Akıllı insan işi değilmiş yaşam. Öğreniyor insan geçte olsa. Biraz deli, biraz kusurlu, biraz vurdumduymaz olmak lazımmış. Yapabilirsen eğer… Hani düştüğünde kanayan yarana bir bak, kabuklanmasında içini gıcıklayan düzeni hisset. Ya sancılara, hıçkırıklara açtığın yüreğini, şimdilerde yine sustu değil mi?
Kırılan olduğun halde… Kendisiymiş gibi… Hani o arkasına dahi bakmadan gidişleri…Hani senin ”o an” “oracıkta” “ancak” arkasından baka kaldığın… Anın durması için yalvardığın, tutup ucundan geri çevirmeye çalıştığı an var ya? Hani yapabilsen o merdiveni, hani yapabilsen o kapıyı, hani yapabilsen o sokağı tutup ucundan geri çevirmeye canını bile verebileceğin o an… O işte… En acıtanı o…
…Hani o tıpkı elinden düşen en sevdiğin, en güzel “şeyin gibi”… Hani o tıpkı tutamadığın gibi… Hani o tıpkı tüm gidenlerde yaşadığı gibi… Hani o bir ince sızı var ya içe içe akan… Hah işte… Tam öyle incecik, yırtarak kayan, sessizce düşen, kanatan, acıtan… Tutamadığın… Parçalanan, tuzla buz olan… Zamana savrulan, zamanda akıp giden… Hani o zamanla çatıştığın ama zaman içinde yok olmayan herkesin inandığı o kocaman… “zaman her şeyin ilacıdır” yalanı… Bunun bir yalan olduğunu tekrardan hatırladığın an… Ve kendini kandırmaya başladığın an… İstemeye istemeye inanmaya başladığın an… Eğer anlarsan, işte en acıtanı o…
Hep en acıtanı en sonuncusu olur… Ama hepsi aslında yaralar ta ki birisi öldüresiye kadar…