bildirgec.org

nanotoni

11 yıl önce üye olmuş, 13 yazı yazmış. 14 yorum yazmış.

Ölüm

nanotoni | 17 October 2008 10:42

Ben sana ‘sakın ölme’ demedim, sen de bana ‘aman öl’ demedin. İki canlının tam aynı anda ölmesi mümkün olmadığına göre birimiz daha erken ölecektik. İlk önce ölen kazanır mı dedi birisi? ‘Ölümün de iyi tarafları var be adamım!’ deyiversen çıkıpta. Ölüm riskinden kurtulmanın tek yolunu buldun işte. Yaşayan kimsenin bilmediği hissetmediği göremediği bir şeye vakıf olabilmek için canını verebileceğinden hepimiz emindik. Kendini otherside a transfer ettin ve bedenin ortama bir bütün halde cevap verebilme yeteneğini yitirdiği için otherside dan bu tarafa geçiş yapamıyorsun değilmi. Her iki taraftada kendini varedebildiğini iddia edenlere cevap mı oldun.

Ölüm, parapsikoloji, özlem, hiçlik

nanotoni | 12 October 2008 15:08

Asansörde sırası karışmış kat numaraları arasında en üst katı gösteren sayıyı her bulduğunu zannettiğinde, o sayıdan bir büyük sayının yazılı oldugu düğmeyi, tam da en üst kat zannettiğin katta, asansör kabinini terketmek üzereyken görecek ve kabini terketmekten vazgeçip o katın sakinlerinin sakinliklerine boyun eğmeyeceksin. Kat numarası büyüdükçe aralanan kapıdan gördüklerin seni hep hayal kırıklığına ugratacak. Bazı katlarda beni göreceksin ama bana bulunduğum kattan daha yukarı katlara ait düğme gördüğünü söylemeden beni terkedeceksin. İçinde beni daha yukarı katlarda görme isteğin hiç sönmeyecek. Fakat beni daha yukardaki katlarda her görüşünde benim merak sebebiyle bir arkadaşa (sana) bakıp yerleşik düzenime dönmek üzere olan bir bina sakini oldugum düşüncesi beyninde düşük voltajlı bir gerilim yaratacak. Kabinde seninle aynı amacı paylaştığını iddia eden nice dostlar edineceksin. Bir zaman sonra sen hep bir yüksek numaraya elini uzatırken, onların sırayla bazı katlarda pes edip seni terkettiğini ya da senin ısrarla “büyük sayı bu, bu düğmeye basmalısın!” demene rağmen onların şuursuzca bazen küçük bazen büyük numaralara basarak seni isteyerek(kötülük) ya da istemeyerek(aptallık) terkettiklerini göreceksin.
Bir süre benden daha özgürce sana eşlik edenlere, senden koptukları andan sonra, daha yukarılarda artık hiç rastlamayacaksın. Bu beni haklı olarak eşsiz kılacak. Referans noktası kaybetmeyişimle, göz göze geldiğimiz anları cep telefonuma kaydedip, bir başka göze göstermeyişimle senin gözünde “kat kaybetmeyeceğim”. Her yükseldiğin katta benden kopuk, benden hızlı yaşayan ama sayıları giderek azalan insanları takdirle gözleyip, daha bir hızla hem benden, hem onlardan kacacaksın. Kabinde bir tek karıncanın bile olmasına katlanamayacak derecede bunalacak, hatta aynayı bile kıracaksın. Bazı çıkışlarda aynı kabine denk gelme ihtimalimize karşı önlemler alacaksın. Ama yine de her inmekten vazgeçtiğin katta, kapının açılıp kapanması anında, beynine kaydettiğin görüntülere zoom yaptığında; benim insanlardan ayrı, yalnız başıma, bir ateşin başında ısınmak için ellerimi uzatma gösterisi yapmadan(bilirsin araba lastiklerini tekme atarak değil gözlerimle kontrol ederdim) sana doğru gülümseme, hüzün, depresyon, mani gibi insani yüz ifadeleri içermeyen delici bakışlarımı farkedeceksin. Farklı yollardan, farklı maddeler aracılığıyla aynı duygu katlarında karşılaşmalarımız sende her seferinde farklı duygular yaratacak. “Beni gördün biliyorum!” diye mesaj atacağım; “Yaşanılan bir an, farklı olmak için, tanımlanmamaya mecburdur” diyebilmek için beni cevapsız bırakacaksın. ‘Beni beyninde ne kadar küçültürsen dünya o kadar zarar görür’ diye hipertecno bir ayet indirecegim (gecen yaz söz verdiğim gibi: ‘Dost, sevgili, akraba, dediğin beynimizde sentezlediğimiz bir kaç mikrogram protein, protein dediğin üç beş kendini bilmez aminoasit, aminoasit dediğin bir grup serseri molekül, molekül dediğin bir grup sıradan atom, atom dediğin bir patlarsa eğer taş üstünde taş kalmaz; bir hadisenin değeri kütlesiyle ölçülmez. Maddeye değer verenin dağılmayan yeri kalmaz.’ ) Hayatında benim yerim hiç olmadığı kadar küçülecek ve bu ayet bile bu bitkisel paylaşıma dirim katmayacak. Yine de farklı kabinlerle yükselirken ara ara göz göze gelmekten kaçamayacagiz.Ve bir an olacak ki tam birbirimizi ‘O artık bir ölü olmalı!’ diyebilecek kadar hiçe saydığımız o en üst kata çok yakın katlarda, nihayete ermek üzere, ayni kabini paylaşmak zorunda kalacağız. Kabinde kimse olmadığı gibi bir kaç katlık yükselişimiz sırasında aralanan asansör kapısından dışarıya baktığımızda hiç bir can ve hiç bir ruh görmeyecegiz. İkimiz de aynı anda ‘En yüksek kat!’ yazan son düğmeyi göreceğiz. Ben yavaşça o düğmeye uzanırken sen hiddetle-hızla, bana, Tanrıya, kendine, tarihe ve felsefeye son bir ders vermek için bütün insanların basmaya korktuğu, üzeri tozlu, ‘Zemin’ yazan düğmeye basacaksın. ‘Nooldu yiğitim? Başkasının kabiniyle cennete gitmeye utanmıyormusun!’ dercesine bana bakarak elini gururla o düğmeden çekince, parmağına yapışan etiketi farkedeceksin. O ‘Zemin’ yazılı etiketi, o kimsenin bulamadığı düğmeye benim yapıştırdığımı hemen anlayıp, etiketin altında yazan ‘E’ harfini sorgurlarcasına, benim bu tarzımı bildiğin için çok da saşırmadan, bana “Eeee?” diye soracaksın. Ben de “Eşittir em ce kare!” diyeceğim. Maddelerimiz bütünüyle enerjiye dönüşüp geldiği yere doğru, sonsuzluğa doğru motorsuz, sezsiz, sakin, hedefi şaşmaz ama ölçülemez bir hızla yol almaya baslayacak.insanlık en uzaktaki yıldızları gösterebilecek nitelikteki teleskopları icat ettiğinde uzayın sonu kabul edecekleri noktada birbirine yakın iki yıldız gözlemleyecekler. Bu iki yıldızın diğer bütün yıldızlardan farklı şekilde dakikada ortalama 60-100 defa dirimsel ortalama hızla yanıp sönen tuhaf iki yıldız olduğunu görecekler. Hiç bir matematik formülü ve hiç bir fizik yasası bu tuhaflığı açıklamaya hipotez dahi olamayacak. İnsanlik o an “Cortex” adını koyduğumuz yaşam biçimine kayıtsız şartsız boyun eğecek. İki yıldız, farklı ritmlerle yaklaşık aynı dirimsel ortalama atım hızıyla kural, kanun, hipotez tanımadan sonsuzluğa kadar, bir süpernova bir karadelik, bir patlama bir sönme, bir atma bir durma hareketlerini görkemli şekilde insanlığa izlettirecek. Öyle bir ritm ki hiçbir atım aralığı tam olarak birbirine eşit değil, ama yine de yaşamsal bir şaşmaz ortalama hıza sahip…… Geçen yıl trafik kazasında kaybettiğim canım arkadaşıma, en iyi dostuma, o ölmeden önce yazıp ona gönderdiğim ve onun okuyup kendi sitesinde yayınladığı yazımı üzüntümden eksilme olmadan sizlerle paylaşmak istedim. O öleceğini, ben de onun benden önce öleceğini hissetmiştik. Ölen ölür, ölmeyenler de ölür….

Noter Sendromu

nanotoni | 20 March 2008 13:43

Kerem işsiz güçsüzdü, bir hiçti. Tek sermayesi sonsuz aşkıydı. Aşk onu felç etmişti, Ferhat gibi dağları delmeye gücü yoktu, zaten taklit sevmezdi. Aşkını aşkına itiraf etti. Benim ol diye yalvardı, biliyordu ki bu aşktan kurtulmanın tek yolu ona sahip olmaktı. Aslı onu reddetmeye kıyamadı, ama böyle bir aşkın küllenmesini de istemiyordu. Bir şartla kabul edeceğini söyledi, imkansız bir şartla; bütün insanlar bu erişilmez sevgiyi bilmeli bilmeyenler de öğrenmek zorunda kalmalıydı. Kerem çaresizce imkansızın peşine düştü. Ferhat bile, koskoca dağları delmesine rağmen, sadece edebiyatla ilgilenen insanlar tarafından tanınıyordu. Ayrıca Ferhat dağları delerken Şirini kimler delmemişti? Kerem düşündü taşındı, deretepe, anaavrat dümdüz gitti. Birkaç dağı delmeye kalkıştı, yıldı vazgeçti. Bir kaç filmde figüran olarak rol aldı yükselemeyeceğini gördü bıraktı. Ticarete atılıp zengin olup parasıyla aşkını dünyaya anlatmaya kalkıştı, işin erbapları onu hemen ticaretin dışına attılar. Aşkın ve aşığın kapitalizmde yeri yoktu çünkü. Aşkta kazanan bu sebeple kumarda kaybediyordu. Marks Kerem’i tanısa, ‘Kapitalizm de aşık olan kaybeder‘ derdi kesin. Para herkesi bozmuştu. Jüliet bile Romeo’dan inip Alfaromeoluya binmişti. Çıkış yolu bulamadı ve umutsuzluğa düştü. Umutsuzluk ve imkansızlık, olma olasılığının parapsikolojik kardeşidir. Bunu bilen Kerem umutsuzluğuna körükle gitti, kendisinin hem aşkta hem de kumarda kaybettiğini düşünüp oracıkta görkemli bir depresyona girdi. Doktorlar hastalığa ad koyamayınca hocalar cin ve şeytanlı teşhisler koyarak para kazandılar. Beyni onu aşkının ıstırabından kurtaracak bir savunma mekanizması üretti; nereye baksa Aslı’yı görüyordu: Ağaç Aslı, taş Aslı, hayvan Aslı, orospu Aslı….Bu ilkel mekanizma hem Kerem’in Aslı’ya olan mecburiyetini yoketti, hem de bu aşkın herkes tarafından öğrenilmesinin yolunu açtı. Madem Kerem’e göre her nesne Aslı’ydı o halde nesnelere tanımlarını yazmalıydı. Ve başladı, her yere, ‘Aslı gibidir’ yazmaya. Çok sonra tıp bu hastalığa ‘Noter Sendromu’ adını koydu. Ve bu saçma gelenek günümüze kadar ulaştı.

Sağlıklı Ölmek İstiyorum-2

nanotoni | 05 March 2008 13:35

Doktorlara koşan insanların büyük çoğunluğu doktora koşmasalarda iyileşir. Dünya Sağlık Örgütüne göre sağlığın tanımı, hatırladığım kadarıyla: ‘Kişinin fiziksel ussal ve toplumsal açıdan tam bir iyilik hali içinde olmasıdır.’ şeklindeydi. Dünya sağlık örgütüne karşı benim geliştirdiğim tanım ise şöyle: ‘Tıbbi yardımın varlığı durumunda, o kişinin çevresiyle birlikte içinde bulunduğu iğrenç bataklıkta, fiziksel ussal ve sosyal durumunda iyiye doğru en ufak bir değişikliğin olmayacağı durumlarda, (hasta can çekişiyor bile olsa!) sağlıktan sözedilmelidir ve bu gibi durumlarda ‘bırak kendi haline ölsün!’ yöntemi benimsenmelidir..

Doktorlara gerçekten ihtiyaç duyan insan sayısı oldukça azdır ve doktorların kazandığı paraya katkıları yok gibidir. Doktorlar parayı sağlam insanlardan kazanırlar. Bu da gerçekten hasta olanların doktorlardan beklediği sevgi önündeki en önemli engeldir.

Üstün Vuruş….

nanotoni | 28 February 2008 19:30

Geçenlerde Antalya Kaleiçinde tek yönlü dar bir sokakta beş araba konvoy halinde gidiyorduk. Karşı yönden geliş olmamasına rağmen yüzünden şer akan bir taksici karşıdan geldi ve yol tıkandı. Taksici bizim konvoyun en önündeki arabanın şöförüne kaba bir şekilde ‘Arabanı geri çek!’ dedi. En öndeki aracın genç sürücüsü taksiciye ters yönde olduğunu bildirdi. Taksici kızarcasına gence arabasını geri çekmesini emretti. Genç adam taksiciye ‘ben nasıl geri gideyim arkamda dört araba var abi’ dedi. Taksici daha da kaba şekilde :’ben anlamam kardeşim arabanı geri al işim var!’ dedi. Ve biz beş araba geri geri yaklaşık 10 dk süren manevralarla o daracık sokakta ulu taksiciye yer açtık. Ne seyredenler ne de arabalarını geri alanlar, ben dahil kimse bu duruma içten içe sinirlenmekten başka tepki veremedi.

Sağlıklı Ölmek İstiyorum-1

nanotoni | 25 February 2008 20:43

– Sayın doktorl! Beni hasta yerine koymaya çalışmanıza bir anlam veremedim. Ben de sizler gibi, bu dünyada sağlıklı insan olmadığını düşünüyorum. Ama yine de neden sizden taraf olmadığımı anlatmalıyım:

Yaşlı bir doktorun “Bir insanın hasta olmadığını ispatlamak için onu bir hafta hastanede yatırıp araştırmak gerekir” cümlesini sevgiyle hatırlıyorum. Bu cümleyi il sağlık müdürlüğünde Vali beyin doktorlara aba altından sopa göstermesi sırasında duymuştum. O sıralar özgür iradeleriyle müslümanlığı seçen kızlarımızın dinsel ihtiyaçları kabarmıştı ve karatavuklar gibi toplu halde inanç özgürlükleri için eylemler yapmaktaydılar. İnsan işte, dinsel ve cinsel ihtiyaçları sınır tanımıyor. Devlet okullarında türban yasağı uygulaması katılaşınca, atılmamak için doktorlara koşan kadın cemaat, Hipokrat yeminine yürekten bağlı doktorları sahte raporlara ikna etmekte hiç zorlanmamıştı. Bu sahte sağlık raporu patlamasını engellemek için devlet büyüklerimiz doktorları incitmeden uyarma yöntemleri denemişti. Valimiz de neredeyse özürdileyecek kadar nezakete bürünerek çok örtülü biçimde doktorları sahte rapor verilmemesi konusunda uyarmıştı. İşte bizim yaşlı doktor bu uyarıya cevap olarak benim uzun süre sevdiğim başta yazdığım cümleyi sarfetmişti. Ve doktor!

Yetkiniz Kadar Taş Düşsün Başınıza!

nanotoni | 24 February 2008 16:34

Çok sayıda imzanın ulaştırıldığı “Yetkililer” çoğunlukla emanete hıyanetin alasını yapabilen şeytandan bile korkunç yaratıklardır. Onlar hiç korkmadan, halkı, ülkeyi ve dünyayı satabilirler. Çoğunlukla herşeyin zararına hatta kendilerinin bile zararına olan uygulamaları yürürlüğe koyarlar. Bu “Yetkililer”in pek az bir kısmı iyidir, onların görevi ise “endişe etmek”tir. Haberlerde sıkça duyarız; bir yerde bir deprem, sel , kaza, yangın facia olmuştur ve ‘Yetkililer ölü sayısının artmasından endişe ediyorlar’dır. Ben bu işe talibim. Yüksek bir maaş, kadrolu, emeklilik garantili yetkin bir iş. İşin özü şudur: “Endişe etmek!” Kimdir bu görünmez yetkililer? “Endişe ediyoruz” diye bir açıklamayı gerçekten de yapmışlarmıdır? Yetkililerden fayda bekleyen ahmakları saymazsak insanların çoğu yetkililerden korkar. Yetki kazanan insanın yüzde yüz şeytanlaşacağı inancı daha çok taraftar bulur çünkü. Yetkililer Allahtan korkmaz, sadece kendilerinden daha yetkililerden korkarlar. Bu “Allahtan korkmayan yetkili yaratıklar” ın yalnız ve yalnız yüksek sayıda imza ve dilekçeden korktuklarına inanılır.

Nanotoni’nin Kızlara Hitabesi

nanotoni | 22 February 2008 18:47

Ey Türk Kızı, birinci vazifen kızlığını ilelebet muhafaza ve müdaafa etmektir.

Mazi temizliği ispatının, iyi bir koca avının, dolayısıyla istikbalinin yegane temeli budur. Bu kızlık senin en kıymetli hazinendir. İstikbal’de Yataş’da ve diğer yataklarda seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici girişimciler olacaktır. Bir gün İstikbal’de kızlığını müdaafa mecburiyetine düşersen, kendini frenlemek ve partnerinin paratonerini yememek için, içinde bulunduğun romantizmin ve şehvetin dayanılmazlığını düşünmeyeceksin. Bu romantizm ve şehvet çok namüsahit bir mahiyette tezahür edebilir. İstikbal’de kızlığına kastedecek düşmanlar bütün dünyada emsali görülmemiş bir Kazanovalığın mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz bedeninin bütün köşeleri zaptedilmiş, bütün dehlizlerine girilmiş, bütün saçların dağıtılmış ve vücudunun her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere bünyenin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini evlilik vaadi ile, müstevlilerin sapık emelleriyle tevhit edebilirler. Sen şehvet-i zaruret içinde heyecandan eriyip bitmiş ve hatta feci şekilde kızışmış olabilirsin.

İnme İnsin Beline

nanotoni | 22 February 2008 01:01

‘İnme’ halk arasında kullanılır. Tıbbi adı ‘paralizi’ dir. Halka kurban olmak lazım. Felç sinir sisteminde engelin oluştuğu noktanın altına vurur. Yani hadise yukarda belirti aşağıdadır. Halkı kültür emperyalizmine maruz bıraktığımız zaman ise ortaya ne idüğü belirsiz bir dil çıkar. Yorumsuz olarak Türkçeye zorla sokulmuş bir kaç kelimeyi Almanların ne yaptığını göstereceğim: Televizyon= Fernsehen(Fern=uzak sehen=bakmak) asla televijın demiyorlar. Program=Sendung Plaj=Strand. Şezlong=Liegestühle(Liegen=yatmak Stuhl=sandalye) Freekick=Freistoß(serbest vuruş) Manken=erkekse=Mannequin kadınsa=Schneiderpuppe(Schneider=terzi Puppe=oyuncak, kukla) Vantrolog=Bauchredner(Bauch=karın, Redner=konuşmacı) Klavye=Tastatur Kriko=Wagenheber(Wagen=Araç Heber=kaldırıcı)

Ayıkken Kendime Gelemiyorum

nanotoni | 21 February 2008 17:17

Uyanmak ne de yanlış bir tanımdır, uyumayan varmış gibi. Uyumak ne de yanıltıcıdır, sanki uyanan varmış gibi. Önemli olan hangi rüyayı görmekte olduğumuzdur. Öğretilmiş rüyalardan sıyrılıp kendi rüyalarını yaratabilenlere ne mutlu. Çünkü sadece onlar bilirler, herkesin aslında uykuda olduğunu. Diğerleri uyanık sanarlar kendilerini, çünkü öğretilmiş ortak rüyayı görmeyi gerçeklik olarak algılarlar. Herkes kendi rüyasının gerçek olduğuna inanır. Ve bu inancın sağlaması, bir diğerinin ya da diğer bir çok insanın aynı rüyayı görmesidir. Halbuki akıldan çıkarılmaması gereken en temel gerçek şudur ki: Aynı rüyayı kaç kişi görürse görsün rüya rüyadır.