4. sınıftan itibaren İngilizce öğrenenlerdenim(öğrenmeye çalışanlardanım), yani bu ülke şartlarında normal bir yurdum insanıyım. İngilizce derslerine sırf yüksek not almak için çalışanlardandım ben de, ta ki artık yüksek nottan fazlasına ihtiyaç duyana kadar(Yüksek notun ortalamadan başka bir getirisi olmadığını geç de olsa anladım) .
Şöyle bir düşününce 4. sınıftan itibaren üniversite 1. sınıfa kadar 10 yılı aşkın süredir(her fırsatta hazırlık okumuş biri olarak konuşuyorum) İngilizce eğitim alıyorum. Buradan bakılınca filolog olacak kadar haşır neşirim İngilizceyle ama hala filmleri(aslında genelde dizileri) altyazı ile izliyorum. Ne anladım ben onca yıllık çabadan. Madem bazı insanlar altyazıları hazırlama zahmetine katlanıyor ben okurum arkadaş, zaten okulda anlatıldığına göre İngilizce bir robot dil(!). Benim kullandığım İngilizce he/she/it görünce direk am/is/are’ı hazırlamaktır. Ama nedense dizilerdeki arkadaşlar zahmet edip bu kurallara uymaya pek meyilli değiller, ben niye bu kadar bağlıyım anlayamadım. Acaba neden filolog olamadım ben diye düşünürken konuyu yüzeysel ele almayı bırakıp derinlere inmeye karar verdim. Baktım her taraf kelimelerle dolmuş. İngilizce için ayırdığım dosyada kelimeden başka bir şey yok neredeyse. Araştırmaya, düşünmeye devam. Sınavlar harici pek elime almadığım kitaplardan biri olan Edebiyat kitabını okurken hiç beklemediğim bir şey oldu, cevap tam karşımda duruyordu. “Dilde esas olan cümledir.Cinayeti çözmüş gibi bir edayla: “İşte şimdi taşlar yerine oturdu.” dedim.Yabancı dildeki seviyenizi anlamak için kelime sorulması mantığı birden acayip gelmeye başladı. Kelimelerin hepsini bildiysen hemen “10 numara İngilizce biliyor.”diye vur damgayı ama çık konuş bakıyım desek belki de kem küm edecek. Başlayacak Tarzanca konuşmaya. Ama yok, ille de kelime. Kelimeye o kadar odaklanmışız ki, İngilizce öğrenen birisine sorsan hemen kelime eksiğim var, biraz daha kelime bilsem o zaman süper olacak diyor. Acaba dili bir kalıp falan mı sanıyoruz. Kelimeyi koy o sana uygun hali verir, sen dert etme tek bilmen gereken kelime gibisinden düşüncelere falan dalmışız herhalde. Al sözlüğü konuş desem ne yapacak merak ediyorum. Tekdüze bir konuşma şekli çıkar ortaya, dilin akıcılığından kıvraklığından hiç eser yok. Belki de bu yüzden anlamını bilmediğimiz, değişik bir kelimeyi kullanan birini görünce “bu adam işi biliyor, kapmış İngilizceyi” diyoruz.
Bir de sözlükleri ele almak lazım. Sözlükte kelimelerin temel anlamları esas alınır. Hacimli olanlarda yan anlamlarda mevcuttur ama sonuç olarak biz temel anlamı öğreniriz. Maalesef ki temel anlam konuşmada her zaman işimizi görmüyor. Bu yüzden sözlüklerden ezberlemek aslında konuşmak açısından çok yararlı olmuyor.Kendi dilimizden bir kaç örnek verirsek:–Rafı kendine doğru çekti.–Pilav suyunu çekti.–Paranın tamamını çekmiş.–Ondan neler çekti bir bilsen. Vs.Örnekler artırılabilir. Bütün cümlelerde eylem “çekmek” olmasına rağmen her birinde farklı anlamlarda kullanılıyor. Peki, ne olmalı?Kelime odaklı değil cümle odaklı dil öğrenmeliyiz. Çünkü kelimeler farklı cümlelerde farklı anlamlar ifade eder. Kelime öğrenmek de gereklidir ama kelimeler çok da bağlayıcı değildir. İnsanların yurtdışına giderek dili daha kolay öğrenmeleri bundan olsa gerek. Yani yurtdışına gidip kelime ezberleyen birisi düşünemiyorum. (Türkçeyi kelime ezberleyerek öğrenen bir çocuk(bebek) görmedim.) Malum herkes yurtdışına gidemez, bu yüzden alternatif yöntemler sunmakta yarar var diye düşünüyorum.Dili anlayamadan pek bir şey yapamayacağımıza göre işe kulağımızı geliştirerek başlamalıyız. Bunun için:1)Yabancı diziler, filmler izlemek. Buradan altyazı bulabilirsiniz.2)Bu iş için radyo programları, ses kayıtları vs. var. Mesela Coffee Break(Detaylı bilgi), Pimsleur English gibi.3)BBC‘nin İngilizce öğretmek amaçlı bir alt sitesi mevcut, oradan yararlanabilirsiniz.(Bu tarz birçok site mevcut, sadece Google’da arama yapmanız yeterli)Zaten dili anlarken konuşma konusunda da bir hayli yol almış olursunuz. Arkadaş arasında konuşmak gerçekten yararlı oluyor(bizzat test ettim). Ayrıca malum turistlerle konuşmak. Başımdan geçen 2 olayı anlatayım.2 olay da geçen yaz oldu. Bir gün yine turistlerin işlek mekânı olan Eminönü-Mısır Çarşısı çevresinde avare avare geziyordum. Arkadan birisi “excuse me” dedi. Döndüm, karşımda uzak doğulu bir turist duruyor. Adam “Where is the post-office?” dedi. Normalde nasıl söyleneceğini biliyorum ama bütün güvenim kayboldu, kem küm ettim. Baktım olmayacak dedim ki” I will show you where the post-office is, come with me.” Adamla beraber gittik, dedim “Go straight ahead, it is at the right of the street.” O da “Thanks” falan dedi ayrıldık. Baktım pratikte işler zor.Geçen yaz bu sefer Eminönü-Üsküdar gemisinde elimde bir hikâye kitabı okumaya çalışıyorum. Şansa bakın ki yanımdaki de bir turist. Bana baktı biraz, İngilizce mi öğreniyorsun dedi. Evet dedim, ama bu sefer güvenim vardı ve adamla 2-3 dakikada olsa konuşmayı başardım. Hangi okulda okuyorsun, okulun nerede falan… Baktım iş kendine güvenmekle oluyor. Ama bilmeden de kendine güvenin olmuyor.
Gemide okuduğum kitap.. Ayrıca John Grisham’ı herkese öneririm..
Bir keresinde de bir Arap turist topluluğuyla karşılaşmıştık, o olay daha bir acayip ona hiç girmeyeyim en iyisi.Demek istediğim turistlerin olduğu yerlerde gezerseniz onlar sizi gelip buluyorlar. Baya da ilginç oluyor benden söylemesi, yani bu 2 olayı her konu açıldığında anlattım arkadaşlara. Kitap okumanın yararından bahsetmeme gerek bile yok sanırım.Bir 10 yıl daha kaybetmeden İngilizce öğrenmek umuduyla..