Doktorlara koşan insanların büyük çoğunluğu doktora koşmasalarda iyileşir. Dünya Sağlık Örgütüne göre sağlığın tanımı, hatırladığım kadarıyla: ‘Kişinin fiziksel ussal ve toplumsal açıdan tam bir iyilik hali içinde olmasıdır.’ şeklindeydi. Dünya sağlık örgütüne karşı benim geliştirdiğim tanım ise şöyle: ‘Tıbbi yardımın varlığı durumunda, o kişinin çevresiyle birlikte içinde bulunduğu iğrenç bataklıkta, fiziksel ussal ve sosyal durumunda iyiye doğru en ufak bir değişikliğin olmayacağı durumlarda, (hasta can çekişiyor bile olsa!) sağlıktan sözedilmelidir ve bu gibi durumlarda ‘bırak kendi haline ölsün!’ yöntemi benimsenmelidir..Doktorlara gerçekten ihtiyaç duyan insan sayısı oldukça azdır ve doktorların kazandığı paraya katkıları yok gibidir. Doktorlar parayı sağlam insanlardan kazanırlar. Bu da gerçekten hasta olanların doktorlardan beklediği sevgi önündeki en önemli engeldir.Hipokrat yeminine sadık doktorlar da diğer insanlar gibi sağlıklıları hastalardan daha çok severler. Az sayıdaki gerçek hastalara bile katlanmakta zorlandıklarından olacak ki, çok defa-her mesleğinden nefret eden ölümlü gibi- “Bu mesleği sevmezsen yapamazsın” derler. Bu cümlenin açılımı: ‘ Mecbur olmazsan ve parayı sevmezsen bu mesleği yapamazsın!’ dır. Bu kadar çok sayıdaki doktor, aldıkları o muazzam bilgiyi, bir avuç gerçek hastaya fazla görürler ve hasta sayılarının artması için aralıksız mücadele ederler. Daha doğrusu asıl görevlerinin hastaları iyileştirmek değil sağlıklıları hastalıklardan korumak olduğunu unutmak isterler. Bizimki gibi içerden ve dışardan rahatça soyulabilen ahmak ülkelerde sağlıklı insanların sağlıklarından şüphe duymalarını sağlamak için bütün toplum doktorlarla işbirliği içindedir. Tıp daima erken teşhis ve düzenli kontrollerin önemini insanlığa pompalar. Medya ise ilaç firmalarından aldıkları sınırsız destekle , yiyeceklerlerle ölümsüzlüğün yollarını anlatmaktan ve hastalık korkusu yaymaktan yorulmaz. Böyle bir ortamda hastalığının önemsiz olduğu ya da o an ki durumunun hastalık olarak adlandırılamayacağı söylenen çoğu hasta şüphe dolu bakışlarla bir daha dönmemek üzere başarısız bulduğu doktorunu terkeder ve bir başka fayda göremeyeceği doktora koşar.Çağdaş tıp, içi rahat yaşatmayı da eceliyle öldürmeyi de beceremez. Bülent Ecevit, Ariel Sharon gibi nice talihsiz, ‘tıbbın acı tokadı’ndan kurtulamamış ve sağlıklı bir ölümü tadamamışlardır. Tıbbi etik kuralları uygulanmamaya devam ederse ve cesurca yeni düzenlemelere gidilmezse bizi bekleyen şudur; Hastalık ve ölüm korkusu install edilmiş huzursuz bir beyinle yaşamak ve tıbbi etik adına ölümümüzü bir kaç gün geciktirmek kutsallığı adı altında işkenceli uzatmalı sağlıksız zor bir ölümü beklemek. Beni kendi halime bırakınız.