Belki de, çeşitleri sonsuza kadar uzanmasına rağmen, altında yatan sebepleri bu denli yavan olan, üzerinde düşünülmeye başlandığında, bu çeşit-neden ikilisinin beraberce pek güzel bir halka oluşturduğu başka bir kavram yoktur. Yine, geometrisinden olsa gerektir ki, nerede başladığı, nerede biteceği belli olmayan, sonunun sadece insanın yok olmasıyla geleceği bilinen, tedavisiz, tedavisini bulmaya kimsenin gönüllü olmadığı, zaten artık rahatsızlıktan bile sayılmayan, hatta öyle ki, bir çok durumda sağlık göstergesi olarak kabul edilen, buna rağmen tu-kaka tek kavram “yalan” olabilir mi ?Olsa bile, yataktan kalkar kalkmaz yaptıklarını ve yapacaklarını gerçek dışı hayali olaylara bulayanları ve bunları nakletmeyi saplantı haline getirmiş örnekleri konu dışında bırakmak doğru olacaktır, zira bunlar tıbbın ilgisni çekmeyi hala başarabilen tek yalancılar komünüdür. Bu saykoları, onlara kafa yoran değerli saykolog ve saykiyatristlere bırakıp, uğraşması daha zevkli, ancak içinden çıkamayacağımı bildiğim ; daha az komplike ve bilindik yalanları, üç öğün aç veya tok karna yutan ya da yutturan tiplemelere dönmeli.Aslında, “yalanların nerede başlayıp, nerede bittiklerini-biteceklerini söyleyemeyiz” deyişini, yeryüzüne indirip, sağından solundan kırpıp, ölçeğini küçültüp açısını daraltmak suretiyle, insanın bir günlük yaşantısının, yataktan kalkarak başlayıp, geceleri yine yatağa uzanmasıyla sona erdirmesi fikrinden yola çıkarsak, yalanların başlangıç ve bitiş noktası konusunda da bir fikrimiz olabilir.Tabii ki bu kadrajın seçilmesi bir tesadüf değildir, zira bilinen en efsanevi yalanlardan biri, partnerlerin çoğunlukla yatakta gerçekleştirdikleri bir takım faaliyetler esnasında gerçekleşmektedir. Bu hususta, kadınların bir takım numaralarla finali oynamaları yüzünden, daima başroldeki yalancı oldukları inancı yaygın olsa da, esasında erkeklerin de farklı istikametlere yönelen yalancıkları ve de takdire şayan yaratıcılıkları kadınlardan geri durmayacak gibidir. Kadınların neden bu konuda yalan söyledikleri ya da rol yaptıklarını rasyonalize etmek güç olsa da, erkeklerin süre ve basınç gibi değerlerle bağıntılı başarısızlıklarını örtbas etme girişimleri anlaşılır durumdadır. Aradan çok uzun zaman geçmeksizin bu tür konularda itiraflarda bulunanlara tanık olmak, “dün gece benim herifi şöyle uyuttum” ya da ” abi dün gece bana bi haller oldu, fıstık gibi hatun, ben de tık yok” benzeri diyaloglar açısından şaşırtıcı olabilir.Bu arada, konunun, “nasıl anlıycaz peki bu kadının ne zaman yalan söylediğini ? ” kısmına kafa yoran araştırmacıların sayısı, “neden peki ? ” kısmıyla ilgilenenlerden bir parça fazladır, her nedense ?!… Bir takım sonuçlara da varılmış bu konuda, ancak kadınların öğrenip tedbirli davranma olasılığına karşı açıklanmıyor olsa gerek. Bu çok ciddi ! sonuçlardan biri aklımda kalmış ki, kadının mevzu bahis eylem esnasında, ayak baş parmaklarının aldığı pozisyonla ilgili bir şey idi :)Yalanlar elbette sadece çiftlerin kafasını karıştırmıyor. “Suç” var olduğundan beri en sıkı ahbabı olan yalan, kriminolojinin de konusu. Muallakta olan, delillerin sürümcemede kaldığı, herkesin birbirini işaret ettiği davalarda, altıncı hissi zayıf yargıçların şimdilik yazı-tura atmaktan daha ciddi başka bir seçenekleri yok gibi görünüyor. Bunun nedeni, oranlarda gizli.Sorgulanan bir adamın yalan söyleyip söylemediği dedektiflerce kesin olarak anlaşılabilir mi ? Bu gereklilik, bir takım yöntemler icad ettirmiş haliyle :Yalan Makinesi: Sorgu esnasında kişinin; kalp atışı, deri aktivitesi (terleme), nefes sıklığı, kan basıncı gözlenmesi esasına dayanan bir test. Ancak masum fakat sorgunun ve sonuçların ciddiyetinden endişelenerek paniğe kapılan tiplemeler için ideal olduğu söylenemez. Sonuçlarının güvenilirliği %50, eşittir yazı tura, ne gerek var o kadar masrafa.Klasik Polis Teknikleri: Tekme, tokat, cop vs. Sonuç %80 kişi suçunu itiraf eder, ama suçlu mudur ki ? Hadi yazı-tura.Psikolojik Profil: Sorgu esnasında kişinin el-kol hareketleri, mimikleri vs. gözlenir. Yalan makinesinden çok da farklı olmayan bir yöntem, güvenilirlik yine %50.Doğruyu Konuşturan Serum: Var mı böyle bir şey ? Var-mış ve güvenilirliği %10’larda.Beyin Dalgalarını Kaydetmek: Denendi ancak, yalanla beyin dalgaları arasında doğru düzgün açıklanabilir bir bağlantı kurulamadı.Bütün bu başarısız girişimlere, son yıllarda bir yenisi daha katılmış, lakin bir fersah ilerleme kaydedilebilmiş nihayet. Yalan söyleyen insanların çekilen beyin MRI filmleri, doğru söyledikleri zaman çekilen filmlerle karşılaştırılmış ve yalan söylenildiği anda, beyinde ciddi bir faaliyet artışı gözlenmiş. İnsan beyninde yalan-doğru söyleme işini tetikleyen veya yöneten belirli bir bölge ya da merkez keşfedilmiş olmamakla beraber, yalan söyleme esnasında bu anormal faaliyet artışının özellikle sol prefrontal ve premotor korteks gibi hata kontrol ve gözlem merkezlerinde yoğunlaştığı gözlemlenmiş. Küçük bir ayrıntıyı da ilave etmek gerek, bahsi geçen yalanlar, deneklere gösterilen iskambil kağıtları hakkındaymış, komplike yalanlar değil. İş biraz daha karmaşıklaştırıldığında – belki de bundan tarot kartlarını kastediyorlar !- MRI filmlerini inceleyen doktorlarda, Türk kahvesi falina bakan falcı bacı semptomları görülüyormuş kısacası.Özellikle ajanlığın en güzide meslek grupları arasında liste başi olduğu II. Dünya Savaşı’nın ortalarında, bu ajanları ele geçiren karşı ajan grubunun kafasını da meşgul etmiştir kuşkusuz bu mesele.”Adam nasıl konuşturulur ? “Ancak sadece konuşturulması yeterlı değildir, aynı zamanda doğru konuşması da gerekmektedir. Klasik dediğimiz demode yöntemler uygulanır, hatta biraz da Uzakdoğu’nun felsefesiyle süslenen atraksiyonlar denenir, ancak tıpkı günümüzde bunca teknolojiye rağmen olunamadığı gibi, bir türlü emin olunamaz. Bu vesileyle araştırmacı denilen canlıların beyinlerindeki yaratıcılık merkezi, sürekli bir biçimde yeni yöntemler bulmak üzere dürtülür de dürtülür.1942 yılında, OSS ( U.S Office of Strategic Services) için çalışan araştırmacılar casusların direncini kırıp onları bülbül gibi öttürecek kimyasal bir serumun siparişini almışlar. Yapılıp yapılmadığı hakkında elbette bir bilgi yok, tahmin etmek güç değil. Aynı şekilde benzer bir reçeteyi yine aynı yıllarda, kimin kimden esinlendiğini tahmin etmek zor, Hitler, bilin bakalım kimler için yazmış. Hitler’in formülü Euphorbia adıyla bilinen bir bitki özünden sağlanmış, ancak hesaplar tutmamış, sıkı ajanlara sökmemiş feminen imajlı çiçek özü.1960’larda, muhtemelen çiçek çocuklarından oluşturulmuş bir başka OSS ekibi, bu sefer LSD’nin aynı amaçlarla kullanılabileceğini düşünerek, Vietnam’da bınlerce gerillanın ölmeden önce bulutların üzerine uçmasına sebep olmuş.Olayın bütün gülünçlüğü, sırlarının çözümü aşamasındaki bütün acıklılığı bir tarafa, karşımızdakinin yalan mı doğru mu konuştuğundan, belki şimdilik, muhtemelen hiçbir zaman emin olamayacağız. Görünen o ki, yalancının mumu sonsuza kadar yanacak…