fikri üzerine kurulmuş bir film izleme farkındalığından kurtarıyor seyirciyi. Zaten önceki filmi 9‘da bir sorgu odasında geçiyordu ve orada da ifade veren karakterler üzerinden mekan duygusunu unutturuyordu. Ancak Ara bambaşka bir film. Bir kere senaryonun matematiği o kadar güzel kurulmuş ki; karakterlerin söylediklerine inanıyoruz, iki sahne sonra tam tersini söylüyorlar ona daha da çok inanıyoruz. Bu yapımının kurulmasında bir diğer etkende zaman sıçraması tekniğinin kullanılmış olması. Ender ve Selda‘nın ilk birlikte oluşlarıyla açılan film 2 sene atlayarak şiddetli kavgalarına geçiyor. Böyle olunca da taşları yerine oturtmak seyirciye kalıyor.
Ancak Ara sadece kadın erkek ilişkileri üzerine kurulmuş bir film değil. Hayatta istediğinden çok uzak insanlara dönüşmüş, yalan hayatlar yaşadığını düşünen insanların hikayesi. Ender bir sahnede Veli‘ye ‘üniversitedeyken bana birşey olacak gözüyle bakılırdı Veli. Şu halimize bak, İstanbul’un ortasında Hammer’larla napıyoruz oğlum biz’ derken perdede gördüğümüz adamın aşk acısı çeken bir adam olmadığını anlıyoruz. Belki çok beylik bir cümle olacak ama evet hiçbir şey gözüktüğü, daha doğrusu anlatıldığı gibi değil bu filmde. ‘Şişman bir adam güzel bir kadınla çıkarsa onu aldatmaz, kulu kölesi olur’ gibi gibi sığ düşünceler alaşağı ediliyor, mutlu evlilikler süren ‘düzgün’ adamlar aslında hayatları boyunca başka erkeklere aşık oluyor. Çünkü bu hayat herşeyin üstünü örtmeye zorluyor bizi. En doğrusu, en normali olmaya sürüklüyor.

Düello – Sukiyaki Western Django (2007) – eleştiri

pillidarko | 29 April 2008 15:26

Takashi Miike‘yi bilenler bilir. Hatta bazılarıonu dünyanın en manyak yönetmeni olarak nitelendirir. Çünkü Miike filmlerinde türleri iç içe geçirip, alabildiğine uçar. Eğer David Lynch izledim aklım karıştı diyorsanız bir de Miike’nin Gozu‘sunu deneyin derim.

Tür çorbası aşçısı Miike’nin bu seferki çorbası Japon işi bir western. Western türü çıktığı topraklar ve dayandığı tarih itibariyle olabildiğine Amerikan bir tür ve bu yüzden bir Japon western’inin düşüncesi bile ilginç. Spagetti Western türüne nazire yaparak bir Japon yemeği olan Sukiyaki‘yi filmine isim yapmış Miike. (Daha önce sinepil’de şu şekilde yer almıştı.)

Kadın Gibi Geçti Tatt av kvinnen (2007)

pillidarko | 28 April 2008 15:35

Korkma tuttum seni :)
Korkma tuttum seni 🙂

Norveç’ten çok fazla film ülkemizde gösterim şansı bulamıyor. Ancak festivallerderastladığımdan bulduğumda asla kaçırmıyorum. Her ne kadar Norveç sineması üzerinde bir yazı yazacak kadar film görmediysem de bu ülkenin sinemasının ayrı bir tadı, soğukkanlı bir mizahı olduğunu söyleyebilirim. Kadın Gibi Geçtide bu mizah anlayışından nasibini almış bir romantik komedi. Ama aklınıza birbirine deli gibi aşık bir çift geldiyse silin onu kafanızdan. Kadın Gibi Geçti’de ideal bir çift yok. Yapışkan mı yapışkan bir kadın ve sonunda ona boyun eğmeyi kabullenen bir aşk öğrencisi var. Aşk öğrencisi diyorum çünkü Trond film boyunca seven bir erkek nasıl davranırsa öyle davranmaya çabalıyor. ‘Sana aşık olmak için elimden geleni yapacağım.’ filmin kilit cümlesi. Trond bir ilişkinin evrelerini yabancısı olduğu bir ülkeyi gezer gibi hem şaşkın, hem de hayranlıkla geçiriyor. İlk kavgalar, ilk seyahatler, sevgi sözcükleri. Aşık olmayı başaramasa da bir ‘ilişki’ kurmayı başarıyor.

Trond’u canlandıran oyuncu Trond Fausa Aurvaag‘ı geçen sene Norveç yapımı bir kara komedi olan Sorun Yaratan Adam (Den Brysomme mannen)’da izlemiştim ve hayran kalmıştım. Bu filmde de gerçekten çok iyi bir performans sergilemiş. Filmin sessiz ve derinden mizahı Aurvaag’ın çipil çipil gözlerinden akıp seyirciye ulaşıyor.

Dumanaltı ‘Smiley Face’ (2007)

pillidarko | 23 April 2008 21:53

Bazı yönetmenler vardır yapıtlarını ya severseniz, ya nefret edersiniz. Genelde bu tarz yönetmenlerin her bünyenin kabul etmeyeceği bir uslüpları olur. Gregg Araki de bu yönetmenler arasında görülebilir. Birçok sinemaseverin kıstas olarak aldığı sitelerde filmleri 5’in üzerinde not alamayan Araki’nin çok uçlarda bir tarzı da yok aslında. Ama kimine oldukça garip kimine ise çok komik gelen bir mizah anlayışı var.

Dumanaltı yönetmenin son çalışması ve rahatlıkla hayatımda izlediğim en komik filmlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Önceki filmlerinde ‘X Kuşağıgençleri’ meseleleriyle uğraşan Araki bu sefer o ‘garip’ mizah anlayışını merkeze oturtup, saf hatta bence hardcore (gülmekten yanaklarım acıdı) bir komedi filmi yapmış.

BATAKLIK

pillidarko | 20 April 2008 21:07

Bataklık İzlanda yapımı, Arnaldur Indridason’un İzlanda’da çok satan romanından uyarlanmış bir suç filmi. Bir cinayet ve katili yakalamaya uğraşan, bol bol sigara içen İzlandik dedektif modeli Erlendur ekseninde ilerleyen film daha çok bir Agatha Christie hikayesini andırıyor. Dedektif Erlendur’un Amerika’da eğitim görmüş yardımcısıyla dalga geçtiği sahneler dışında mizahın pek uğramadığı soğuk bir gerilim. Hikayenin kurgusu ve katili arama süreci bu tip suç öykülerine aşina izleyiciler için yeterince aksiyonlu ve karışık gelmeyebilir ama filmin kendine has bir dokusu olduğu da gerçek. Yani Amerikan yapımı filmlerdeki hızlı, leb demeden leblebiyi anlayan adeta insanüstü dedektiflerden değil Erlendur. Dolayısıyla filmde de bu türden filmlerde rastladığımız klişelerden eser yok.
Filmin başrol oyuncusu Ingvar Eggert Sigurusson ‘İzlanda nüfusu fazla olan bir ülke değil. Bu nedenle orada suç olaylarına fazla rastlanmaz, Dedektif Erlendur karakteri İzlanda için sıradışı bir karakter.’ diyor. İzlanda’nın bu seneki Oscar adayı da olan Bataklık farklı ülkelerin sinemalarını keşfe çıkan sinemaseverler için ideal.

afiş yarışması

cemazulevvel | 11 April 2008 09:14

sinepil.org, sinema ile ilgili yazıların ve yorumların dışında, bu alanda yapılan yarışmaların duyuru ve haberlerine de bir tek kaynaktan ulaşılabilmesine imkan verebildiği takdirde misyonunu tamamlar kanaatindeyim. Ve bu doğrultuda bir haber: “İSTANBUL ULUSLARARASI KISA FİLM FESTİVALİ” AFİŞ YARIŞMASI. 20. Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali’nin tanıtımında kullanılacak afişin belirlenmesi amacıyla düzenlenen yarışmaya son katılım tarihi 30 Haziran 2008 olarak belirlendi. Festival ise 5-12 Kasım tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Yarışma sonuçları 1 Ağustos 2008 tarihinde açıklanacak. Daha ayrıntılı bilgilere buradan ve buradan ulaşabilirsiniz.

Yarışmada malzeme kullanımı ve anlatım tekniği serbest bırakılmış, aynı zamanda herkese açık. Yani katılım için profesyonel olmak gerekmiyor. Bu tür yarışmaların en güzel tarafı da bu bence… Yeni yeteneklerin ortaya çıkmasına imkân veriyor. En fazla dört eserle başvurulabiliyor ve eserlerdeki tüm yazıların Türkçe ve Fransızca olarak yerleştirilmesi gerekli. Yarışmaya katılmayı düşünenler için; kullanılacak bilgiler ve bazı ihtiyaçlar – Festival logosu ya da afişte kullanılacak isimlerin neler olduğuna dair bilgiler gibi – verdiğim linklerden temin edilebilir. Katılım koşulu için birkaç madde daha eklemişler; bunlar yazıların ölçüleri ve kullanılacak resimlerin türleri hakkında…

27. İstanbul Film Festivali

esas tasslehoff | 09 April 2008 23:04

festival afişi
festival afişi

27. İstanbul Film Festivali geldi çattı. Her yıl seçme filmlerin izlendiği, galaların yapıldığı festival Emek, Atlas, Fitaş, Beyoğlu, Atlas 2, ve Rexx sinemalarında seyirciyle buluşacak.

Muhteşem festivalin film programına bakmak için burayı jürileri görmek için burayıyarışmalar için burayı tıklayabilirsiniz.