bildirgec.org

fuhuş hakkında tüm yazılar

fuhuş,manukyan ve uçkurumuz üzerine

nazokiraze | 02 November 2008 15:03

Fuhuş herkese değişik şeyler çağrıştırır. Burda meslek olarak fuhuştan bahsediyorum, evli kadınların yaptığı zinalardan, okul kızlarımızın erkek arkadaşlarıyla beraber yaşadıklarından, yada kafalarına göre zengin heriflerin koynuna giren kızlardan değil… Bu işi meslek edinen bu yolla resmi olarak para kazananlardan. Kimine göre çok kötü bir şey kimine göre çok gerekli, hayat kadınları olmasa millet sokakta ki karıya kıza rahat mı verir diyenler çoktur. İstanbul için seks haritası bile çıkartılmıştır.

Ucuz Irak kadınları

| 24 April 2008 18:51

Bilemem, nasıl oldu da tek tip Türk erkeği
profilini ürettik.
Ama, bu birbirine benzeyen insanların,
birbirinden farkı olmayan Namık Kemal (*)
düzeyli sohbetlerini bilirim.
Bilirim ve tiksinirim, hep aynı pis sözleri duymaktan.

“Para karşılığı kadın” talep edip bütün Rus kadınlarına
fahişe gözüyle bakan…
Kendi annesi hakkında espiri yapmaktan çekinmeyen.
Zamparalık ve hovardalıkla övünüp, namus ölçümünü
sadece karşıdaki kadın üzerinde yapmaya çalışan Türk erkeği tiplemesi…

***

Aynı şeyi, birbiriyle ilgisi olmayan iki farklı kişiden duyunca
buna değinmeye karar verdim.
Bizler, Gebze’deki gibi malum olaylardan sonra anlık ve kısa süreli
tepkimizi gösteriyoruz.
Ama iş, bu insanların nasıl yetiştiğine gelince ğek de oralı olmuyoruz.
Cinsel faşizm nasıl oldu da hayatımızın bir parçası oldu?
Nasıl oldu da karakterimizin bir parçası oldu?

Hitler ve Türkiye üzerine

delizade | 21 December 2007 01:54

illus: delizade

“…çünkü şeref ve namustan yoksun milletler er geç hürriyet ve istiklallerini kaybederler.”

Sizlere I.Dünya Savaşı öncesinde Almanya üzerine Hitler‘in bazı tespitlerini aktaracağım. Yazının sonunda belirttiğim benzerlik üzerine düşündürebilirsem ne mutlu.

Hitler, erken gençlik döneminde ve bir asker olarak hem cephe gerisinde hem de cephede yaşadığı tecrübelerden sonra zorunlu olarak, neden-sonuç ilişkisi kuran siyasi bir kafa yapısına sahip olmaya başladı ve hırsla, kinle ve haksızlığa uğrayan bir insanın ezikliği ile her geçen gün kendisini bu minvalde besledi. Oldukça fazla kitap okuyordu, ülkesinin her unsuru üzerinde disiplinli ve itinalı bir gözlem yapmaktaydı. Bu yolda günde 16 saat okuyup çalıştığından bahseder. Bu beslenme uzun bir dönemi içine almaktadır. Tarafsız olmaktan elbetteki çok uzakta olan bu fikir yürütmeleri sonucunda ülkesi Almanya üzerine aşağıdaki tespitleri yapar. Hitler’in eğitim, aile, evlilik, fuhuş ve basın üzerine bazı tespitlerine yer vereceğim bu yazıda.

Hem padişahın işi ne?

pylan | 06 October 2007 17:12

Padişahın ruyasi
Sultan Murad Han o gün bir hoş”tur. Telaşeli görünür.
Sanki bir şeyler söylemek ister sonra vazgeçer.
Neşeli deseniz değil, üzüntülü deseniz hiç değil.
Veziriazam Siyavuş Paşa sorar:
– Hayrola efendim, canınızı sıkan bir şey mi var?
— Akşam garip bir rüya gördüm.
– Hayırdır inşallah?..
— Hayır mı şer mi öğreneceğiz.
– Nasıl yani?
— Hazırlan, dışarı çıkıyoruz.
Ve iki molla kılığında çıkarlar yola. Görünen o ki,
padişah hâlâ gördügü rüyanın tesirindedir ve
gideceği yeri iyi bilir. Seri, kararlı adımlarla Beyazıt’a
çıkar, döner Vefa’ya, Zeyrek’ten aşağılara sallanır.
Unkapanı civarında soluklanır. Etrafına daha bir
dikkatle bakınır. İşte tam o sırada yerde yatan
bir ceset gözlerine batar, sorarlar;
— Kimdir bu?
Ahali: – Aman hocam hiç bulaşma, derler.
Ayyaşın meyhusun biri işte!..
— Nerden biliyorsunuz?
– Müsaade et de bilelim yani. Kırk yıllık
komşumuz… Bir başkası tafsilata girer;
– Biliyor musunuz, der. Aslında iyi sanatkârdır.
Azaplar çarşısı’nda çalışır. Nalının hasını yapar…
Ancak kazandıklarını içkiye, fuhuşa harcar. Hem
şişe şişe şarap taşır evine, hem de nerde namlı mimli
kadın varsa takar peşine.. Hele yaşlının biri çok öfkelidir.
– isterseniz komşulara sorun, der. Sorun bakalım onu bir
cemaatte gören olmuş mu?.. Hasılı, mahalleli döner ardını
gider. Bizim tedbili kiyafet mollalar kalırlar mı ortada!..
Tam vezir de toparlanıyordur ki, padişah keser yolunu :
— Nereye?
– Bilmem, bu adamdan uzak durmayı yeğlersiniz sanırım.
— Millet bu, çeker gider. Kimseye bir sey diyemem…
Ama biz gidemeyiz, şöyle veya böyle tebamızdır.
Defini tamamlamak gerek.
– İyi ya, saraydan birkaç hoca yollar, kurtuluruz vebalden.
— Olmaz, rüyadaki hikmeti çözemedik daha.
– Peki ne yapmamı emir buyurursunuz?
— Mollalığa devam… Naaşı kaldırmalıyız en azından.
– Aman efendim, nasıl kaldırırız?
— Basbayağı kaldırırız işte.
– Yapmayın, etmeyin sultanım, bunun yıkanması,
paklanması var. Tekfini, telkini…
— Merak etme ben beceririm.
Ama önce bir gasilhane bulmalıyız.
– Şurada bir mahalle mescidi var ama…
— Olmaz, vefat eden sen olsaydın nereden kalkmak isterdin?
– Ne bileyim, Ayasofya’dan, Süleymaniye’den,
en azından Fatih Camii’nden…
— Ayasofya ile Süleymaniye’de devlet erkanı çoktur.
Tanınmak istemem. Ama Fatih Camii’ni iyi dedin.
Hadi yüklenelim… Ve gelirler camiye. Vezir sağa sola
koşturur, kefen tabut bulur. Padişah bakır kazanları vurur
ocağa… Usulü erkanınca bir güzel yıkarlar ki, naaş;
ayan beyan güzelleşir sanki. Bir nurdur, aydınlanır alnında.
Yüzü sâkilere benzemez. Hem manâlı bir tebessüm okunur
dudaklarında. Padişahın kanı ısınmıştır bu adama,
vezirin de keza… Mechul nalıncıyı kefenler, tabutlar,
musalla taşına yatırırlar. Ama namaz vaktine bir hayli
vardır daha… Bir ara vezir sıkıntılı sıkıntılı yaklaşır.
– Sultanım, der. Yanlış yapıyoruz galiba…
— Nasıl yani?..
– Heyecana kapıldık, sorup soruşturmadan buraya getirdik
cenazeyi. Kim bilir belki hanımı vardır, belki yetimleri?..
— Doğru, öyle ya, neyse… Sen başını bekle, ben mahalleyi
dolanıp geleyim. Vezir, cüzüne, tesbihine döner, padişah
garip maceranın başladığı noktaya koşar. Nitekim
sorar soruşturur. Nalıncının evini bulur.
Kapıyı yaşlı bir kadın açar. Hadiseyi
metanetle dinler. Sanki bu vefatı bekler gibidir.
– Hakkını helal et evladım, der. Belli ki çok yorulmuşsun.
Sonra eşiğe çöker, ellerini yumruk yapar, şakaklarına dayar…
Ağlar mı? Hayır. Ama gözleri kısılır, hatıralara dalar belki.
Neden sonra silkinip çıkar hayal dünyasından…
– Biliyor musun oğlum? Diye dertli dertli söylenir…
Bizim efendi bir âlemdi, vesselam… Akşamlara kadar
nalın yapar… Ama birinin elinde şarap şişesi görmesin;
elindekini avucundakini verir
satın alırdı. Sonra getirip dökerdi helaya!..
— Niye?
– Ümmeti Muhammed içmesin diye…
— Hayret…
– Sonra, malum kadınların ücretlerini öder eve getirirdi.
Ben sizin zamanınızı satın aldım mı? Aldım, derdi.
Öyleyse şimdi dinlemeniz gerek… O çeker gider, ben
menkîbeler anlatırdım onlara… Mızraklı ilmihal.
Hucceti islam okurdum…
— Bak sen! Millet ne sanıyor halbuki…
– Milletin ne sandığı umrunda değildi. Hoş, o hep
uzak mescidlere giderdi. Öyle bir imamın arkasında
durmalı ki, derdi. Tekbir alırken Kabe’yi görmeli…
— Öyle imam kaç tane kaldı şimdi?
– işte bu yüzden Nişancı’ya, Sofular’a uzanırdı ya…
Hatta bir gün; Bakasın efendi, dedim. Sen böyle
böyle yapıyorsun ama komşular kötü belleyecek.
inan cenazen kalacak ortada…
— Doğru, öyle ya?..
– Kimseye zahmetim olmasın deyip, mezarını
kendi kazdı bahçeye. Ama ben üsteledim. iş mezarla
bitiyor mu, dedim. Seni kim yıkasın, kim kaldırsın?
— Peki o ne dedi?
– Önce uzun uzun güldü, sonra;
– Allah büyüktür hatun, dedi. Hem padişahın işi ne?