bildirgec.org

16 hakkında tüm yazılar

LelleBelle (2010)

dnz81 | 25 January 2011 22:30

Hollanda yapımı bir tv filmi, LelleBelle.

Yönetmen, Mischa Kamp. Başrollerde Anna Raadsveld (Belle),
Benja Bruijning (Jesse) ve Charlie Dagelet (Yukshi) var.

Kısıtlı bir bütçesi olan bu özgün yapımda teenage Belle’nin cinselliğini keşfiyle keman çalma tutkusunun da olgunlaşmasına tanıklık ediyoruz.
Başarılı bir kemancı olmak isteyen Belle güzel sanatlar okuluna girebilmek için kasabadaki ailesinden ayrılarak büyük şehire gider.
Burada, şehir hayatının zorluklarını öğrenir.

Çinli LionKing800 365 Gün Bekleme Süresi İddasında

abdagli | 14 March 2008 10:46

LionKing800
LionKing800

LionKing800 365 gün bekleme süresi ve 3-5 gün konuşma süresini iddia ediyor. Bu iddianın gücü ise 16,800mAh lithium bataryadan geliyor. Bu da normal bir bataryanın 10 katı demek oluyor.

LionKing800 Batarya
LionKing800 Batarya

Daha önce Philips 2 ay bekleme süresini iddia eden bir ürünle karşımızdaydı. Ancak LionKing800 Philips’in de önüne geçeceğini iddia ediyor.

Yeni Bir Hasta – Jonathan Clark

Davier Draft | 08 July 2007 01:08

Pazartesi – 2 Kasım 1981

Bugün yeni bir hastanın geldiğini öğrendim. Bunu bana doktor söyledi. Yalnızca benim hasta olmadığımı, başkalarının da benim durumumda olabileceğini açıklamaya çalıştı. Böyle söyleyerek iyi hissetmemi sağlayacaktı. Ama yanılıyordu. Ben farkındaydım ve onlar bunun farkına varmıyorlardı. Acılarımı hafifletmek için her yolu deniyorlardı, hatta başkalarını bile kullanarak. Oysa ben başkaları gibi değildim. Onlar hastaydı, ben ise ölüme yaklaşan çaresiz bir vaka… Doktorun dediğine göre 107 numaralı odaya yerleştirilmiş. Orada ne kadar kalacağını bilmiyorum ama benden önce çıkacağına eminim. Ben ise 101 numaralı odadaydım. Koridorun en sonundaki oda. Günlerdir bu odada kalmama rağmen hâlâ alışamamıştım. Evimdeki odamdan çok farklıydı çünkü. Burada çok daha farklı geçiyordu zaman. Geçerken de beraberinde götürüyordu hiç vermek istemediklerimi. Düşünüyordum; bu olanlara sadece seyirci kalmam doğru olmazdı, yazmalıydım. Amacım günlük tutmak değildi. Ayrıca bu konuda oldukça yeteneksizdim. Bir günlük tutmanın en önemli yanlarından biri de; her güne özel, birbirini izleyen ama birbirinden tamamen farklı anılara sahip olmandı. Benim ise her günüm aynıydı. Aynı acı ve onun getirdikleri. Biliyorum, yazdıklarım bir günlüğe yazılması gereken türden yazılar da değildi. Her gün hissettiğim acıları bir günlüğe aktarmanın hiç te iç açıcı bir yanı yoktu zaten. Sadece aptalca şikâyetlerin ve kendime acındırmayı sağlayacak bir tarzda yazılmış düşüncelerin var olduğu, içimdeki huzursuzluğun dışarıya haykırışını kötümser cümlelerle ifade ettiğim yazılardı… Bütün gün yatakta uzanıp sadece gökyüzünü görebildiğim bir pencereden daha fazlasını görebilmek için gözümü ayımadığımı, hiç hoşlanmadığım o doktorun kendisinin de inanmadığı halde beni iyileştirmek için zamanını boşa harcayıp bana sık sık mutlaka iyileşeceğimi söyleyerek zaman kazanmaya çalışmasını, bununla birlikte ailemin beni yalnız bırakmayıp iyi hissetmemi sağlamak için gereken her şeyi yapmaya çalışmalarını ve eski hâlime döndükten sonra nasıl bir hayat yaşayacağıma dair aldığım kararları… Ve çok daha fazlasını da yazabilirdim… Bir türlü durmayan kanamalar, her gün değiştirilen çarşaflar, tadı berbat olan ilaçlar, bir günde defalarca vurulan iğneler ve tabi ki hiç dinmeyen kan kokusu; benim kokum. Hep kan, hep kan. En sevdiğim renk kırmızı değildi ama sevmiş olsam bile yine de ona bu şekilde-bu kadar yakın olmak istemezdim doğrusu (<|>)… Belki de doktorla yeni gelen hasta ile ilgili olarak bir kez daha konuşmalıydım. İyileştirebileceği bir hastanın gelmiş olduğunu bilmesi, onu ne kadar mutlu edecek görmek istiyordum. Benim gibi tedaviye hiç bir yanıt vermeyen bir hasta yerine, şansını iyileşme umudu daha fazla olan bir hasta üzerinde denemek isteyeceğine eminim… Ve burada bir çok insanın bilmediği bir gerçeğin farkına varmıştım. Doktorlar bütün imkânlar denenmesine rağmen hiçbir iyileşme belirtisi göstermeyen bir hasta ile ilgilenmeye devam ederek zaman kaybetmek yerine, iyileşmesi mümkün görülen diğer bir hastanın tedavisiyle ilgilenmenin daha doğru olacağı görüşündeydiler. Hem böylece ikinci hasta ile daha fazla ilgilenilebilecek ve hastanın rahatsızlığı artmadan tedavi süresi kısalmış olacaktı. Böyle bir şey düşündüğüm için kendimden utanmalıydım belki ama bu odada yaşadıklarım beni buna zorluyordu. Ayrıca bunu doktorun son zamanlarda bana ilgisiz davranmasından anlamıştım. Ters giden birşeyler vardı… Şu an için en iyisi yeni gelen hastanın durumuyla ilgilenmekti. Bir doktorun iyileştirebileceği hastalarıyla ilgilenmesi en doğru seçimdi bence…

Hayalci – Jonathan Clark

Davier Draft | 30 June 2007 13:36

Salı – 27 Ekim 1981

Bu tıpkı çatalı kuma saplamaya çalışmak gibiydi. Her hamle başarısız ve zaman kaybı. Ardından gelen, başarısızlığın bıraktığı o karamsarlık hissi… Bunun ne kadar daha böyle devam edeceğini bilmiyordum. Belki de tüm bu yaşadıklarım doğalmış gibi davranarak ve şuan ki durumumu umursamayarak zaman kazanmış oluyordum. Ancak bunun beni iyi bir sona götüreceğinden emin değildim. Her nasıl hissedersem hissedeyim yine de devam ediyordum. Deniyordum, içten içe pes etmiş olabilirdim ama yine de devam etmeliydim. Evet ama çok yaklaştığını düşünüp te, aslında daha hiç yola çıkmadığını farketmiş olmak o kadar umut kırıcıydı ki… Belki de hayal kurmaya devam etmeliydim. Bundan önceleri hayal kurmak büyük bir zevkti benim için. Zararsız ve gerçekleşemeyecek kadar mutluluk içeren hayaller. Tabi ki de hiçbir zaman gerçekleşmezlerdi. Bu da benim yeni hayaller kurmama sebep olurdu. Acı ve gözyaşıyla geçen anların olduğu kötü hayallerdi bunlar. Çünkü bunlar diğer hayallerim gibi değildi, gerçeğe daha yakındı ve hiçbir zaman yaşayamayacaklarımın üzerine kurulmuş; gerçekleşmesi imkânsız hayallerden oluşmuyordu. Bunlar, hiçbir zaman gerçekleşmesini istemeyeceğim ama iyi hayallerimden geriye kalan ve yaşadıklarımdan birer alıntı olan kötü ihtimaller zinciriydi. İyi hayaller kurmak ise, mutluluğu hak eden ve ona lâyık olanlara özgü bir beceriydi. Zaten hayatımdaki olup bitenlere tanık olurken bu beceriye sahip olamazdım artık. Bir kararım vardı. Bundan böyle hiçbir zaman gerçekleşemeyecek hayaller kurarak zihnimi meşgul edip, zamanımı boşa harcamayacaktım. Bunun yerine gerçekleşebilecek hayaller kurmam daha doğruydu. Tıpkı bir gün hayalini kurmuş olduğum, şuan ki hâlim gibi… Ve bu hâlim bana kaybedecek hiçbir şeyimin olmadığını ifade ediyordu âdeta. Kaybedilecek bir şeylerin olmadığını düşünmeye başladığın zaman ise, geride bıraktığın ve daha önce sahip olduğun hiçbir şeyi de önensemezsin artık. Buna en iyi örnek belki de bendim. Hayatım boyunca hep kaybetmekten daha fazlasını elde edemedim. Kabul ediyorum, güzel günlerim olmuştu ve hafızamda ayrı bir yeri olan çok hoş anılara da sahip olmuştum ama bunlar geçen her bir gün kaybettiklerimin yanında değersiz kalıyordu. Peki ya daha sonra kazanacaklarım? Buna ihtimal veremiyordum. Hep kaybediyor olurken, geriye ne kazanabilirdim ki?..

Kader ve Dahası – Jonathan Clark

Davier Draft | 25 June 2007 13:21

Çarşamba – 21 Ekim 1981

”Bazı gerçekleri kabul etmek için kanıta ihtiyaç duyarsın. Bazı gerçekler ise anîden belirir ve o gerçekten şüphe duymayıp onu kabullenirsin, böylece kanıta ihtiyacın olmaz. Tıpkı kader gibi. Gerçekleşene kadar varlığı aklının ucundan geçmez çünkü mutlusundur. Belki bilinmez ama aslında bu da bir kaderdir. Sen ise onu başın derde girince farkedersin, oysa o her zaman vardır ve gerçekleşiyordur. Ama en kötüsü, doğduğun andan itibaren onun gerçekleşmesine tanıklık etmek zorunda olmandır; çünkü o kötü bir kaderdir. Sen bunu kabullenmek istemesen bile…”Zayıf edebiyatıyla bunları yazmıştı Kişilik Çözümleme dersine ödev olarak. Devamı vardı ama aklımda bu kadar kalabilmişti kötü hafızam sayesinde. Neyse ki kitabın unutulmaz bir adı vardı: Sadece Edmund. Nereden aklıma geldi bilmiyorum ama beğenmiştim bu kitabı. Geçen yaz kuzenim Timothy hediye etmişti bana. Zaten benimle hep ilgilenirdi. Kitap beni biraz ürkütmüştü ama her sayfasını merak ederek okumuştum. Doğuştan göz kapakları olmayan ve bu yüzden asla uyuyamayan Edmund’ın hikâyesi anlatılıyordu kitapta. Hiç kapanmayan iri gözleriyle, insandan çok bir balığı anımsatıyordu yüzü. Arkadaşları ona adını söylemek yerine ‘balık suratlı Edmund’ diye hitap ediyorlardı. Ailesinin onu doğar-doğmaz terk etmesinin sebebi yüzünün görünümüydü elbette ve onun ait olduğu yer bir yetimhaneydi. Kimsenin bakmak istemeyeceği bir yüz, onun da hoşuna gitmiyordu. Bu yüzden kendi yaptığı, kartondan maskeyi taşırdı hep yüzünde. İki küçük sevimli göz ve tabii ki onları örten iki göz kapağı çizmişti maskenin üzerine. Tıpkı, normal bir insan yüzü gibi…Bütün bu yaşadıklarının acısına dayanamamanın aksine hep güçlü oldu o ve inanmaya devam etti. İnandıkça da güçlendi… Kaderiyle yüz yüze yaşadı hep ve tıpkı kaderi gibi hiç değişmeyecek olan o yüzüyle… Oysa ben… Yaptığım şey yaşamaya çalışmaktan daha fazlası değildi. İhtiyacım olan tek şey ise hayatta kalacağıma dair bir ipucuydu. Gerisini halledebilirdim. Edmund inanıyordu, inancı onun devam edebilmesini sağlamıştı ama maalesef benim durumum farklıydı…Ne kadar inanırsan inan asla değişmeyecek gerçekler vardır. İnanç, gerçekleşmesi mümkün veya varlığı kabul edilebilir olgulara dayalı olmalıydı. İşte bu, inançtaki sınırdı. Bu durumda inancın bana faydası olmayacaktı. Durumum, inanarak değiştirebileceğim türden değildi. Oysa Edmund da değiştiremeyeceği bir gerçekle yaşıyordu. Ancak bunu bir sorun olarak görmüyordu o. Bu gerçek her ne kadar hayata tutunmasında bir engel olsa da, değiştirebileceği başka şeylerin olduğuna inanıyor ve inancıyla da bu engelin üstesinden geliyordu. Tüm yaşadıklarının altında yatan gerçeğin ise ‘kader’ olduğuna inanıyordu…Benim ise kaderim buydu… Hemofili…Kaderimin bana yaşattığı bu gerçeği değiştireceğime inanmalıydım. Her ne kadar değiştireceğim gerçek, inancımın önüne geçse de, inanmaya devam etmeliydim. Edmund bana bunu öğretmişti… İnancın gücünü…Maalesef ne kadar inanırsam inanayım, hiç sonu gelmiyordu ama ben yine her yeni birgün, hep kaldığım yerden-en sondan başlıyordum. Ve görüyordum ki; hiç bir son, hissettiğim bu acılardan daha fazlasının veremezdi bana, öyle ise yine de inanmaya devam etmelimiydim acaba..?