bildirgec.org

2000 hakkında tüm yazılar

The Beach (2000)

turictanyel1 | 03 September 2009 14:24

Trainspotting (1996), 28 Days Later… (2002), Slumdog Millionaire (2008) gibi filmlere imza atmış, başarılı yönetmen Danny Boyle filmi, The Beach (2000), Alex Garland‘ın romanından uyarlanmıştır. Film macare peşindeki nikotin bağımlısı, gezgin, popüler kültüre meraklı, video oyunları oynamayı ve Vietnam savaş filmleri izlemeyi seven Richard’ın başından geçen olayları anlatır. Bangkok’da bir otel odasında tuhaf davranışlar sergileyen Daffy adında biriyle tanışır ve hayatı değişir. Karşılaştığı bu kişi öyle tuhaf biridir ki davranışları normal yaşantısına ayak uyduramadığını belli eder. Daffy ona cennet gibi bir adanın varlığından bahseder ve bu adanın haritasını verir.
Bu sırada Richard, kaldığı otelde karşılaştığı çifti kendisiyle gelmesi için ikna eder ve hep beraber adanın yoluna koyulurlar, uçsuz bucaksız marihuana tarlaları ve eşsiz bir plaj… komün hayatına dair ayrıntılar…

Bitmeyen yolculuk : ”Final Destination” (Son Durak serisi)

gorcun | 22 August 2009 17:18

Final Destination serisi
Final Destination serisi

James Wong, Glen Morgan ve Jeffrey Reddick tarafından yaratılan ”Final Destination” (Son Durak) serisi bu sene vizyona girecek sonuncusuyla birlikte şimdilik 4 filmden oluşuyor. Dağıtımcılığı New Line Cinema tarafından yapılan filmler ölüm konusunu farklı bir şekilde ele alıyor. Seri, ölümün bilinçli bir şekilde insanlara geldiğini ve bu durumun bilinse bile kaçınılmaz olduğunu kimi zaman gerilimli kimi zaman eğlenceli atmosferiyle işliyor. Kadercilik, önsezi ve ölümün belli bir amaca yönelik olarak nedenselliğe dayandırılması da filmlerin içindeki felsefi düşünceleri oluşturuyor. Hatta öyleki serinin her hikayesinde farklı biri olarak karşımıza çıkan baş kahramanların gördüğü ”gelecekteki ölümlerin” her biri geçte olsa kurbanlarını yakalıyor ve onları kaçınılmaz sonla (çoğu zaman son derece incelikli bir planla) yüzleştiriyor. Daha sonra bu düşünceden yola çıkarak filmler bir çizgi roman serisine de dönüştürülmüş. Bu noktada wikipedia’daki Rube Goldberg makinesine yapılan benzetmeyi de vermeden geçemeyeceğim. Amerikalı karikatürist Rube Goldberg’in karikatürlerinde çizdiği karmaşık görünen bir aletin basit bir şeyi yapmasıyla ortaya çıkan bu deyiş ”Son Durak” serisinde ölümün işleyişiyle benzerlik gösteriyor.

Final Destination
Final Destination

Filmlere gelince; ilk film, 2000 yılında James Wong tarafından çekilmiş ve kadrosunda Devon Sawa, Ali Larter, Kerr Smith, Kristen Cloke, Seann William Scott, Chad Donella ve Amanda Detmer gibi çoğu gençlerden oluşan isimler bulunuyor. Baş kahraman Alex sınıfıyla birlikte Paris’e bir gezi için uçağa bindiğinde uçağın kalkıştan kısa bir süre sonra havada infilak ettiğini görür. Kafasındaki bu görüntü olaylı bir şekilde uçaktan inmesine ve kendisiyle birlikte bir kaç kişinin daha havaalanına geri dönmesine neden olur. Ancak asıl gariplik onlar havaalanındayken uçağın havada gerçekten infilak etmesi ve tüm yolcuların ölmesiyle başlayacaktır. Bir süre sonra diğer kişilerin de yavaş yavaş ölmeye başlamasıyla Alex kendisinde olan bu korkutucu yeteneği ölümden kaçabilmek için kullanmaya çalışır. Ama ölüm ne kadar kaçmaya çalışsalarda er ya da geç onları bulacaktır. İlk film olması ve klişelerin dışına çıkan konusu sebebiyle iyi bir gerilim filmi olarak görülebilir. Ayrıca klişelerin kaçınılmaz olduğu teen slasher türüne yeni bir tat kattığını bile söyleyebiliriz.

Final Destination
Final Destination 2

3 yıl sonra gelen devam filmini David R. Ellis yönetmiş. Oyuncu kadrosunda ise ilk filmden Ali Larter başta olmak üzere A.J. Cook, Michael Landes, Terrence ‘T.C.’ Carson, Keegan Connor Tracy, Enid-Raye Adams ve Sarah Hattingh gibi isimler var. Bu filmde Kimberly ve arkadaşları bir yolculuğa çıkarlar. Yolculuk sırasında Kimberly, korkunç bir kazanın yansımalarını zihninde görür. Olayı bir polis memuruna söyler ve o anda önlerinde (Kimberly’nin arkadaşları dahil) bir çok kişinin ölümüne sebep olan büyük bir kaza gerçekleşir. Bundan sonra o kazada ölmesi gereken ancak Kimberly’nin müdahalesiyle kurtulan herkes yavaş yavaş ölmeye başlayacaktır. Seri etkisini bu filmde de sürdürüyor özellikle ilk baştaki trafik kazası olmak üzere tüm ölüm sahneleri yaratıcı ve başarılı örnekler olarak görülebilir.

Final Destination
Final Destination 3

2006 yılında yönetmen koltuğuna yine James Wong geçiyor. Serinin üçüncü filmi, bir lunaparkta yaşanan tren faciasıyla açılıyor ve yine liseli gençlerden oluşan yeni kurbanlar teker teker ölmeye başlıyorlar. Bu sefer ölümü gören kahramanımız Wendy, çevresindeki potansiyel kurban arkadaşlarıyla ölüme meydan okumaya çalışıyor. Son film seriye yeni bir şey katmıyor ama yine de olabildiğince eğlenceli ve seriyi sevenleri tatmin edecek potansiyelde. Kadrosunda Mary Elizabeth Winstead, Ryan Merriman, Amanda Crew, Sam Easton, Chelan Simmons, Dustin Milligan, Gina Holden ve Patrick Gallagher gibi isimler bulunuyor.

Final Destination 4
Final Destination 4

Serinin 4. filmi geleneği yine bozmuyor ve 3 sene sonra geliyor. Film Amerika, İngiltere ve Kanada’yla birlikte ülkemizde de bu hafta vizyona girecek. 4. filmin diğerlerinden farkı ise 3D (3 boyutlu) olarak sinemalarda oynayacak olması. Belki de 4. filmin çekilmesinin en etkili nedenlerinden biri budur. Yeni film seriye hiç bir değişiklik katmasa bile 3 boyutlu haliyle ilgi çekmesi kaçınılmaz. Bu filmin yönetmeniyse 2. filmi yönetmiş olan David R. Ellis. Bu kez bir araba yarışında meydana gelecek olan bir faciadan sonra Nick ve arkadaşları ölüme karşı hayatta kalma mücadelesi verecekler. Filmin fragmanı için buraya bakabilirsiniz. Adı ”Son Durak” olmasına rağmen bir türlü sona ermeyen film serisi belki de bu filmin gişedeki başarısıyla yeni bir ”Son Durak” filmine kapı açacak. Bakalım yeni film serinin içinde kendine nasıl bir yer edinecek göreceğiz.

Cast Away (2000)

queennothing | 13 August 2009 13:47

Chuck Noland, uluslararası kargo şirketi olan FedEx’in analistidir. Paketlerin zamanında ulaşması için, çalışanlara program çizmekle görevlli olan Chuck, ‘dakik olmayı’ zamanla takıntı haline getirmiş ve işiyle hayatını birbirine karıştırmıştır. Kız arkadaşı Kelly’ye evlenme teklifi etmeyi planlayan genç adam, işi gereği yılbaşını başka bir yerde geçirmek zorundadır. Havaalanına Kelly ile birlikte giden Chuck, Kelly’den uzak kaldığı için üzgündür. Hava boşluğuna takılan uçağın sarsılmasıyla kontrolü kaybeden pilot, Pasifik Okyanusu’na iniş yapmak zorunda kalır. Kendini suda bulan Chuck, arkadaşlarını aramasına rağmen, hiç bir iz bulamaz ve geceyi suda geçirir. Su, Chuck’ı bir adaya sürükler ve genç adam, insan olmayan bu adada kurtarılmayı bekler.
Yabani hayata alışmaya çalışan Chuck, vücuduna ağır yaralar almasına rağmen, durumu kabullenir ve günlerce kurtarılma umuduyla adada beklemeye devam eder. Uçağın yönü, Pasifik Okyanusu’ndan oldukça uzaktır ve Chuck, kurtarma ekiplerinin, bulunduğu adaya gelmeyeceği gerçeğinin farkındadır. Haftalar geçer, ne bir kurtarma ekibi adaya varır, ne de Chuck kendi imkanlarıyla kurtulmayı başarır.

Alıcılara olan saygısından ötürü, açmadığı FedEx paketlerini açmaya karar veren Chuck, paaketlerin birinden çıkan beyzbol topunu ‘arkadaş’ kabul eder ve topa ‘Wilson’ adını verir.
Tam 4 yıl adada kurtarılmayı bekleyen Chuck Noland, güçlenmiş; yabani dünyanın her yönünü öğrenmiştir. Cansız arkadaşı Wilson’la konuşarak, insani hislerini kaybetmeyen genç adam, kurtarılma konusunda umudunu kaybetmemiştir.

REAL FICTION / LA VİDA ES SUENO*

sahaf1976 | 07 July 2009 12:16

  • “Hayat bir düştür.”
Real Fiction
Real Fiction

2000 yapımı Real Fiction’da yönetmen Kim Ki Duk’un deneysellikte bir zirve yaptığını söylemek hiçte abartılı olmaz. Teolojinin ve felsefenin yüzyıllardır tartıştığı bir mesele olan gerçek ve düş, sahici olanla kurgu olan bu filmde kendini fazlasıyla hissettiriyor.
Genellikle olduğu üzere yine bir ressam var hikayede, (Jin-mo Ju) üstelik o da yönetmenimizin Fransa‘da yaptığı gibi sokak ressamlığı yapıyor. Ancak Wild Animals’teki ressam adayımız gibi resim yerine karanlık suç dünyasını tercih eden bir karakter değil genç adamımız. Bu kez toplumun tüm aşağılamalarını sineye çeken pasif bir adamımız var. Ta ki bu filmin metaforu olan kamerasıyla bir genç kız gelip (Jin-ah Kim)ressamımızdan hayatı boyunca onu üzenlerden intikam almasını teklif edip eline bir silah verene kadar. Tüm bu trajediyi kaydetmek koşuluyla elbette ki…

Real Fiction
Real Fiction

THE ISLE

sahaf1976 | 06 July 2009 16:01

The Isle
The Isle

İNSAN DÖRT TARAFI DENİZLERLE ÇEVRİLİ BİR ACI PARÇASIDIR
Kendi memleketinde gerek tarzı, gerekse ülkesinin tüm sinemacılarından daha farklı bir yerden gelişiyle pek anlaşılmaya yanaşılmayan yönetmen ilk defa bu filmiyle Venedik Film festivalinde gösterim şansı bularak, Kore dışına esaslı bir çıkış yaptı. Yine bu filmle ülkesindeki pek çok eleştirmen ve feministle aralarına kara kedi de girmiş oldu. Hatta Venedik’te filmin gösterimi sırasında bir İtalyan gazetecinin, filmdeki karakterlerden biri olta yutarak intihar etmeye çalışırken, perdede gördüğüne dayanamayarak bayılması da filmin daha çok ilgi çekmesine katkı sağlamış oldu.
Golf sopası ve toplarını, bir Yay’ı, geçip giden mevsimleri, sırtına taş bağlanan savunmasız canlıları bir metafor olarak son derece başarılı bir şekilde kullanan yönetmen için bu filmde de metafor oltaydı.

The Isle
The Isle

2000’lerde Türk Korku Sineması

gorcun | 22 June 2009 13:40

Türk Korku Sineması
Türk Korku Sineması

Türk sinemasından 2000 yılından itibaren artan korku sineması denemelerine yenileri gelmeye devam ediyor. İki gerilim filminin daha adının duyurulduğu ( Konak ve Karanlıktakiler) bu günlerde gelin son zamanlarda çekilen korku filmlerini hatırlayalım.

Büyü (2004)

Büyü
Büyü

Orhan Oğuz’un yönettiği film lanetli olduğuna inanılan bir köye araştırma yapmak için giden arkeologları anlatıyordu. Asırlar önce kız çocuklarının öldürüldüğü köyde bir kız öldürülmemiş ve ona büyü yapılmıştır. Aslında güzel bir gerilim filmi olabilecek hikaye tür için son derece başarısız bir yapıma dönüşüyor. Film, yapılan galasında çıkan yangınlada adından söz ettirmişti.

Hyper kızı tasarla 2000 doları kap !

PcMaSTeR | 11 June 2009 16:59

Bellek üreticilerinden önde gelen Kingston firması, para ödüllü tasarım yarışması, ile yeni HyperxGirl’ünü yani Hiper kızını arıyor türkiyeden de arıyor.

Firma, yeni bellek modelleri olan Hyperx serisinin tanıtımı için kullanacağı sanal kızı bulabilmek için, hediyeli bir yarışma düzenlemekte.

Hem tasarımı yapanların hemde tasarımlara oy verenlerin hediye kazanacağı yarışma 8 haziran itibari ile başlamış bulunuyor. şirketin Amerika da ki ofisinden oluşacak juri ve oylamalar ile yarışmanın birincisi belirlenecek.

Kısa ve Acılı Marki de Sade : ”Quills (Düşlerin Efendisi)”

gorcun | 03 June 2009 12:50

Quills
Quills

Sadizmin isim babası ve fikirleriyle kavramın oluşmasını sağlayan Fransız aristokrat düşünür ve yazar Marquis de Sade’in son zamanlarını anlatan film Quills(Düşlerin Efendisi) 2000 yılında Philip Kaufman tarafından çekilmiş. Topluma göre ”hastalıklı” düşüncelere sahip olduğundan bir akıl hastanesine hapsedilen Marquis de Sade (Geoffrey Rush) pornografik hikayeler yazan bir yazardır.
Eserlerindeki ahlaksız ve sert üslubu yüzünden yazıları yasaklanmıştır. Akıl hastanesinde görev yapan güzel çamaşırcı kız Madeleine (Kate Winslet) Marquis de Sade’ tan etkilenir ve yazılarını alıp saklar. Hastanede yayılan yazılar herkes tarafından okunur ve olay duyulduğunda İmparator Napolyon (Ron Cook) üstesinden gelmesi için Dr. Royer Collard’ı (Michael Caine) akıl hastanesine yollar.

Quills
Quills

İşkenceci ceza yöntemleriyle ünlü doktorun akıl hastanesine gelmesi hem hastanenin hemde Marquis De Sade’ın sonunu getirecektir. Kadrosuyla ilgi çeken film düşünce özgürlüğü açısından da önemli şeyler söyler. Adı geçenler dışında Joaquin Phoenix, Patrick Malahide, Amelia Warner, Stephen Moyer gibi oyuncularda filmde yer alır. Geoffrey Rush’ın gerçek hayattaki eşi Jane Menelaus, filmde de Marquis de Sade’in eşi rolündedir.
Filmde okunan hikayeler Marquis de Sade’a değil senaryo yazarı Doug Wright’a aittir. Film en iyi aktör (Geoffrey Rush), en iyi sanat yönetmenliğ ve en iyi kostüm olmak üzere 3 dalda Oscar adaylığına seçilmiştir.

The kid

turictanyel1 | 24 April 2009 14:19

The kid çok eski bir film olmasına karşın yeniden izlenilebilir nitelik taşıyan filmler arasında yer almıştır benim için. Russ’ın çocukluğuyla yüzleşmesini, başlarda onu kabul etmeyişini, kendisiyle hesaplaşmalarını, pişmanlıklarını konu alır ve özünde arzu ettiklerini fark etmesini sağlar. Hayatını sürekli yetişkin olarak yaşayan, sorumluluk sahibi, zengin, mükemmelliyetçi bir insanın içindeki çocuğu farketmesiyle hayatına renk gelmesini anlatır aynı zamanda. Çocukluğunda hep hayal ettiği gibi bir hayatı olmadığını fark eder. Eskiden hayalini kurduğu bir köpeğinin bile olmadığını fark eder. Gerçekten yaşamadığını görür. Tüm bu farkındalılar onun kendini gerçekleştirmesini sağlar. Kendini gerçek anlamda tanımaya başlar, eski hayallerine geri döner. Yaşadığı eski eve gider, yaşadığı kötü anıları hatırlar, annesinin ölümünü, arkadaşlarının onu dövmesini, rencide edilişini hatırlar. Onu bu hale getiren tüm bu olaylara geri döner, ve tüm olanları değiştirmek için bir şansı olur. Her şey daha mutlu daha özgür bir adam olabilmek içindir. İnsana yaşama sevincini aşılayabilen, suratlarda tebessüm bırakabilen bir film bu.
Başrollerde Bruce Willis(Russ Duritz), Emily Mortimer(Amy), Spencer Breslin (little Russ) oynar, yönetmen Jon Turteltaub‘ dır yapım yılı ise 2000.

Absürd komedi filmi : Fasulye

gorcun | 15 April 2009 11:27

Fasulye
Fasulye

Komedi denince ülkemizde genelde akıllara küfür eden, magandalık yapan, bağıran çağıran, etrafta orasını burasını açan tipler gelir.
Tabii ki espri anlayışı bundan ibaret olmayan birçok insan olsa da genel olarak düşünülünce en çok böyle algılandığı Recep İvedik gibi bir filmin gişe başarısından da anlaşılabilir. En azından Recep İvedik 2 olarak kalsında Türk Sinemasında komedi anlayışı daha iyi yerlere gelsin.

Recep İvedik
Recep İvedik

Tabii ki yazının konusu Recep İvedik değil aksine ondan kaliteli ama aynı değeri görmemiş bir film olan Fasulye. Film köyde saf bir gencin (Selim Erdoğan)yaşlıların büyük coşkusuyla vergi iade zarflarını şehre götürmek için göndermesiyle başlar. Bu arada gence görünen aksakallı dede (Haluk Bilginer)filmin absürt komedi olacağının sinyallerini verir.

Fasulye
Fasulye

Absürt saçma, anlamsız olarak adlandırılabilir. Absürt komedi ise komedi klişeleriyle dalga geçerken, saçma ve anlamsız olaylardan komedi unsuru yaratan bir türdür. Kanımca başarılı bir şekilde yapıldığında müthiş bir komedi unsuruna dönüşür. Coen kardeşlerin filmlerinde çokca görülen bu tarz Türkiye’de mizah dergilerinde (Gırgır, Leman, L-manyak, Penguen, Uykusuz, Lombak) fazlaca görülse de Türk sinemasında çok fazla bulunmamaktadır.