Iki gun once bu acaip sehirde soyut disavurumculugun babasi sayilan Jackson Pollock’in hayatini anlatan Pollock adli filme gittik. Film harikaydi. (Aslinda alkol sorunu yuzunden hayatinin son yillarini harcamis bir ressamin hayati olarak dusununce bu yaziyla filmin de epeyce baglantili oldugunu dusundum simdi.) Basindan sonuna gayet doyurucu bir filmi izlemis olmanin zevkiyle iki Serbest Irlandali (Ciaran ve Darren) arkadas, ben ve kiz arkadasim disari ciktik. Unuttugumuz konu gunlerden Cumartesi olduguydu…
Disaridan degisik bagirtilar geliyordu. Bu bizim icin cok normal, cunku eger gunlerden Cuma ya da Cumartesi ve saatlerden de geceyarisi ise, sokakta kilise bahcesine iseyeninden posta kutusuna kusanina kadar yuzlerce insan gorup bir nevi post-apokaliptik ortam yasayabilirsiniz. (Cok zor degil. Ozel siparise de gerek yok. Hep oradalar.) Yurumeye basladik. Onumuzde odunun biri karsidan yuruyen bir diger oduna deli gibi bagiriyor. Karsidan gelen odun yanimizdan geciyor. Gecerken de ne oldugunu anlamadigimiz birseyler geveliyor bize dogru. Neyse diyorum. Sorun degil. Biz bulasmazsak, bize bulasmazlar degil mi…
Yurumeye devam ediyoruz. Universitenin onunde arkadaslar ayriliyor. Biz kiz arkadasimla yurumeye devam ediyoruz. Aslinda her haftadan daha kotu bir durum degil ortadaki, ama yine de kimi zamanlar insani tedirgin edebiliyor. Yokus asagi inerken 50-100 metre ileride 9-10 kisilik bir sarhos toplulugunun aralarinda sakalastigini(?) goruyorum. Kiz arkadasima (Gel karsi kaldirima gecelim) diyorum. Geciyoruz. Iyi de yapiyoruz, zira yanlarindan gecerken bize atkestanesi firlatmaya basliyorlar. Tinmadan yurumeye devam ediyoruz. Iyice uzaklastiktan sonra geri karsiya gecmemiz gerekiyor (cunku evimize o taraftan gidiliyor), yukari baktigimizda 40-50 metre oteden kosar adimlarla bize yaklasan iki sarhosu goruyoruz. (Belli ki bunlar niyeti bozdu) diye dusunup biz de kosmaya basliyoruz ve sonradan katolik mahallesinden protestan mahallesine gecip pacayi siyirtiyoruz.Aslinda mesele Protestanlarin daha az icmesi degil de mahalle degistirmis olmamiz. Yoksa, bugun bunlari yazamiyor olabilirdim.
Uzulerek soylemem gerek ki buradaki icki kulturu(?) futbol, sarhosluk ve pub kavgalari uzerine kurulu. Icmeden once (Aaa irkcilik da neymis) diyen “cici” Ingilizler ictikten sonra pusulayi sasirip siyah sacli kim varsa ona saldiriyorlar.
Dun Ispanyol bir arkadasin evinde yemege davetliydik. Muscat sarabimizi yudumlayip, Humus ve peynirli makarnamizi yiyip tatli tatli sohbet ettik. Ispanya’daki ve Turkiye’deki demlenme kulturlerinden soz actik. Ricardo ve esi baska baska irkcilik olaylarindan bahsetti. Bebekleriyle yolda yururken uzerlerine atilan su bombasindan ve dumduz yolda celme takan insanlardan haberi olunca insan pek de rahat edemiyor. Hele de ertesi sabah gazetede Belfast’ta da KKK (Kara Kuvvetleri Komutanligi degil Ku Klux Klan) oldugunu ogrenince
Peki neden? Sorun: Irkcilik!
Bu insanlarin buyuk cogunlugu (katolik ya da protestan hic farketmez) kesinlikle irkcilar! Beyaz olmak burada cildinizin beyaz olmasi anlaminda kullanilmiyor. Burada beyaz olmak WASP’taki diger unsurlari da iceriyor. Aksi takdirde siz ikinci sinif bir irkin evlatlarisiniz. Hadi biz neyse de ozellikle burada yasayan Misirli, Silili, Cezayirli, Lubnanli arkadaslara ciddi sekilde uzulmeye basladim.
Kaygilarimla
yorumlar
blog. + 5 verdim..
bende uyandığımdan beri kendi kendime new model army söylüyodum “W-A-S-Ps the proud American sons” diye ilginç bir tesadüf oldu. Bütün Avrupa’da salgın halinde zaten ırkçılık, iyice sapıtmaya başladılar. Gerçi İngiltere’nin sabıkası eskilere dayanıyor, futbol maçlarında zencilere sallamak için yanlarında muzlar getirenler, hemen hemen bütün arap topluluğu vatandaşlarını Abdül diye çapıranlar yine onlardı her zaman için. Birde zamanında Leeds taraftarlarının yaptığı şöyle bir tezahürat varmış ki durumu zaten açıklıyor:
“trigger trigger trigger,
Kill that fucking nigger
which fucking nigger?
That fucking nigger”
diyerek sahadaki şanssız zenciyi gösterirlermiş, ortalama 40.000 kişi desek, bunlardan 35.000’i hastalıkların en kötüsü olan toplumsal galeyana gelmiş olsa yine de 5.000 kişilik bir skinhead ordusu yeter de artar kanısındayım.
yapılabilecek en anlamlı iş, bence bütün toplumun böyle olmadığını gösteren küçük (ya da büyük) ama anlamlı eylemler yapmak. mesela almanya’da ırkçı saldırılardan sonra yapılan tepki yürüyüşlerini hatırlıyorum. hakikaten büyük kalabalıklar toplandı ve düzgün mesajlar verildi. dediğim gibi böyle durumlarda 5 kişi bile toplansa ve “biz bu faşistlerle aynı şekilde düşünmüyoruz” dese büyük etkisi oluyor. mesela çok iyi anlatılamadı ve sınırlı kaldı ama “arkadaşıma dokunma” kampanyası da hayırlıydı. ama ben bu tür işlerde “dokunma, etme, yapma” gibi emir veren sloganlardan çok “benim arkadaşım türk” (almanya’daki böyleydi yanlış hatırlamıyorsam) gibi pozitif anlamlar içeren sloganları seviyorum..
Diğer yandan “siyah derilerin” de biraraya gelmesi gerekiyor bence. “Berlin’de, istisnai bir kaç sokak dışında Türkler kendi evinde gibidir” der orada yaşayan kardeşim. Neden? Çünkü “Gel gel gel, Kartel’e gel” atmosferinde bir araya gelen Karakan şekilli Türk gençleri Alman Nazi’lerine sakin durmayı öğretmiş.
Bu da lazım yani. Ama Mushroom’un dediği de doğru, yerli halkın da aralarındaki ırkçılara tepki göstermeyi öğrenmesi lazım. Bilhassa, bi zamanlar özgürlük-eşitlik falan deyince akla gelen Katolikler’in. Onların da sapıtmış olmasına gerçekten şaşırdım.
ingilizlerin irkciliklari konusunda olhor hakli, bide ben onlarin cok vahsi olduklarini dusundum hep, bi pazartesi sabahi isyerindeki is guc sahibi arkadasim hafta sonu sarhos olduktan sora bi evin camlarini,kapilarini indirdiklerini anlatabiliyor digerleri de “well done mate” diyebiliyor yani, ya da bi gece tam eve girecekken 13-14 yasindaki veletler bi gun evini soyacaz haberin olsun diye bagabiliyo ne biliym bi ton ornek, zaten ozellikle kuzeyde falan belli mekanlara gece soyulmak istemedigin muddetce gitmek akil isi degil…
Bilmiyorum boyle dusunmem belkide isyerinde bi kac defa “bloody foreigner” diye anilmamdan ya da insan kaynaklari bolumunde bi cok pakistanlinin CV’sinin hasir alti edildigini gormemden dolayi da olabilir.
Bir yerlerden bulabilirsen Jeremy Paxman’in “Portrait of a People: English” (Penguin Books 2002) kitabini okumani tavsiye ederim. Sunday Times’in bestseller listesine girmesine ragmen okudum ve Ingilizler konusundaki goruslerim yerine oturdu.
de bu konuda şöyle düşünüyorlarmış.
bir de, ırkçı saldırıların ve diğer şiddet çıkışlı ve bariz ayrımcı davranışların ırkçılığın sadece görünen tukaka tarafı olduğunu düşünüyorum. özellikle alman kökenlilerde o kadar ağır bir geçmişin borcunu ödemek için geliştirilmiş bir tepki var; adını da yabancıları sevmek koymuşlar. tam bir alman ya da tam bir avrupalı olarak yabancıları sevmek ve kendini böyle kurmak bu insanlara çok ferahlatıcı geliyor. alternatif tutumlarını ve anti-faşist söylemleri dillerinden düşürmüyorlar ama, gündelik konuşmaların maske düşürücü dil sürçmelerinde, bir anlık bakışlarda feci tahammülsüz ve sevimsiz bir portre çıkabiliyor ortaya. konu düz, beyaz adamın ırkçılığı olduğu için bu örneği verdim ama, bir de hepimizin içinde kök salmış olan ötekiye tahammülsüzlük var ki, asıl mesele de o.