bildirgec.org

babam ve oğlum hakkında tüm yazılar

beyaz melek

mansonilized | 03 December 2007 11:07

Yönetmenliğini Mahsun Kırmızıgül’ün yapmış olması ile dikkatleri çeken film son dönemlerde en fazla gündemde olan filmlerden biri.

Bir ucu Diyarbakır’da bir ucu İstanbul’da geçen film aralarda Adapazarı’na Tuz Gölü’ne uğruyor. Oyunculuklar birkaç isim dışında inanılmaz doğal ve başarılı. Yıldız Kenter ve Mahsun Kırmızıgül ise tartışmasız bir şov sergiliyor. Bence Nejat Uygur’un zoraki ve tekrar eden kötü espriler sergisi oyunculuğu, Zeynep Tokuş’un neden seçildiğini sorduran başarısızlığı dışında çok yargılanacak detayı da yok. Müzikler Mahsun Kırmızıgül’ün mzisyen kimliğinden olabilir cuk oturmuş. Özellikle cirit sahnesinde alkışlanacak düzeyde. Film bir sanat eseri değil. Ancak duygulara hitab edişi 10 üzerinden 10u hak ediyor.Konu son derece tehlikeli ancak iyi işlenmiş. İnsanı yormuyor. Ölümün bu kadar içimizde, bu kadar yakın ve bu kadar kabul edilebilir ele alınışı çok başarılı. Film ağlatır mı ağlatmaz mı tartışmalarına kişisel yanıtım toplamda yaklaşık 15 dakikalık bir ağlama evresi geçirdiğim şeklinde olacak.

Hayal Patlağı

absynthe | 09 September 2007 00:17

Babam ve oğlumda diyordu küçük çocuk, biz büyüdükçe hayallerimiz küçülür mü…Hayaller ağzımızdaki balonlu sakızlar gibi aslında, biz büyüdükçe büyüyor, büyüyor, uygun zamanda patlatmak istiyorsun kocaman bir balon yapıp.Bazıları başarıyor, patlatıyor çok güzel, hayal bitiyor ama başarmış oluyor işte.
Bazıları da öyle büyütüyor ki, istemeden patlatıyor, ağzına burnuna hayal patlağı yapışıyor..Biraz zamanlama, biraz dikkat.Hayallerin hep senin olmasa da onları patlatacağın zaman patlatabilmelisin.Hem belki o zaman patlatmak için biraz daha hayal kalır ağzında.

geç kalmış bir yazı

RAKIrokaBALIK | 26 March 2007 10:38

Çok değerli hafif.org camiası… öncelikle uzun süredir burada olamadığım için siteyi ne kadar da çok özlediğimi girince tekrar anladım… artı yüzünü hiç görmediğim ama yazılarını okuduğum yada başka yazılara yorum yazarken lafladığım arkadaşlarımı da özlemişim farkında olmadan…
Birebir yaşadığım ve sizlerle paylaşmak istediğim için yazıyorum… daha önceki yazılarımı okuyanlar bilirler babamın geçirdiği bir rahatsızlık vardı,doktorların tavırları karşısında çaresizlikler yaşanmıştı bu vesile ile sağlık sistemimizi sorgulamıştık yazı ve yorumlarda vs…
Bahsedeceğim olay yaklaşık 2 ay kadar önce yaşandı… çalıştığım firmadan aldığım teklif üzerine İstanbul’da göreve başlamak durumundaydım ve ailem özellikle de babamın sağlık sorunları vs sebebi ile bu olaya karşı çıkmaktaydı. Ama ben gitmek zorundaydım ve hafta içersinde küçük bir kaza geçirdiğim için arabam serviste olduğundan otobüs ile gitmek gibi bir mecburiyetim vardı. Biletimi aldım,otobüse bindim,aklımda bir sürü soru işareti,geride bıraktıklarım,İstanbul & belirsilikler vs… Yani çok da sağlam bir halet-i ruhiye içerisinde olmadığımı tahmin etmek için sadece o anda bana bakmak yeterliydi aslında.
Derken otobüs hareket etti,bilet kontrolü,ikramlar vs ve ardından ışıklar söndü,DVD’ye bir film kondu ve herkes gayri ihtiyari izlemeye başladı…
evet o filmdi… gidenlerin anlattıkları ve basında ki yazılardan dolayı gitmemeye karar verdiğim o film : Babam ve Oğlum
zaten dokunsalar ağlayacak durumda olan ben daha yolculuğun ilk 20 km’sinde şok içerisindeydim…
Film gerçekten müthiş ötesi bir kurguya sahip ve sinema sanatı açısından ancak profesyonel eleştirmenlerin belki teknik anlamda eleştirebilecekleri bir yapıda.Ama benim sorgulamak istediğim şey çok başka aslında… Feribota binildiğinde ben geminin güvertesinde resmen savaştan çıkmış gibiydim… saatlerdir kendimi ağlamamak için zor tutan ben güvertede çocuklar gibi ağlıyordum… zaten otobüsten inip ağlamayan yoktu… herkes feribotu bekliyordu demek ki… gemide bir sürü insan var ama bizim otobüsten inenlerin hepsi belli… ıslak gözleri ile kimsenin yüzüne bakmamaya çalışan,hatta üst güverteye çıkıp çay bile alamayan,alt güvertede ellerinde sigara ile sığınacak köşe arayan tipler…
Bu noktada benim sorgulamak istediğim şey ise çok daha farklı… adını anmak bile istemediğim o seyahat firmasında bu konulara karar veren embesil her kimse acaba şunu hiç mi düşünmedi : o otobüste bu filmde verilen mesajı direk veya dolaylı olarak hayatının bir evresinde bile demiyorum tam o anda, o yolculuk esnasında yaşan yolcular olabilecegi ihtimali nedir?
Düşünün yola çıkıyorsunuz,mesleğiniz,kariyeriniz vs var,hatta aynı şirkette sizden daha üst veya alt makamda çalışan kişilerle yolculuk etmek zorundasınız,ya da babanız hasta ve belkide bir daha hiç göremeyeceksiniz,veya o anda babanızı ameliyata götürmektesiniz ya da bunların hepsini bir yana bırakın karşı koltukta belki de bir vesile ile tanışmayı başarıp ileride hayatınızı birleştireceğiniz bir insan oturmakta ama siz bu filmi izlemek zorundasınız ve salya sümük ağlamak gibi bir handikapınız var… örnekleri daha da çoğaltmak mümkün…
Otobüs firmaları kesinlikle çok dikkatli bir şekilde ve profesyonel kişiler tarafından yönetilmek zorunda. Belki bu bir çok kişi için önemsiz bir ayrıntı olabilir. Ama bu yolculuğu yapmak zorunda kalmadığınız için bence çok çok şanslısınız.
Saygılar

arabesk hayatta babam ve oğlum

escape | 10 February 2006 22:48

Kaç zamandır sersem gibiyim. Üstüne bir de, “artık yaşım kemale erdi nasılsa duygulanmam.” diye düşünerek bu filme gitmiş bulundum.

Babam ve oğlum aslında tam bir arabesk film.. İzleyenin duygularına göndermeler yapılıyor. Hani bir dönem yasemin’in penceresinden programında Yasemin hanım, ünlüleri konuk edip, onların geçmişte yaşadıkları acıları anlatıp ağlatıyordu ya; işte aynı bu programdaki gibi ağlatmaya yönelik sahneler çekilmiş. Eliniz mahkum, ağlayacaksınız! olmadı dolu gözler de kabulumüzdür.

Konu “baba” olunca soğukkanlı yaklaştım olaya.. Küçük yaşta babasını kaybetmiş ve uzun yıllar babası olan çocuklara ölesiye özenmiş bir yetişkin olarak, filmde benim sessiz hıçkırıklarla ağlamam kadar normal bir şey yoktu. Tek sorun filmin amacının da ağlatmak olduğunu bilmemdi. Bunu bile bile avlandım ve ağladım. gece boyunca çocukluğuma, çocukluğumun geçtiği yerlere ve elbette babama dair onlarca rüya gördüm. Sabah uyandığımda da sanki babam henüz vefat etmiş gibi içim acıyla doldu ve yine ağladım. Kısacası bu film bana hiç iyi gelmedi. Benim gibi içinizde derin bir yaranız varsa, kesinlikle bu filmi izlemeyin. Benden söylemesi…

Babam ve Oğlum

escape | 06 February 2006 09:17

Sevgili günlük,

Arkadaşlarımın aylarca “babam ve oğlum” filmini övmesine kulak asmadım, direndim ve filmi izlemeye gitmedim. Ama ben de insanım. Sabır da bir yere kadar! Gittim sonunda..

Ortalık yerde en son dokuz yaşındayken ağladığımı hatırlıyorum. Yaramaz ve söz dinlemez bir çocuk olduğum için, deliler gibi koşardım ve sık sık düşerdim. Sonra da “anneeeea” diye ağladım her çocuk gibi… Aradan onca yıl geçti ve ben, yazılı olmayan, herkesin içinde ağlamama sözleşmesini, tek taraflı bozmanın verdiği sıkıntıyla, bir sürü insanın içinde ağlamaya başladım. Genellikle ağlarken; ben, kendim ve şahsım dışında dördüncü bir kişinin bulunmamasına dikkat eder(d)im. Ama heyhat, bir sinema salonunda, beyaz perdede resimler gözümden beynime, beynimden gönlüme doğru hızla akıyor, kulağıma sözcükler takılıyor ve ben ağlıyordum. Diğer izleyenlerin üzerinde de izledikleri film, benzer etkiyi bırakmış olacak ki, oradaki herkes ağlıyordu. Güya “cool” takılacaktım. Filmi izledikten sonra, elimi çeneme koyup, “Hmm, minimalist yaklaşımlar ana temayı ön plana çıkarırken; optimist ve pesimist düşünceler kaotik bir sarmalla sentezlenerek sürrealizme yaklaşmış. Bu bağlamda izleyenin tepkileri hededir.” gibi anlaşılmaz sözcükler kullanıp kendime “entel kuntel” dedirtecektim. Ama ne oldu? Babam ve oğlum filminin neredeyse başlarında ağlamaya başladım. İlk ağlama ihtiyacının ardından önce gözlerimi yukarı çevirip içimden, “la la la la, seni duymuyorum. hem acımadı ki, acımadı ki!” dedim içimden arsızca. Ardından dikkatimi dağıtmak için olsa gerek, “yeni nesil gençlik ne yapıyor, film onları da ağlatıyor mu?” sorusuna cevap bulmak düşüncesiyle, çaktırmadan arkaya baktım. Daha sonra kaçacak bir yerim kalmadığından olacak, iki sıra önde oturan teyzenin acı hıçkırıklarına dayanamayarak ben de ağlamaya başladım. Sonra da film boyunca hep ağladım. Anneme, babama, küçüklüğümde tv’den hayal meyal duyduklarımdan hatırladıklarıma, bir devrin başlamasından bitimine kadar hep acı çekmiş insanlara, geçmişe, hatalara, zihniyetsizlik yüzünden ağır bedeller ödeyenlere ağladım, ağladım. Tüm bulara ağlarken aslında kendime de ağladığımı farkettim. Kaybettiğim aile büyüklerime ve kaybedeceklerime ağladım. Meğer ne çok gözyaşım varmış da, benim haberim yokmuş. Sonra işi abartıp ailemi her şeye rağmen çok sevdiğimi düşünüp yine ağladım. Hızımı alamayıp, neden artık “Donald Duck” gösterimde değil diye ağlamaya devam edecektim ama, ne yazık ki film bitti.