Bu yazıda, ‘’Besle kargayı oysun gözünü’’ özdeyişinin nasıl doğduğunu ve bu özdeyişle yayılmaya başlanan ve günümüze kadar gelen ekin tarlalarından kargaları kaçırtmak için konan korkulukların hikayesini ve karga beslememe geleneğini okuyacaksınız.Vakti zamanında bir genç varmış, bu gencin bir gün tarlada ekinler arasında dolanırken bulduğu yeni doğmuş cılız ve sevimsiz minik yavru bir kuşu merhamet ve sevgi dolu hislerle eline alıp, ahıra götürüp, besleyip iyi etmek büyütmek ardından salıvermekti tek düşündüğü ve buna karar verdiği anda buraya nasıl geldiğini, annesinin nerede olduğunu da düşünmeden edememişti. Ahırdan içeri girdiğinde keskin bir at kokusundan asla rahatsız olmazdı, bilakis bu kokuyu hissetmeden geçireceği bir günü kayıp sayardı. Sakin adımlarla ahırın sonuna kadar yürüyüp bir kutunun içine doldurduğu samanların arasına minik ve tüysüz yavruyu bırakıp tekrar dışarı çıktığında, ahırın yanındaki salatalık tarlasındaki toprağı eşeleyerek bulduğu birkaç solucanla kuşu beslemeye başladığı günleri daha dün gibi hatırlıyordu. Gel zaman git zaman birkaç hafta emek vererek besleyip büyüttüğü bu kuş palazlanıp da şekillenmeye başladığı anda, bunun birkaç hafta sonra bir karga olacağını geç de olsa tahmin etmiş ve onu ahırın önüne artık uçsun gitsin diye bırakmıştı. Gelin görün ki bahis konusu olan bu karga canlısı ekmek elden su gölden türünde yaşadığı bu bohem günlerin keyfini ahırda sürerken, ayağına kadar gelen solucanları da yalamadan yutar bi de üstüne pişkin pişkln geğirir ve osururdu. Her zaman solucanı ve suyunu ayağına beklemiş olmasına rağmen, delikanlı saf duygularla onu aç bıraktığı anda uçup gideceğini zannetmeye devam ede dursun, üstüne üstlük karganın ahırda yaptığı tüm pislikleri de hergün deterjanlı sularla temizleyip, atlar rahatsız olmasın diye de ellerini zefranlı sularla da yıkadığı bir günün sonunda yorgunluktan ahırda uyuya kaldığı savunmasız bir anında, karganın haince saldırısına uğrar ve aç olan karga tarafından gözleri oyulmak suretiyle yenilir, afiyetle bitirilir. Karnını kanlı gözlerle vahşice zevkler ile doyuran karga uçarcasına kanat çırparak gagasından kanlar damlaya damlaya mahalden uzaklaşırken, yerde göz yuvaları kanlar içinde kalan genç bir delikanlı bırakır.Karganın annesi, yavrusunun büyüyünce bir cani uçucu yaratıksal yaşam formu olacağını daha doğduğu anda anlayıp onu kimse bulamasın diye bilhassa ve bilhassa tarlada ekinlerin arasına atarak ölüme terk etmesinden sonra yavrunun bulunarak beslenmesi, olacakla öleceğin önüne geçilemeyen bir yazgı, kara bir talih idi genç delikanlı için.İki gözü kör olan genci, canını verecek kadar çok sevdiği, sevgilisi olacak kaltak da ‘’ben hayatım boyunca bir köre bakmak için gelmedim bu dünyaya deyip’’ terk etti ve kasabadaki çırçır fabrikası sahibinin mersedesli oğluyla evlendi. Bunu duyan genç iyice yıkıldı ‘ulan ben böyle dünyanı te dibine koyayım’’ deyip, çıkın torbasını hazırlayarak, kaptı bağlamasını, sadık dostu reks adlı goldın red river köpeği ile beraber o dağ senin bu taş benim gezmeye ve yanık yanık aşk türküleri okumaya başladı. Türkülerini yedi düvel dinledi, ezberledi. Ezgileri yedi denizlerde yankılandı.Öykü dilden dile geçti, günümüze kadar geldi. Siz siz olun kimsenin işine burnunuzu sokmayın düşüncesi sahibi insanlar da o gün bu gündür hiç kimse gözleri oyulmasın diye karga beslememe geleneğini günümüze kadar yaşattılar. Tüm tarlalara kargaları kovalamak ve korkutmak maksadıyla siyah şapkalı, yırtık pırtık siyah paltolu, ve samandan gövdeli çirkin ucube cansız, zombi görünümlü korkuluklar konmaya başladı. Maksat gençlerimizin gözleri oyulmasın, sevenler ayrılmasın, sevgiler para pul ile satın alınmasın.