onun için çıkamıyorum hafif’ten.

Baştan düşünmek gerek herşeyi, hepsini bir bir sıraya koyup, sebep ve sonuçları çıkarmalıyım ki komple hakim olabileyim.

Moda’da kayalıklardaydık, can sıkıcı olmuştu. Hiçbir zaman, yapacak hiçbirşey yoktu ve o da bunu gözüme sokmak için herşeyi yapıyordu sanki. Köşede oturuyor, eğer gecikirsem de kılını bile kıpırdatmıyordu. Yarım saat kadar aynı köşede oturduğu ve canının sıkılmadığı da olmuştu. Can sıkıntısı tabii ki apayrı bir konu ama belirgin bir enerji yoksunluğu vardı. Bıkmanın eşiğindeydim bir tane daha “şu sigara bir bitsin de…”ye katlanabileceğimi sanmıyordum, ama ben birşeyleri silmek konusunda çok yetersiz olmuşumdur her zaman. Bir de ciddiyet konusu var tabii…

En son

‘yeter artık ayrılalım’ dediğinde,

‘Hadi lan, ben ayrılır mıyım hiç! sen terket de bari yazacak şarkı sözü çıksın’ demişim.

Olaydan uzaklaşıp, tepede bir yerden izliyordum sanki. Artık yettiğinde ve kalkıp gitmeye başladığındaysa, kahkahalarla gülüyordum.

Sonra çarptı bana, tren gibi. Tam olarak ayrıldığımızdan emin oldum sanırım. Gerçekten sevmek

ya da alışkanlık olarak vazgeçememek arasında bocalıyordum ki, çok kesin bir ileti aldım. Büyük bir kayıp duygusuna kapıldım ve tren altında kalmışa döndüm böylece. Neyi kaybettiğimi tam olarak söylemek mümkün değildi.

Mesela, ‘Bundan sonra hiç içki içmeyeceksin, gerçekten!’ deselerdi benzer şeyler mi hissederdim bilmiyorum. Çünkü alışkanlık da olsa, bayağı yoğundu. Yerin ayaklarının altından kayması hissini ilk kez hissettim. Yeterince sıkılmamışım bu kızdan. Bunun için koşarak çıktım ve kapısına dayandım, ayaklarını yaladım ve bütün suçlarımı kabul ettim. Hepsi için özür diledim ve samimi olduğumu kanıtlamak için suratımı bayağı bir ekşittim. Yoksa o duruma da gülebilirdim. Ama istediğimi almadan önce kısa bir süre rol yapmalıydım. Yalan söyledim de sayılmaz. Sadece inandırıcı kılmak için tavrımı esnettim.

Neden affetti beni bilmiyorum. Belki de kapının önünde dikildiğim ve atılmadığım sürece gitmeye niyetim olmadığını gösterdiğim içindi. Belki de kıçıma tekmeyi basacak gücü olmadığı için “peki” demişti. Güzel günler? Saçmalama. Yine korkaklığımızdan vasata talim etmeye karar vermiştik. Ne de olsa sözlüydük biz! Ha-ha

Evet, böyle birşey de olmuştu. Kafamızı siken, evdeki eşyaları döken kadını sakinleştirmek için böyle birşey de yapmıştık. “İnsanlar neden evlenir?” sorusunu da çevremdeki birçok kişi için buna benzer şekillerde yanıtlayabilirim.

Şimdi yine kayıyor yer ayaklarımın altından. Okulda bir asistan hakkında garip duygulara kapılıyorum. Hiçbir dersini almadığım halde, odasına girip saçma sapan birşeylerden bahsediyorum. Bir yandan da sevgilim var. Aşkın ilk heyecanından, Serdar Ortaç bile duysam dansediyorum ama bunu ona açıklayamıyorum. Bir şekilde asistanı kendi seviyeme indirmem gerek. Bayağı bir senedir unuttuğum duyguları yaşamaya başladım yeniden. Ama bunların geçici olmasını engelleyemiyorum. Bu heyecanı kaybetmemenin yolunu bulamıyorum.

Çok garip bir durum olmuş bu. İki kızı da çok seviyorum ama heyecanımı ikisine de açıklayamıyorum. “Hadi gidelim” dediğimde gelecek birini arıyorum, ama bu evcimenlik hali asla buna izin vermeyecek. Yollarda olsak, darbuka çalsak. Sikmişim senin aşkını, sanki sosyoloji asistanı da işini gücünü bırakıp seninle oynaşak da yollara düşecek.

AAAArrhvvv…

Bu çaresizlik duygusunu gerçekten seviyorum. Birşeyler yapmalıyım, bir cinlik bulmalıyım, bir yol, bir çare… Ayaklarım boşlukta, son hızla düşüyorum. Hadi ulan, birşeyler yap. Hocan o senin, havaya uçur okulu… Tekrar sigaraya başlıyorum.

Hmmm, günlük olsaymış bu en iyisi…