bildirgec.org

escape

11 yıl önce üye olmuş, 7 yazı yazmış. 0 yorum yazmış.

kadınlara “bayan” diyen erkekler

escape | 01 March 2006 01:07

-Siparişiniz Bayan!

Kim? ben mi “bayan”ım? Tamam, itiraf etmeliyim ki, biraz düşük çeneliyim ama şimdiye kadar kimseyi “bay”madım. Şaka bir yana, bir erkek müşteriye “buyrun siparişiniz” ya da “beyefendi siparişiniz” derken; kadınlara mutlaka “bayan” denmesi çok tuhaf geliyor. Gerçi yarım türkçeyle “hanfendi” veya “bağyan” demeleri daha kötü.

Kadının cinsiyeti neden sadece “bayan” sözü ile vurgulanılır ki?

Bir ikincisi Kadınlar, erkeklere hitaben “erkek / erkekler” der “baylar” demez. ama erkekler kadınlara hitaben kesinlikle “bayan / bayanlar” der. Bunun sebebi nedir?

Her insan evlenmeli midir, evlilik gerekli midir?

escape | 12 February 2006 09:38

Evli olup eşini aldatan kadınlar/erkekler; geçinmeleri için gereken parayı ailesiyle paylaşmak yerine içki kumar ve kadınlarla harcayan, eşiyle ve çocuklarıyla hiç ilgilenmeyen aile babaları varken diğer yandan evli olmadıkları halde hayatındaki kadına/erkeğe karşı sadakatli olan ve nikahsız beraberliklerinden olan çocuklarına karşı tüm görevlerini yerine getiren anneler babalar var. İşte tüm bu gözlemlerim ışığında, evlilik gerekli midir sorusuna cevap arıyorum.

arabesk hayatta babam ve oğlum

escape | 10 February 2006 22:48

Kaç zamandır sersem gibiyim. Üstüne bir de, “artık yaşım kemale erdi nasılsa duygulanmam.” diye düşünerek bu filme gitmiş bulundum.

Babam ve oğlum aslında tam bir arabesk film.. İzleyenin duygularına göndermeler yapılıyor. Hani bir dönem yasemin’in penceresinden programında Yasemin hanım, ünlüleri konuk edip, onların geçmişte yaşadıkları acıları anlatıp ağlatıyordu ya; işte aynı bu programdaki gibi ağlatmaya yönelik sahneler çekilmiş. Eliniz mahkum, ağlayacaksınız! olmadı dolu gözler de kabulumüzdür.

Konu “baba” olunca soğukkanlı yaklaştım olaya.. Küçük yaşta babasını kaybetmiş ve uzun yıllar babası olan çocuklara ölesiye özenmiş bir yetişkin olarak, filmde benim sessiz hıçkırıklarla ağlamam kadar normal bir şey yoktu. Tek sorun filmin amacının da ağlatmak olduğunu bilmemdi. Bunu bile bile avlandım ve ağladım. gece boyunca çocukluğuma, çocukluğumun geçtiği yerlere ve elbette babama dair onlarca rüya gördüm. Sabah uyandığımda da sanki babam henüz vefat etmiş gibi içim acıyla doldu ve yine ağladım. Kısacası bu film bana hiç iyi gelmedi. Benim gibi içinizde derin bir yaranız varsa, kesinlikle bu filmi izlemeyin. Benden söylemesi…

Bir uyku fakirinin hezeyanları ve öykü denemesi

escape | 07 February 2006 07:29

Geceyarısını iki küsür saat geçe uyandım. Bir saat boyunca tekrar uyumak için boşa uğraştım. Uykum kaçtı yine işte. O kaçıyor, ben kovalıyorum. Peki yakalayabiliyor muyum? Hayır! Ne zamandır şöyle deliksiz, derin bir uykuya hasretim. Beden yorgunluğum önemli değil de, beynim her zaman gereğinden fazla dolu. Öyle ülke meseleleri falan değil düşündüklerim. Karlı, buzlu yollarda yürümek zorunda kalmadan, günlük yaşantısına devam etme kaygısında olanlardanım işte.

Güzel bir müzik, mesela Apocalyptica ya da Gregorian ya da Bülent ortaçgil dinlerken Nazım Hikmet şiirleri ya da Kemal Tahir romanı gibi bişiler okusam? Müzik dinlemek çok iyi bir düşünce değil gibi, sessizliği hep sevmişimdir, bu saatte bu sessizlik sabit kalmalı… Karanlığı da sevmişimdir. Işığı ise, sadece gerekli olduğu anlarda karanlığa tercih ettim hayatım boyunca.

Babam ve Oğlum

escape | 06 February 2006 09:17

Sevgili günlük,

Arkadaşlarımın aylarca “babam ve oğlum” filmini övmesine kulak asmadım, direndim ve filmi izlemeye gitmedim. Ama ben de insanım. Sabır da bir yere kadar! Gittim sonunda..

Ortalık yerde en son dokuz yaşındayken ağladığımı hatırlıyorum. Yaramaz ve söz dinlemez bir çocuk olduğum için, deliler gibi koşardım ve sık sık düşerdim. Sonra da “anneeeea” diye ağladım her çocuk gibi… Aradan onca yıl geçti ve ben, yazılı olmayan, herkesin içinde ağlamama sözleşmesini, tek taraflı bozmanın verdiği sıkıntıyla, bir sürü insanın içinde ağlamaya başladım. Genellikle ağlarken; ben, kendim ve şahsım dışında dördüncü bir kişinin bulunmamasına dikkat eder(d)im. Ama heyhat, bir sinema salonunda, beyaz perdede resimler gözümden beynime, beynimden gönlüme doğru hızla akıyor, kulağıma sözcükler takılıyor ve ben ağlıyordum. Diğer izleyenlerin üzerinde de izledikleri film, benzer etkiyi bırakmış olacak ki, oradaki herkes ağlıyordu. Güya “cool” takılacaktım. Filmi izledikten sonra, elimi çeneme koyup, “Hmm, minimalist yaklaşımlar ana temayı ön plana çıkarırken; optimist ve pesimist düşünceler kaotik bir sarmalla sentezlenerek sürrealizme yaklaşmış. Bu bağlamda izleyenin tepkileri hededir.” gibi anlaşılmaz sözcükler kullanıp kendime “entel kuntel” dedirtecektim. Ama ne oldu? Babam ve oğlum filminin neredeyse başlarında ağlamaya başladım. İlk ağlama ihtiyacının ardından önce gözlerimi yukarı çevirip içimden, “la la la la, seni duymuyorum. hem acımadı ki, acımadı ki!” dedim içimden arsızca. Ardından dikkatimi dağıtmak için olsa gerek, “yeni nesil gençlik ne yapıyor, film onları da ağlatıyor mu?” sorusuna cevap bulmak düşüncesiyle, çaktırmadan arkaya baktım. Daha sonra kaçacak bir yerim kalmadığından olacak, iki sıra önde oturan teyzenin acı hıçkırıklarına dayanamayarak ben de ağlamaya başladım. Sonra da film boyunca hep ağladım. Anneme, babama, küçüklüğümde tv’den hayal meyal duyduklarımdan hatırladıklarıma, bir devrin başlamasından bitimine kadar hep acı çekmiş insanlara, geçmişe, hatalara, zihniyetsizlik yüzünden ağır bedeller ödeyenlere ağladım, ağladım. Tüm bulara ağlarken aslında kendime de ağladığımı farkettim. Kaybettiğim aile büyüklerime ve kaybedeceklerime ağladım. Meğer ne çok gözyaşım varmış da, benim haberim yokmuş. Sonra işi abartıp ailemi her şeye rağmen çok sevdiğimi düşünüp yine ağladım. Hızımı alamayıp, neden artık “Donald Duck” gösterimde değil diye ağlamaya devam edecektim ama, ne yazık ki film bitti.

Olası 3.Dünya savaşı sebepleri nelerdir?

escape | 05 February 2006 22:33

11 Eylül sonrası amerika’da ve avrupa’da tırmanan müslümanlara karşı sert tutum takınılması dikkatinizden kaçmamıştır. müslümanların potansiyel terörist olarak lanse edilmeleri ve son karikatür olayının ardından olası 3. Dünya savaşı’nın sebeplerini düşünmeye başladım. Din.. Belki de savaş için bir araç olacak. Önceleri 3. dünya savaşının su ya da değerli madenler sebebiyle olacağını düşünürdüm. Ama şimdi aklımda bir sürü soru işareti var ve düşündükçe yenileri ekleniyor.

ab’nin, türkiye’yi kalabalık ve vasıfsız nüfusu nedeniyle istemediğini biliyoruz. ama tüm islam ülkeleriyle dertleri nedir? Bu karikatürlere müslümanların tepki göstereceğini biliyorlardı. Bunun düşünce özlürlüğünden çok başka bir sebebi olduğunu düşünüyorum ama ne olduğunu bulamıyorum. Teknolojileri çok gelişti de; bunu denemek için hedef mi arıyorlar? Amerika ve İngiltere gibi yayılmacı politikaya sahip, haçlı seferi ile Irak’a girdiklerini söyleyen ve savaş çığırtkanı iki ülke neden bu karikatür olayında “ılımlı” bir portre çiziyor?

Artık günlüğüm okunsun istiyorum..

escape | 05 February 2006 16:40

Sevgili günlük, onbeş yaşındaydım, sana içimi dökmeye başladığımda. kimseler okuyamasın diye kilitli bir defter almıştım. Anahtarını bir zincire takmıştım, zinciri de boynuma. Yıllarca seni köşe bucak saklamıştım. Ailem az uğraşmamıştı seni bulmak için, seni bulduklarında; anahtarını bulmak için de az uğraşmamışlardı. bulamayınca da kırmakta hiçbir sakınca görmemişlerdi. bu olacakları önceden tahmin etmişim gibi, temkinli olma kaygısıyla, hiçbir sana içimi gerçekten dökememiştim. Korktuğum neydi, nasıl bir hata ya da hatalar yapmıştım da böylesi çekinerek içimi döküyordum sana? Annemin sevdiği vazonun kırılmasının faili olmak ya da okul çıkışı sinemaya gitmek gibi “büyük” günahlarımı sana anlatamıyordum işte.. Oysa şimdilerde, yaşım kemale erdiğinden midir yoksa kaybedecek bir şeyim kalmadığından mıdır nedir, artık günlüğüm okunsun, birileri bana yorum yapsın ya da en basiti “saçmalıyorsun” diyerek tepkisini göstersin istiyorum. Her doğum günümden sonra, şimdi olduğu gibi şu söz dizinini tekrarlıyorum, “sanırım yaşlanıyorum.”