bildirgec.org

boyutsuz iç çekmeler sonadı

konstantine simonov | 25 February 2005 01:21

Bunca kelimeyi bir araya getirip, kargınmış bir yaranın dilini çözmem kanlı bir ihlal olmayacak mı el bastığın kitaplarda? Akıttığın üç noktaların bedenlenişi bu… Boyutsuz üç monadın çarpışması… “Kabuk bağlayan yaranın gümbürtüsü, damarda akan kanın uğultusu, her bir hücrenin canlı enkaz çığlığı… Bedenin tüm seslerini duyabilseydi insan, sağır olmak isterdi, sadece kalp atışı yeterken bizi çıldırtmaya. E.T. gibi tek bir kalbe dönüşmediysem eğer, kalbim değil, gövdem atıyor artık, vahşi bir aygır gibi, uçurumdan yuvarlanan atlar gibi sarsılıyorum kendimden. Beynim teslim olmuyor.” 22 şubat 2005 Beyaz dut ağacından yapılmış kağıtlara işlenmedi bu sesler. Tanrının çaldığı bir unutamamaya kazındı, tıpkı Katalan kadınların eşsiz gözlerinin saklı heykelleri andıran mistisizmini, beyaz mermerlere kazıdığın gibi. Artık unutamıyorum, …Ve olmayan hayaletlere çatıyorum bunun için. Unutamıyorum ve bunun için tanrıyı lanetliyorum. Bana çizmiş olduğun mührü mürekkeplere değdirmiyorum. Hiç’in unutuluşu tanrının varlığının adıdır diye yazıyorum. Nasıl bir kandırmaca bu? Bu yığın, kütle, ideolojik orjilerde patlayan insanlık her an gerçekleştirmek istiyor istilacı tasarımlarını. Kangren olmuş fallik sütunlar devriliyor üstümüze. Ve sonra nasıl bir enkaza dönüştüğümüzü anlamak için yeni cehennem lehçeleri icat ediyoruz. Sonra yine virüsler gibi saçılıyoruz birbirimizin beynine. İşte bizim ölümsüzlüğümüz! Tanrı, kadife perdenin önünde alkışlıyor bizi. Ama biz onun yazdığı oyunu yalnızca çoğalan aynalara oynuyoruz. Başımı nereye çevirirsem çevireyim, daha düşünmeye başlamadım bile. Henüz düşünmeye başlamamışken, sonsuz aşk kalmam için yetmez miydi? Bunu cam fanusta can bulan gül sorardı, Küçük Prens’e. Ben sormuyorum. Kalmam için hiçbir şeyin “yeterliliğine” ihtiyacım yoktu çünkü. Beklentisini taşıdığım hiçbir şeyi dilemedim senden. Hiçbir şeyi beklemiyordum Godot yanılgıları arasında. Ben küçük bir insanım, kanguru keseleri kadar küçük… Ama benden unutuluşu çalınan yer altı şehirleri ve izlerini bıraktığın o şehirlerin kanama kanallarında kabullenmeye çalışıyorum olan biten her şeyi sen değmişken yaşamıma: Bir cenaze, sönmeyen yas mumları, sana hala aşık olduğu halde Ankara’ya gelişimi karşılamak zorunda kalan sarı saçlı Kızılderili kadın, onun evindeki bitimsiz arya, kuğulu caddesi, koparılan parmakların, ilaçla felce uğratılan milyonlarca sinir ucunda can verip geri getirilen düş’ün, düşünüş’ün, beyin ameliyatların, görünen yaraların, görünmeyen yaraların, şehir içi araba takipleri, zırhlı araçlarda insan kovalamacıları, içine dinleme cihazı yerleştirilen yüzükler, güvenlik zincirinin kırılamaması için tasarlanmış ikiz cep telefonların, apartmanın önünde çürüyen motosiklet, evindeki yüzlerce suskun ve mahkum suret, resimler, heykeller, yemin kitapları, Death Can Dance, geri dönüşsüz cezalar, kılıcın, silahın, namlusu sana doğrultulmuş başka silahlar, savaştığın kara adamlar, kara hayaletler… Sonra apansızın gelen o onulmaz boşluk: Deniz’in çıldırtan göçü…Mutlak, katıksız… Hayatında olup biten bunca şiddet varken ben acı ve acımasızlıktan sıyrılmış hangi anlamı verecektim geleceğine? Sana tek bir yemin etmiştim. Ama sadece sana. Yanıtsız bıraktığın sorularıma ve Xanthos’ta gökyüzüne sıktığın kurşuna değil. Kale’ye gittiğimizde çay içerken gördüğümüz çocukları hatırlıyor musun? Mahallenin alçak pencereleri arasından hepsi el ele tutuşmuş yürüyorlardı. Ben bu enkazdan bir tek o çocukların yüzünü kurtarabildim. Çünkü yaşam onlar için henüz aynalarında belirecek kara delikleri ve nevrotik toplum korkularını kurgulamamaştı. Ahlakın soy kütüğünde varlığa dayatılan yaptırımın amaçsız şiddeti… Harcama, ölüm, ve anlamsıza katılmayan sınırlı ekonomilerle yedeklenmiş doğru yaşamlar. İtiraf edilemeyen cemaatlerin geliştirdiği bir bilinçlilik hali bu. Meşrulaştırılmış şiddet ve denetim örgütleri, erojen politika söylemleri… Hepsini somut bir gülümsemeyle ciddiyetsizleştiriyorum artık.

püff,offf hatta ooooof

masal | 24 February 2005 19:51

salak insanla uğraşmak gerçekten zor.adsl’i paylaştığım salak yaratık benden habersiz hattı kestirip modemi satmış.ne akla hizmet olarak bu eyleme girişti ise, evde net olayı sona erdi.yanı sıra yeni başvurum için 50 gün sonrasına sıra verdi telekomdakı göbekli ve bıyıklı amca.

işlerin hepsi yarım yamalak kaldı.domainlerin renew vakitleri geldi, modeme yarım çuval para verdim.mp3 playere bi o kadar..çokmu zenginim ki ben ?! soyadımda “SA” da geçmiyor ama hayırlısı diyelim.

sonuç olarak sevmiyorum ben bu düzeni.verecekleri 300gram internet, o da 50 gün sonrasına sıra-ile.