Pazartesi – 2 Kasım 1981Bugün yeni bir hastanın geldiğini öğrendim. Bunu bana doktor söyledi. Yalnızca benim hasta olmadığımı, başkalarının da benim durumumda olabileceğini açıklamaya çalıştı. Böyle söyleyerek iyi hissetmemi sağlayacaktı. Ama yanılıyordu. Ben farkındaydım ve onlar bunun farkına varmıyorlardı. Acılarımı hafifletmek için her yolu deniyorlardı, hatta başkalarını bile kullanarak. Oysa ben başkaları gibi değildim. Onlar hastaydı, ben ise ölüme yaklaşan çaresiz bir vaka… Doktorun dediğine göre 107 numaralı odaya yerleştirilmiş. Orada ne kadar kalacağını bilmiyorum ama benden önce çıkacağına eminim. Ben ise 101 numaralı odadaydım. Koridorun en sonundaki oda. Günlerdir bu odada kalmama rağmen hâlâ alışamamıştım. Evimdeki odamdan çok farklıydı çünkü. Burada çok daha farklı geçiyordu zaman. Geçerken de beraberinde götürüyordu hiç vermek istemediklerimi. Düşünüyordum; bu olanlara sadece seyirci kalmam doğru olmazdı, yazmalıydım. Amacım günlük tutmak değildi. Ayrıca bu konuda oldukça yeteneksizdim. Bir günlük tutmanın en önemli yanlarından biri de; her güne özel, birbirini izleyen ama birbirinden tamamen farklı anılara sahip olmandı. Benim ise her günüm aynıydı. Aynı acı ve onun getirdikleri. Biliyorum, yazdıklarım bir günlüğe yazılması gereken türden yazılar da değildi. Her gün hissettiğim acıları bir günlüğe aktarmanın hiç te iç açıcı bir yanı yoktu zaten. Sadece aptalca şikâyetlerin ve kendime acındırmayı sağlayacak bir tarzda yazılmış düşüncelerin var olduğu, içimdeki huzursuzluğun dışarıya haykırışını kötümser cümlelerle ifade ettiğim yazılardı… Bütün gün yatakta uzanıp sadece gökyüzünü görebildiğim bir pencereden daha fazlasını görebilmek için gözümü ayımadığımı, hiç hoşlanmadığım o doktorun kendisinin de inanmadığı halde beni iyileştirmek için zamanını boşa harcayıp bana sık sık mutlaka iyileşeceğimi söyleyerek zaman kazanmaya çalışmasını, bununla birlikte ailemin beni yalnız bırakmayıp iyi hissetmemi sağlamak için gereken her şeyi yapmaya çalışmalarını ve eski hâlime döndükten sonra nasıl bir hayat yaşayacağıma dair aldığım kararları… Ve çok daha fazlasını da yazabilirdim… Bir türlü durmayan kanamalar, her gün değiştirilen çarşaflar, tadı berbat olan ilaçlar, bir günde defalarca vurulan iğneler ve tabi ki hiç dinmeyen kan kokusu; benim kokum. Hep kan, hep kan. En sevdiğim renk kırmızı değildi ama sevmiş olsam bile yine de ona bu şekilde-bu kadar yakın olmak istemezdim doğrusu (<|>)… Belki de doktorla yeni gelen hasta ile ilgili olarak bir kez daha konuşmalıydım. İyileştirebileceği bir hastanın gelmiş olduğunu bilmesi, onu ne kadar mutlu edecek görmek istiyordum. Benim gibi tedaviye hiç bir yanıt vermeyen bir hasta yerine, şansını iyileşme umudu daha fazla olan bir hasta üzerinde denemek isteyeceğine eminim… Ve burada bir çok insanın bilmediği bir gerçeğin farkına varmıştım. Doktorlar bütün imkânlar denenmesine rağmen hiçbir iyileşme belirtisi göstermeyen bir hasta ile ilgilenmeye devam ederek zaman kaybetmek yerine, iyileşmesi mümkün görülen diğer bir hastanın tedavisiyle ilgilenmenin daha doğru olacağı görüşündeydiler. Hem böylece ikinci hasta ile daha fazla ilgilenilebilecek ve hastanın rahatsızlığı artmadan tedavi süresi kısalmış olacaktı. Böyle bir şey düşündüğüm için kendimden utanmalıydım belki ama bu odada yaşadıklarım beni buna zorluyordu. Ayrıca bunu doktorun son zamanlarda bana ilgisiz davranmasından anlamıştım. Ters giden birşeyler vardı… Şu an için en iyisi yeni gelen hastanın durumuyla ilgilenmekti. Bir doktorun iyileştirebileceği hastalarıyla ilgilenmesi en doğru seçimdi bence…(16 yaşındaki bir hemofili hastasının yazdıkları)Yazar Notu : Metnin, illegal çoğaltımlara karşı içeriği değiştirilmiş, temel cümle ve kelimeler çıkarılarak aslı korunmuştur.