bildirgec.org

gelenek hakkında tüm yazılar

Besle kargayı

kopanisti | 06 August 2007 13:53

Bu yazıda, ‘’Besle kargayı oysun gözünü’’ özdeyişinin nasıl doğduğunu ve bu özdeyişle yayılmaya başlanan ve günümüze kadar gelen ekin tarlalarından kargaları kaçırtmak için konan korkulukların hikayesini ve karga beslememe geleneğini okuyacaksınız.
Vakti zamanında bir genç varmış, bu gencin bir gün tarlada ekinler arasında dolanırken bulduğu yeni doğmuş cılız ve sevimsiz minik yavru bir kuşu merhamet ve sevgi dolu hislerle eline alıp, ahıra götürüp, besleyip iyi etmek büyütmek ardından salıvermekti tek düşündüğü ve buna karar verdiği anda buraya nasıl geldiğini, annesinin nerede olduğunu da düşünmeden edememişti. Ahırdan içeri girdiğinde keskin bir at kokusundan asla rahatsız olmazdı, bilakis bu kokuyu hissetmeden geçireceği bir günü kayıp sayardı. Sakin adımlarla ahırın sonuna kadar yürüyüp bir kutunun içine doldurduğu samanların arasına minik ve tüysüz yavruyu bırakıp tekrar dışarı çıktığında, ahırın yanındaki salatalık tarlasındaki toprağı eşeleyerek bulduğu birkaç solucanla kuşu beslemeye başladığı günleri daha dün gibi hatırlıyordu. Gel zaman git zaman birkaç hafta emek vererek besleyip büyüttüğü bu kuş palazlanıp da şekillenmeye başladığı anda, bunun birkaç hafta sonra bir karga olacağını geç de olsa tahmin etmiş ve onu ahırın önüne artık uçsun gitsin diye bırakmıştı. Gelin görün ki bahis konusu olan bu karga canlısı ekmek elden su gölden türünde yaşadığı bu bohem günlerin keyfini ahırda sürerken, ayağına kadar gelen solucanları da yalamadan yutar bi de üstüne pişkin pişkln geğirir ve osururdu. Her zaman solucanı ve suyunu ayağına beklemiş olmasına rağmen, delikanlı saf duygularla onu aç bıraktığı anda uçup gideceğini zannetmeye devam ede dursun, üstüne üstlük karganın ahırda yaptığı tüm pislikleri de hergün deterjanlı sularla temizleyip, atlar rahatsız olmasın diye de ellerini zefranlı sularla da yıkadığı bir günün sonunda yorgunluktan ahırda uyuya kaldığı savunmasız bir anında, karganın haince saldırısına uğrar ve aç olan karga tarafından gözleri oyulmak suretiyle yenilir, afiyetle bitirilir. Karnını kanlı gözlerle vahşice zevkler ile doyuran karga uçarcasına kanat çırparak gagasından kanlar damlaya damlaya mahalden uzaklaşırken, yerde göz yuvaları kanlar içinde kalan genç bir delikanlı bırakır.
Karganın annesi, yavrusunun büyüyünce bir cani uçucu yaratıksal yaşam formu olacağını daha doğduğu anda anlayıp onu kimse bulamasın diye bilhassa ve bilhassa tarlada ekinlerin arasına atarak ölüme terk etmesinden sonra yavrunun bulunarak beslenmesi, olacakla öleceğin önüne geçilemeyen bir yazgı, kara bir talih idi genç delikanlı için.
İki gözü kör olan genci, canını verecek kadar çok sevdiği, sevgilisi olacak kaltak da ‘’ben hayatım boyunca bir köre bakmak için gelmedim bu dünyaya deyip’’ terk etti ve kasabadaki çırçır fabrikası sahibinin mersedesli oğluyla evlendi. Bunu duyan genç iyice yıkıldı ‘ulan ben böyle dünyanı te dibine koyayım’’ deyip, çıkın torbasını hazırlayarak, kaptı bağlamasını, sadık dostu reks adlı goldın red river köpeği ile beraber o dağ senin bu taş benim gezmeye ve yanık yanık aşk türküleri okumaya başladı. Türkülerini yedi düvel dinledi, ezberledi. Ezgileri yedi denizlerde yankılandı.
Öykü dilden dile geçti, günümüze kadar geldi. Siz siz olun kimsenin işine burnunuzu sokmayın düşüncesi sahibi insanlar da o gün bu gündür hiç kimse gözleri oyulmasın diye karga beslememe geleneğini günümüze kadar yaşattılar. Tüm tarlalara kargaları kovalamak ve korkutmak maksadıyla siyah şapkalı, yırtık pırtık siyah paltolu, ve samandan gövdeli çirkin ucube cansız, zombi görünümlü korkuluklar konmaya başladı. Maksat gençlerimizin gözleri oyulmasın, sevenler ayrılmasın, sevgiler para pul ile satın alınmasın.

Korsanlık geleneği

kopanisti | 27 January 2007 14:59

Korsanlık ve yağmacılık her devirde olmuştur. Bahsedeceğim olayın da bir geçmişi var. Tesadüfen oluşan bir durumun, yağmacılığa ve belki de korsanlığa dönüşerek günümüze kadar nasıl ulaştığını anlatıyor.

Olayımız İngiltere’nin batı kıyıları ve özellikle Devon isimli kıyı kasabasında geçiyor. Buradaki insanlar yüzyıllar önce kıyılarda ateşler yakarlarmış. Gecenin karanlığında fırtınalı havalarda, gökyüzü delinmiş halde yağmurlar yağarken, göz gözü görmez haldeyken, gemi kaptanları kıyıdaki bu ateşleri fener zannederler ve olumsuz koşullardan kurtulmak için teknelerini oraya yaklaştırmaya çalışırlarmış. Kurtulma ümidiyle kıyıya çok yaklaşan gemiler, kayalıklara bindirir, paramparça olur, kaptan suratı şallak mallak vaziyette teknesini mi kurtarsın, malları mı kurtarsın ne yaptığını bilmez halde debelenirmiş. Canını kurtarmak isteyen denizciler kendilerini kıyıya zor atar, yaralı maralı sağ kalmaya çalışırlarmış. Ertesi sabah da buranın halkı kıyıya vuran malları görüp, bunlarda nereden geldi diye şaşırıp ama yine de sahibi kimdir, nedir ne değildir diye araştırmadan toplamaya koyulurmuş.

Gel zaman git zaman bunun gerçek nedenin kıyıda yaktıkları ateşleri fener zanneden gemilerin parçalanmaları sonucunda olduğunu idrak etmişler ancak tıspıs olmuşlar, ses seda çıkarmadan biraz da salağa yatarak bu durumlarını devam ettirip denizden gelen mallarla günlerini gün etmişler, yağmacılıkları had safhaya ulaşmış, sağ kalan tayfalar bunların ellerine düşmemek için anında toz olup canlarını kurtarmaya bakmışlar. Böylece yaşamlarını sürdürmüşler mutlu mesut yaşamışlar. Modern zamanlarda unutulan bu gelenek gel zaman git zaman babaların çocuklarına anlattıkları birer şehir efsanesi halini almış.
Tarihlerinden bir parça olan bu anılarını, tarihlerini dürüstçe yansıtabilmek, eski günlerden dem vurabilmek ve belki de gelen turistlere biraz da eğlencelik bişeyler sunabilmek adına Deniz Yağmacılığının müzesini bile kurmuşlar. Burada yağmalanan eşyalardan birçoğunu da sergilemişler.

yılbaşı bayramımız…

emsvizyon | 01 December 2006 07:34

bu sene yılbaşı, kurban bayramının birinci gününe denk geliyor sanırım 🙂 bu nedenle tüm dünya aynı zamanda kurban bayramınıda kutluyor olacak :)) derimki iki olgununda ritüellerine uygun bir kutlama olsun,saat 12 ye geri sayarken ne koyun nede sığır bir adet geyik keselim ( eti yenir mi bilmem ) böylelikle hem yeni bir yılı hemde mübarek bir geceyi kutlamış oluruz… yeni yıla nasıl girersen öyle devam eder inanışına da ilginç bir anlam daha katar üstelik… hatta inek ya da koyun süsleme hatta bütçeye göre deve ve geyik süsleme vs sanatınıda icraa edebiliriz,böylelikle çamlar rahat eder:) bu arada tüm geyiklerini kaybeden noel baba da tatil yapmış olur… bayram tatili 🙂

happy new kurban bayramı
happy new kurban bayramı

hakaret ve beraat

linnux | 02 November 2006 11:50

Tarih tekerrürden mi ibaret yoksa yoğun rastlantı bombardımanı altında mıyız?
Daha önce Orhan Pamuk davasında da bir benzer yaşanmıştı.
Orhan Pamuk’un yargılanması, ceza alması çok da önemli değildir.
Ama öyle bir gürültü koparıldı ki…
Birilerinin bazı yaraları kaşıdığı gözler önündeydi.

Normalde, sonuçlanmamış bir dava hakkında -özellikle basın yoluyla-, yargıyı etkileyebilecek yayın yapılması cezayı gerektirir.

Bu davada fazlasıyla -yorum- yapılmasına rağmen bu yönde bir girişim olmadı.
Çünkü bazen basın herşeyden güçlüdür.

Ağaçlara ve türbelere bez bağlamak

asiti kacmis kola | 30 October 2006 16:48

insanlık tarihinin en eski dinlerinden biri olma özelliğine sahip şamanizmde tanrı’dan dilek dilemek ve aday sunmak için yapılan bir ibadet türü olan bez bağlamak, günümüze değin geçerliliğini sürdürmüştür. insanlar geçmişte ve bugünde dileklerinin gerçekleşmesi için bir şeylerden destek almak ihtiyacında olmuşlardır. inanç insanların temel bir gerekliliğidir. bez bağlanan dileğin gerçekleşmesinin bilimsel açıklaması; dileğin gerçekleşmesi için psikolojik açıdan koşullanmaktır.

Tokmağına bayıldım!

| 26 September 2006 10:29

gelenek ile modernlik (alaturka bir modernlik tabii) arasında yalpalayan fertlerimizin tenakuz içeren hal ve gidişleri
(jean vigo’nun hal ve gidiş’i ile françois truffaut’nun dört yüz darbe’si muhakkak izlenmesi gereken filmler arasındadır!) için birçok hazin örnek bulmakta zorlanmayız.ramazan geldi hoş geldi, döneminde de bunlara yenilerini eklemekteyiz: ramazan davulcuları.

sahur vaktini davuluna indirdiği tokmağıyla haber vermeye kalkan davulcumuzun sağında solunda park halindeki ciplerden ve “moderen” arabalardan “türlü çeşitli” alafortanfonik alarm zillerinin yükselmesiyle davulcu, uyandırdığına uyandıracağına pişman…
mahalle sakinleri de sakinlikleri kelimede kalan uykulu halleriyle dinselliğin tavana vurduğu günlerde küfrü basma eşiklerinde ya sabır çekmekte… la havle ve la…