bildirgec.org

ay hakkında tüm yazılar

mart ayı

nazokiraze | 18 March 2010 11:38

Eski Roma’da takvimin başladığı ay olan Mart ayı takvim reformuna kadar hep yılın ilk ayı olarak kaldı, sonrasında yine de uzun süre yılın Mart ile başlaması geleneğine devam edildi.

Mart kapıdan baktırır kazma kürek yaktırır şeklinde atasözü ,mart geldi , bahar dallarım açtı diye orana burana incecik şeyler giyme, üşütürsün küllüm olursun, havalar her an buz gibi olabilir ,donarsın demek istemiştir. Bilmem neremize Mart karı yağdı lafı bu ayın soğuğunun ve karının ne kadar zalim olduğunu açıklayan engin bir bilgidir bizlere.

İspanya İç Savaşı’na Dair Bol Ödüllü Bir Film: “Ay, Carmela!”

768 | 26 February 2010 12:12

¡Ay, Carmela!
¡Ay, Carmela!

Yönetmenliğini Carlos Saura’nın yaptığı ve senaryosunun Rafael Azcona’yla beraber yazıldığı, 1990 yılında yapılmış olan Ay, Carmela! filmi, adını birçoğunuzun da bildiğini tahmin ettiğim ünlü şarkı Ay Carmela’dan alıyor. Şarkı, İspanya İç Savaşı (1936-1939) esnasında Uluslararası Tugayların ve Cumhuriyetçilerin dilinden düşmeyen ve savaşın bitimine iki sene kala ünlenmiş olan sosyalist bir şarkıdır.

İsmini verdiği filmde ise, yine İspanya İç Savaşı sırasında cephedeki Cumhuriyetçi askerleri eğlendiren üç kişilik gezici ve tiyatrocu bir grubun bir sabah kendilerini yanlışlıkla isyancı Milliyetçilerin tarafında bulmaları anlatılıyor. Carmen Maura’nın canlandırdığı Carmela, Andres Pajares’in canlandırdığı Paulino ve Gabino Diego’nun canlandırdığı dilsiz yardımcı Gustavete’den oluşan grup, kurşuna dizilerek öldürüleceklerini sanmaktadır. Oysaki tiyatro seven faşist bir İtalyan komutan onlardan sadece askerler için bir oyun düzenlemelerini talep etmektedir.

bebegimin ilk yili 8-9-10. aylar

simsir tarak | 25 January 2010 16:30

8. Ay – OyuncuParmak oyunlarına başladık. “Biri pişirmiş diğeri yemiş hani bana hani bana demiş…” İnternetten çocuk şarkıları öğrenip Emir’e söylüyorum. En canlı tepki “Bir elimde beş parmak bir elimde beş parmak.”Bir trafik kargaşası oldu Emir arkadaşımın arabasında ben diğerinde kaldım. Hemen telefon çaldı. Bu adam feci ağlıyor ne söyleyeyim. Benim de aklıma” bir elimde beş parmak “geldi. Arkadaşım hem araba kullanıp hem de bu şarkıyı söyledi. Buluştuğumuzda “Ne anahtar şarkıymış hemen bana güvendi ve ağlamayı kesti” dedi.Bu arada cumartesi ve cuma akşamı projesini hayata geçirdim. Başka bir abla gelene kadar haftada bir bize yardıma gelen abla ile araları iyi diye ondan rica ettik. Cuma akşamları bizde kalıyor. Ben ve eşim her hafta normal hayatın içine karışmaya başlayalı aramız daha iyi oldu. Rahatça sohbet edip dertleşebiliyoruz.Cumartesi sabah abla ile kahvaltımızı yaparken akşam biz yokken neler olduğunu konuşuyoruz. Genelde abi ile oyalanıp ihtiyaçlarını abla ile gideriyor. Nasıl anlıyor abi altımı değiştiremezi?Yiğit küçükken ondan ayrıldığımda küser 1 saat benimle ilgilenmez sonradan açılırdı. Emir böyle değil… “Aaa annem gelmiş değip kucağıma çıkıp seviniyor tabi bu da beni çok rahatlatıyor”. İşin aslı onu çok özlüyorum. Göğüslerim sızlıyor. Ama ailenin geri kalanı ve benim için doğru olanın bu olduğunu biliyorum. Gittiğimiz yerlerde de gözüm hep bebekler de. Kaç aylık, kaç kilo standart sorularıyla başlayan sohbetlerimiz oluyor diğer annelerle.Tabi dışarı çıkmalarla artan katı besin tüketimi de artık evde bebek kokusu bırakmadı. O berbat kokulu kakalar… Artık ıslak mendillerle altını silmiyoruz. Banyo lavabosunda bir güzel belimizden aşağıya yıkanıp onun için tanımladığımız mavi havlularla kurulanıyoruz. Bu seremoniden çok memnun oluyor ne de olsa işin içinde su var.
Ara ara da kabızlık yaşıyoruz. Böyle zamanlarda beslenme biçimini daha yumuşak ve zeytinyağlıya çeviriyoruz. Kayısı suyu gibi meyve sularıyla besliyor ve bol bol su veriyoruz. 2 gün uğraşmamıza rağmen hala kabızsa doktorumuzun tavsiye ettiği fitilden yardım alıyoruz.Evin içinde giymesi için çoraplı patikler alıyoruz. Bir süre sonra bunları çıkarmayı ya da tabanını kaydırmayı becerince ayakkabı vakti geldi diye düşünüyoruz. Ayaklar köfte formunda olduğu için alışverişe birlikte çıkıyoruz. Bazı ayakkabıları denemeyi tamamen reddediyor. Denedikleri içinden topuğu ve bileği güzelce saran, tabanı kaymaz içi, dışı deri, kolay bağlananını ciddi bir fiyata almak durumunda kalıyoruz. Çünkü bu ayakkabının yürüme için ne denli önemli olduğunu biliyoruz.Ayakkabılarımızı hiç yadırgamadan, tutunarak ilerleme işi aynen devam ediyor. Kendi bebek arabasını Emir alttan ben üstten tutarak gezintilerimize hareket katıyoruz. Bu kez de arabaya geri oturtmakta güçlük çekiyorum ama yine de elinden tutup bel ağrısı çekmekten iyi.
Tastamam 8 diş oldu. Bizim halkımızda negatif bir şey söyleme merakının olduğunu daha iyi anlıyorum şimdi. Markette, pazarda dişleri görenler şöyle söylüyor. “Aaa çok erken çıkmış, erken çıkan diş erken dökülür”. “Biberon çürüğü olur bu dişler.” Ben de soruyorum “ne yapalım ki bunlar olmasın?” bilen yok. Çıktı işte zaten çıkarana kadar çaba sarf ettik bana kalsa abisi gibi 10 ayda çıkarsaydı ben biraz dinlenmiş olurdum.
9. Ay -SeslerBöyle şey olmaz! 24 saat yüreği ağzında ben bebek bakıyorum Adam “babam” diye çığlık atıyor. Çünkü Fatih hep ona babam diye sesleniyor ondan mı acaba? Ben çeşit çeşit şeyler söylüyorum. “Annesinin kuzusu”, “bebiş”, “pemboş”, “Emircik…”Şu video işi tuttu gibi, arada bir açıyorum bulup kaybedip yarım saat kadar oyalanabiliyor. Yatağın içinde yüz üstü döne döne uyuyor. Tuhaf mırıltılar çıkararak ninni söylüyor kendine. “Uyku zamanı geldiğinde, siz yanında olmadığınızda bebeğinizin varlığından destek alacağı bir başka eşyaya bağlanması işe yarayabilir; bu eşya bir oyuncak, yastık ya da battaniye olabilir.” diyorlar şimdiye kadar reklâm olmasın diye bahsetmedim ama siz biliyorsunuz 1. ayından beri nunubaby’si var.Ancak ateşli olduğu günlerde bırak yalnız uyumayı hiçbir biçimde yalnız kalmayı kabul etmiyor. Her 4 saatte bir ateş düşürücü şurubunu veriyoruz. Çeşit çeşit ateş ölçer almıştım. En kolay kullanabildiğim alnına yapışan diğerlerini vücuduna koydurmuyor bile. Kulaktan ölçen de çok hızlıymış ondan da almak istiyorum aslında. Ateşin seviyesine göre ılık duş aldırıyoruz, bir de sirke ile ıslatılmış çoraplar iyi geliyor. Ateşin düştüğüne hiç güvenmiyoruz. Sürekli elimiz Emir’in vücudunda. Böyle ağır işçilikle geçen gecelerde Fatih ve Yiğit bizim her türlü konforumuzu sağlıyor. Ne de olsa onlar biraz uydular.Çeşit çeşit plastik emzik almıştım. Özellikle dişleri kaşındığı zaman kullanır diye bekliyordum olmadı. En iyi diş kaşıyıcısı içinde su olan ve buzdolabında soğutulabilir olan oldu. Taze soğan sapı verdim bir ara ara. Evet ağzı çok kötü koktu ama ağrıları biraz aldı. Damağa sürülen jelleri emip bitirdiği için pek bir faydası olamadı ama onların tadını sevdi.Niye emziği sevsin istiyordum? İlk bebeğimde emzik almamıştı. Memeden kesince mama hazırlayana kadar teselli edecek bir şey olsun çok bağırmasın istiyordum. Yine olmadı.Çok kararlı biçimde evin içinde dolaşmak ve nesnelerle ilişkiye girmek istiyor. Tabi bu ararda kaza geçiriyor. Genelde yüz üstü düştüğü için dişler dudakları kesiyor. Ağzının içi kan oluyor. Çok berbat manzara. Artık yüreğim ağzımda sürekli korkar olmaktan ani dış sesler karşısında tepki veriyorum. Aniden ses duyduğumda yerimden fırlıyorum. Çok sıkıldım korkmaktan. Evdeki herkes bana seslenirken önce düşük tonda sesleniyor, yanıma yaklaşmışlarsa mırıldanıyorlar. Birden “anne” sesi duyunca fırlayacağım diye onlarda tedirgin oldu. Biliyorum ki, ben daha az kaygılı olmalıyım ancak bir saniye gözden kaçırırsam olmadık işler yapıyor. Kapını önünde yerde olan çantaları karıştırıyor, terlikleri yalıyor, kapı eşiklerinden bir ileri bir geri geçip kapı menteşelerine ulaşmaya çalışıyor.Ortamda zararlı bir şey yok diye düşünüyorum ki o anda mutlaka bana nerede ne var gösteriyor. Koltuğun kenarına sıkışmış çekirdek kabuğu. Ve üstelik onu gösterip “baba” diyor.
Sabahları seyrettiğimiz 30 dakikalık bir TV animasyonu var. Burada söylenen İngilizce şarkıyı çok güzel söylüyor. Kulaklarıma inanamadım. Yiğit’ten rica ettim söylediğini duyarsa videoya çeksin diye. Ama hiç yakalayamadık. Söylesin istiyoruz biz söylüyoruz o gülüyor.
Artık düzenimiz çok netleşti sabah 7’de kalkış, 9’a kadar onun odasında tv- oyun- kahvaltı.9-11 arası sabah yürüyüşü.
Eve dönüş ve banyo. Emzirme ve uyku.1 4.30 uyanış.15.30’da günün çorbası. 17.30’da günün meyvesi veya yoğurdu. 18.30’da akşam gezmesi.19.30-20.30 akşam yemeği mıncıklaması. 21.30’da banyo ve uyku.Bu saatlere çok bağlıyım tüm günümü buna göre ayarlıyorum. Her gün aynı saatte aynı şeyleri yapmaktan memnun diye düşünüyorum. Saati geldiğinde kapının dibinde bitip “atta” çığlıkları atıyor. Ben de hava sıcaklığına göre kısa ya da uzun mutlaka onu dışarıya çıkarıyorum. 9 ayda her halde ilk 20 gün hariç her gün dışarıdaydık. Hiç yağmur çamur demedik. Öyle sıkı sıkı giydirdiğim falan da yok. Apartmanda bu çocuk Rusya’dan mı diyorlar, ben de “Şişman zaten çok terliyor” diyorum. Bu harekete göre nasıl şişman kalıyor.
10. Ay – Hareketlenme
Bazı günler hiç bir şey yemek istemiyor, sadece meme. Hatta abartıp sanki yeni doğmuş gibi ürkeklik geliyor ve birkaç gün bırak yanından ayrılmayı göz temasını bile kesmiyorum.
Bunun sebebi yeni eve taşındık bu ev eskisinden çok büyük. Onun odasını olduğu gibi taşıdık hiçbir değişiklik yapmadık. Nerdeyse bu koskoca evde günümün yarısından fazlası Emir’le onun odasında geçiyor.
Ona ait mekanları yeniden tanımlıyoruz ve benimsetmeye çalışıyoruz. Ancak abi ile baba ile bahçede çok mutlu evin içinde mutlaka ben yanında olacağım. Beni gözünden ayırmıyor. “Dünya yüzeyinde biri de beni böyle sevsin daha ne isterim” diyorum ama çok yoruluyorum. O uykudayken evi yerleştirmeye devam ediyorum. Bu ev 1 aydan önce yerleşmez.
Marketteki kadınların söylediği oldu: Üst dişinin birinde lekelenme başladı böylece ilk dişçi randevumuzu aldık ve gittik. Aslında bebek dişçileri ayrı oluyormuş ama bizim dişçimiz ailemizinki olduğu için ona gitmek istedik Çünkü hepimizin ağız ve diş sağlığı hakkında bilgisi var.
Şunları öğreniyoruz: Gece beslenmesinde biberon kullanan bebeklerin dişleri böyle lekeler olabilirmiş buna biberon çürüğü denirmiş ve çok hızlı ilerlermiş. Önlemek için püre gibi yapışkan beslenmelerden sonra yumuşak kıllı diş fırçası ile yuvarlak hareketler ile dişler fırçalanmalıymış. Bizim şanslı olduğumuzu bu işi Yiğit’e havale etmemizi ağabey -kardeş fırçalama eğlenceleri yaparken buna kolayca alışacağını söyledi.
Bu biberon işi şöyle başladı. Akşamları çok sık uyanıp emmek istedi. Ben de yatmadan önce biberon maması ile beslemeye başladım. Sabaha kadar bir kerede ben emziriyorum tamamdır. Ancak bu, yeni işler üretti bana, biberon temizliği gibi. Biberonları fırçayla suyun altında temizledikten sonra bir tencereye biberonları yerleştirip üzerine yarım çay bardağı sirke döküp üzerine de kaynar su ilave edip bir taşım kaynatıyordum.

bebegimin ilk yili 5-6-7 aylar

simsir tarak | 19 January 2010 17:56


5. ay dış dünya

Bacakların arasında bir hafta oturma egzersizi yetti ve desteksiz de oturabiliyor ancak güvenip bıkamadığımızdan yerdeki yorgana 5 adet yastık ilave oldu.
Şimdiki merakı oturmaktan çok dönerek yorganı geçip hatta kapı eşiğini de aşmak.
Yorganın üzerinde bir bakmışız oyuncağın birini eline geçirmiş kemirirken, bir bakmışız uçaktan serbest düşüş yapan sporcular gibi açmış kolu bacağı yere ha çakıldı, ha çakılacak bir heyecan bir heyecan.

El ayak sürekli koşu halinde .” Koş koş anca yetişirsin”

Yorganın üstündeki serbestlik bazen işime gelmiyor odadan ayrılınca ne yapacağını kestiremediğimde yatağına koyup birkaç sevdiği oyuncağı da yatağa serpiyorum. Her zaman hedef gidemese de hiç bıraktığım gibi bulmuyorum tuhaf sesler çıkararak gayretine gayret katıyor.

Egzersizlere hem emir hem de ben devam ediyoruz. Benim egzersizime sabah yürüyüşleri ilave oldu. Emir’inkine de sabah gezileri. Artık kanguruya sığmadı için bebek arabasıyla geziyoruz. Yürüyüş de emiri çevre ile tanıştırıyorum, bu güneş, bu rüzgâr, bu korna sesi, bu çiçek vb.

Odadaki dolap aynasında bir birimize dil çıkarmaya başladık. Bir yerde okumuştum 5 aylık bebeğin aynalı oyuncağı olmalı diye.
Aldık bir tane renkli, kolunda bacağında değişik ses çıkaranlardan. İlgi süper ancak her başım sıkıştığında onu önerdiğim için sinir oldu. Artık oynamıyor. Biz yine dolap aynasında çeşitli maymunluklar yapıyoruz.
Oyuncu bebek günleri oluştu. Bazı sabahlar dikkatimi üzerinde tutmak için değişik sesler, mimikler yapıyor ve birden ayağını birden ağzına alıyor. Gel de dayan gidip yiyorum onu.
Oyunların en yaratıcıları tanıştırma seansların da artıyor. Tükürmeler, kaşığı yakalamalar.
Bir de önlük işi var. Salyalar maksimum seviyeye geldiği için farklı farklı önlükler alıyorum. En sonun da tişört gibi giyilen penye yakası olanlarla rahat ediyor çekiştirmekten vazgeçiyor.

Moon (2009)

queennothing | 10 December 2009 09:52

1971 doğumlu İngiliz sinemacı Duncan Jones, bilim-kurgu sinemasına profesyonel anlamda 2002 senesinde çektiği 28 dakikalık kısası “Whistle” ile başladı. Aylarca üzerinde çalıştıktan sonra Nathan Parker ile senaryosunu oluşturduğu ilk uzun metraj filmi “Moon“, 2009 senesinde vizyona girdi. 30 günü aşkın bir zamanda ve 5 milyon dolar gibi bir bütçeyle tamamlanan filmde Amerika doğumlu aktör Sam Rockwell rol almakta. İki Oscarlı aktör Kevin Spacey‘in sesini saymazsak, Rockwell “Moon“daki tek oyuncu.
Bilim-kurgu sinemasının psikolojik yönüne yoğunlaşan yönetmen Jones, ilk uzun metrajı için oldukça umutlu. Jones, filmini “Alien” serisinin kasvetli havasına benzetiyor.

Lunar Industries Şirktei için çalışan Sam Bell, kontratına uygun olarak 3 sene boyunca Ay’da kurulan tesiste yaşayacak, belli aralıklarla Ay’dan depoladığı Helium-3 yakıtını Dünya’ya aktaracaktır.
GERTY adında gelişmiş bir makineyle konuşarak, maket ve spor yaparak günlerini geçiren genç adamın Dünya’ya dönmesi için tam 3 haftası kalmıştır. Dünya ile tek bağlantısı, karısı Tess’in gönderdiği video görüntüleri olan Sam, GERTY aracılığıyla gerçekleşen bu videolar ve daha önce yaşadığı/yaşadığını sandığı türlü vakalar üzerine kabuslar görmektedir.

Moon (2009)

xaress[pilli_silinen_hesap] | 17 November 2009 13:59

Duncan Jones‘un yönetiği ve başrollerinde Sam Rockwell, Kevin Spacey (sesi ile) ve Robin Chalk‘ın yer aldığı “Moon”, “değeri bilinmeyen güzel filmler listesi”ne girmeye aday bir film.

Başroller dediğime bakmayın; neredeyse filmin tüm oyuncu kadrosu o kadar.

Kahramanımız Sam Bell (Sam Rockwell), Ay’da kurulmuş bir istasyonda, robot GERTY (Kevin Spacey) dışında, yanlızdır. Üç yıllık kontratını doldurmasına iki hafta kalan Sam, halüsinasyonlar görmeye ve akıl sağlığından şüphe etmeye başlar. Geçirdiği bir kazadan sonra, GERTY’nin tüm itirazlarına rağmen, kaza yaptığı araca gitmesi ve aracın içinde kendi kaza geçirmiş halini bulmasıyla işler daha da garip bir hal alır.

Ayda Su Bulundu!

angelsdemos | 15 November 2009 12:01

Dün gece nasanın resmi web sitesinde açıkladığı habere göre ayda su bulundu!Tahminlere göre ayın 25%’i suydu!

Nasanın “Moon Mineralogy Mapper-M3” adlı uydusunu gönderip verileri birleştiren Nasa’ya göre bir çok bölgede ince bir tabaka halinde su bulunmakta.

Science dergisinde yayınlanan makalede, M3 cihazının ; yüzeyden parlayan ışığın analizi sonucunda Hidrojen ve Oksijene bağlı kimyasal element tespit etti.

M3 cihazı ayın mineral haritasını çıkarmaya yarıyor.
Ay’da suyun sadece kutup bölgelerindeki kraterlerin dibinde ve karanlık kısımlarda bulunduğuna dair teorinin çürütüldüğünü belirtildi.

HAYAL VE GERÇEK

massay | 06 October 2009 17:34

BİLİM KURGU YAZARLARI BİRÇOK ŞEYİ DAHA GERÇEKLEŞMEDEN ÇOK ÖNCE DÜŞÜNMÜŞLERDİ.

  • Casuslukla suçlanan devlet düşmanı Amerikan uyruklu bilim kurgu yazarı C. Cartmill.
    Bu genç 1944 yılında CIA ajanlarının ağlarına takıldı, çünkü ” Deadline” adlı öyküsünde büyük ayrıntıları ile bir atom bombasının nasıl işlediğini yazmıştı. Fakat o bunu bilemezdi. O sırada atom bombası ABD’nin en iyi saklanan sırlarından biriydi.
    İlk deney atom bombası, kitabın yayımından bir yıl sonra Amerika’da Arizona çölünde patlatılmıştı. Cartmill, bir casus olmadığını kanıtlamayı başardı. Onda çevresini saranların çoğunda olmayan büyük bir hayal gücü vardı.
    Cartmill, yarın neler olacağını noktası noktasına tahmin eden tek yazar değildi. Bilim kurgu yazarları çoğu kez bilim adamlarından daha büyük etki yarattılar. Onlar, birçok şeyi gerçekleşmeden çok önce hayallerinde yaratmışlardı.
  • Amerikalı Neil Armstrong Ay’a ayak bastığı zaman, birçok insan hayalinde çoktan Ay’da yaşamıştı. Jules Verne, Ay’a gidiş projesini uzun yıllar önce, o zamana göre bütün ayrıntılarıyla “Ay’a Seyahat” ında açıklamıştı. Onun bu açıklamaları, yıllar sonraki gerçeğe hayret edilecek kadar uymaktaydı.
  • Yörüngesinde sabit kalan uydular. Bu uzay cisimleri önceden hesap edilmiş bir yörüngede bulunurlar, bu sayede de daima dünyanın üstünde aynı bir noktada kalmaları sağlanmış olur. Bu fikrin patentini alacak biri bugün çoktan “köşeyi dönmüş” olurdu. Arthur C. Clarke böyle bir şeyin gerçekleşmesinden 20 yıl önce onu düşünmüştü. Fakat nedense böyle bir fikrin patentini almak hatırına bile gelmemişti. Bunun yerine bu dahiyane prensibinin ayrıntılarını bir Bilim Kurgu dergisinde yayımladı.
  • Aşı. İnsanların hastalıklara karşı aşı olmaları 1796 da başarıyla gerçekleşmişti. Oysa hastalık yaratan mikroplara karşı bu silahı ingiliz Francis Bacon ilk olarak 1627 de düşünmüştü.
  • Bugün hepimiz için çok olağan görünen şeylerin gerçekleşmesi için uzun yıllar geçmiştir. 1861’de Philip Reis’in çalıştırdığı ilk telefon da 1627’de bütün ayrıntılarıyla Francis Bacon tarafından düşünülmüştü.
  • 1850 yılında ilk metoroloji istasyonu kurulmuştu. O da 1627 yılında yine Bacon tarafından düşünülmüştü.
    1627 yılında yayınladığı “Yeni Atlantit” adındaki kitabında Bacon, bir denizaltıdan bile söz etmiştir. İlk laser 1960′ da gerçekleşti. Ölüm ışınları adı altında çok daha önce Isaac Asimov’un “Reason” adlı kitabında ve J.T. Mc Inlosh’un “The Bliss of Solitude” unda laserden söz edilmişti.
  • Gelecekte de bugün bir bilim kurgu yazarının düşünüp yazdığı, gerçekleşecektir. Amerika firmaları buna öylesine inanmaktadırlar ki, geleceğe ait romanları sürekli olarak dikkatle taramakta ve işe yarayan fikirleri araştırma konusu yapmaktadırlar.
  • Ve
    Robert Oppenheimer’in ( atom bombasının babası ) ünlü sözü:
    “Sokakta oynayan çocuklar, fizikteki en önemli sorunumu çözebilirler, çünkü onların, benim çoktandır yitirdiğim, duygusal bir algılama yöntemleri vardır.”