“Kız seni de mi üzüyorlar? Dudağın neden küçük küçük akmakta?Sorsalar şimdi anlatamayacaksın. Laflar şişip şişip kalacak boğazında. Bir halt açıklayamayacaksın. Öğretmişti birileri, yedi kere uzun uzun nefes alıp ağır ağır bırakacaksın.Yedincisinden sonra bir aynada karşılaşıverirsen kızarmış yüzünle yeniden zıplamaya başlayacaksın. Bu gözler niye bu kadar hızlı kızarıyor ve neden bu kadar geç soğuyor burkulan yerler… kendine sinir olacaksın.Saçını başını dağıtıp, üstünü başını açıp bu hayattan kaçmak için müthiş hızlı, müthiş keskin kararlar alacaksın.***içeriden bir ses gelecek, herhangi bir soru, gündelik bir şey, tam o sırada. çay süzgeci nerede gibi mesela. hatta biri, daha da beteri neyin var? diye bile sorabilir sana. içinden gülmekle karışık ağlamak gelecek. Seni o kadar derinlerden yüzeye, ölü balıklar gibi yüzeye, bu aptal sorular mı çıkaracak? Sırf konu açılmasın, sorularla boğazın sıkılmasın diye biraz daha kalacaksın odada. yüzünün ağlama rengi geçene kadar, azıcık daha.Niyeyse bu hayat, bu abuk sabuk meseleleriyle gelir peşinden.Ve bazen hayat ağır gelir insana”Yemek tarifleri defterimin arasında bir gazeteden kestiğim, öncesi ya da sonrası olduğunu düşündüğüm bu yazı çıktı. ve okuyunca kimbilir nezaman kestiğim bu yazıya hala katıldığımı farkettim. bugünde görsem gene keser saklarmışım yani. peki gene yemek tarifleri defterimin arasında mı saklardım. evet. gene orada saklardım. çünkü birtek, kapağında yaldızlı kalemle “YEMEK TARİFLERİ DEFTERİ” yazan bu deftere benden başkası bakmaz. Çünkü birtek benim görevimdir onu okumak.ya da çerçeveleyip assammı evimin duvarına.. değişirmiydi birşeyler. ı ıh. değişmezdi. hayat her ne şekilde olursa olsun yorulduğumda kendimi bir gardıroba saklayamadığım süreceağır gelmeye devam ederdi. o halde orada kalsındı.