Büyük şeylerin haberini,çoğu kez “küçük şeyler” verir…Doğa yasasıdır…“Bize küçük demeyin, bizden korkun!”“Hepinizi daha çook, ürküteceğiz! ““Daha çook, ürperteceğiz!” der gibi bakıyordu, Hırant’ın katili…
Tehlikeyi küçümseme zevkini, 12 Eylül’den önce, Süleyman Demirel, “Bana ülkücüler cinayet işliyor dedirtemezsiniz”, diyerek göstermişti…Demirel, bunu söylerken ; Ülkücü gençlik, “Balgat” ve “Bahçelievler”, katliamlarını yapmakla meşguldü…Abdi İpekçi’nin katli, ardından gelen Papa suikasti, atılan “tohumların” sadece gizli ve hazin öyküleri olarak kalacaktı…12 Eylül darbesinin, kaçınılmaz olarak dağıttığı bu “yığınların” sokak çetelerine dönüşü ile, fitili gizliden gizliye yanan bir bombanın er ya da geç, bir yerlerde patlayacağı gerçeği , hiç de uzak bir ihtimal değildi…Son “bomba” Dink’e isabet etti…Turgut Özal’la başlayan “transformasyon” Demirel’in, siyasi sorumluluğunda alınmış olan, 24 ocak kararlarının devamıydı…Gereklimiydi? Gerekliydi elbette!Beraberinde, yağmayı, talanı, ahlaksızlığı getirmeseydi , gerekliydi evet…Bir yanda, Dünya bankası deneyimli Turgut ve Yusuf kardeşler, diğer yanda IMF deneyimli mahdum, Ahmet !…Arkalarında onlara makam ve mevki vermiş “Askeri “ kadrolar ile “militan” bir anayasa…Böyle bir güç nasıl kontrol edilebilirdi ki ?…Edilememesi çok doğaldı…
Skandallar, arpalıklar , yolsuzluk dosyaları, boş kararnamelere atılan imzalar, kara para,hayali ihracat ve devletin olanakları kullanılarak yaratılan, para babaları, prensler, prensesler,papatyalar…“Lale devri” , Damat İbrahim’i bile, böylesine “mutlu ” edebilmiş miydi, merak ediyorum!…
Üst katlarda bunlar olurken bu ,” bolluk ve bereketten “ nasibini almaya koşan ,kırsal dan başlayan göç dalgası büyük kentleri işgal edip, öncelikle kendilerine “çivit mavili” gecekondular yapacak ve “malboro” içmenin tadına varıp, renkli televizyonların da “renkli hayatları” izleyerek iç çekeceklerdi…“Değişim “ öylesine hızlı oluyordu ki , her geçen yıl, toplumdan bir şeyleri alıp götürüyordu…Ne ekonomik ne de manevi direnç, bu ağır tahribata daha fazla dayanamazdı…Kaçınılmaz olan, büyük sanılan “denizin” artık bittiği gerçeğiydi…O “deniz” 1989 da bitti….Ve her şeyin gerçek yüzü, yavaş yavaş ortaya çıktı…
Bir doğa kanunu ; Dehşet veren ya da mutlu kılan tüm olaylar zinciri, sonuçlar ortaya çıkıncaya kadar sessizce ve ağır bir gelişim izler…Şimdi manzara şudur;-AB rüyasının kabusa dönüştüğü yeni bir süreç…-Her zaman ki gibi , olanı biteni izleyen “sessiz” çoğunluk…-Yüzünü camiye mi , kışlaya mı döneceğini bilemeyen bir “iktidar”…-Nüfusunun üçte ikisi, açlık sınırında yaşayan bir ülke…-Bir yandan, dış güçlerin öte yandan “besleme aydınlarıının” dayatmalarıyla, “ulus devlet” yapısı sorgulanan bir ülke…İşte “Tonton’un” mirası….