Geçen hafta NTV’nin ağ sayfalarından günlük haberleri okurken İstanbul’da açılacak olan bir fotoğraf sergisi haberi gözüme çarptı. Normal koşullar altında fotoğrafı kalıcı bir belge olarak görme huyum yoktur. Fotoğraflar gözüme bir çeşit haber yanında göz boyama malzemesi gibi gelir. Bu haberdeki ikinci fotoğrafta ilki başarısız(?) ikincisi başarılı(?) darbelerin sonucunda vatan sevgisinin bedelini intihar ederek ödeyen eski Şili devlet başkanı Salvador Allende, ölümüyle sonuçlanacak ikinci darbe girişiminde darbeci orduya direnirken görülüyor.
Güney Amerika darbeleri tarihine özel bir merakım yok(tu) aslında, ama yakın zamanda Ingiltere, Ispanya ve Şili arasında gerginliğe sebe olmuş olan Augusto Pinochet hakkında sınırlı olan bilgim dahilinde Allende’nin adını da duymuştum.
NTV’deki fotoğraftan hareketle ilk olarak Internet’ten Şili’deki darbeleri inceleyen bir yazı buldum. Anladığım (ve oteden beri tahmin ettiğim) kadarıyla Şili de diğer tüm Güney Amerika ülkeleri gibi ABD’nin arka bahçesinde olmanın bedelini çok kötü ödemiş. Kısaca anlatmak gerekirse, Marksist Allende’nin ve Halkın Birliği partisinin 1969 yılında demokratik seçimlerle Şili’nin başına geçmesi, Batı demokrasilerinde ilk kez bir Marksist devlet başkanının demokratik seçimlerle ülke yönetimine gelmesi demek oluyor(muş). İlk icraatları zaten ekonomik krizde bulunan halkın sosyal açıdan daha iyi bir duruma getirilmesi (yani maaşların arttırılması, madenlerin devletleştirilmesi vs.) olmuş. Amerikan şirketlerinin ve Amerika’nın (aslında Amerika demek yanlış, Peru’lu bir arkadaşım “peki Peru Amerika değil mi?” demişti) çıkarları bu tür bir yönetimle örtüşmeyince Allende ilki başarısız olan iki darbe ile alaşağı edilir (yerine de Şili halkını inim inim inleten Pinochet gelir).
Bulduğum sayfadaki yazı çok heyecanlı geldi. İdealleri için intihar eden bir devlet başkanı hikayesi… Son konuşmasında şöyle diyor Allende: “Bu sizinle son konuşmam olacak. Magallanes radyosu kapatılacak ve artık benim size güven veren sesim size ulaşmayacak. Önemli değil. Sesimi duymaya devam edeceksiniz. En azından benimle ilgili anılarınız, daima yurduna sadık kalmış bir insan ile ilgili olacak. Şili’ye ve onun kaderine inanıyorum…”
Yazıyı bitirdikten sonra (Bari Güney Amerika’daki diğer darbeler hakkında da bilgi sahibi olayım) diyerek Google’dan “argentina coups” diye bir arama yaptım. İlk çıkan yazı, Gregory Palast’ın Venezuella’daki son başarısız darbe girişimi ile Arjantin’deki ekonomik durumu karşılaştıran yazısı oldu. Bu yazı da çok ilginç. Olayı sadece kaba hatlarıyla biliyordum. Hatırlarsınız, Venezuella devlet başkanı Hugo Chavez başarısız darbe girişiminin üstünden 2 gün geçmeden görevine geri dönmüştü. Venezuella’nın dünyanın 4. büyük petrol üreticisi olduğu gözönünde bulundurulursa (ve bittabi ABD ekonomisinin petrol üzerine kurulu olduğu da), ABD’nin Venezuella’ya burnunu sokmaması zaten düşünülemezdi.
Hugo Chavez’in halk tarafından çok seviliyor olmasının nedeni çokuluslu petrol şirketlerinden aldığı vergi miktarını arttırıp, gelen parayı doğrudan sosyal projelere aktarmasıymış. Son yıllardaki krizin hemen üstüne maaşları arttırmış (Allende de aynı metodu uygulamıştı). Talebi canlandırmış ve ertesi sene %2.8 büyüme oranı sağlamış. Dünya bankası ve IMF’nin tam karşısında halkının da desteği ile durabilmiş yani.
Gregory Palast’ın yazısı “New International” adlı dergide de yayınlanmış. Bu dergiye atlayışım da Palast’ın yazısının sonundaki linkten oldu. Burada da ilgimi (nereden estiyse :)) derginin balıklarla ilgili bir sayısı çekti. Çokuluslu şirketlerin balık tüketimini nasıl fütursuzca körükledikleri ile ilgili yazıların yanında, genetik oynama ile ilgili de çarpıcı haberler var.
Her neyse… Sanırım konu biraz dağıldı. Toparlamanın vaktidir. Okuduklarım, internet üzerinde oynanmış bir nevi çağrışım oyunu (ya da belki Hermann Hesse’nin kitabındaki gibi Boncuk Oyunu) gibi oldu. Rastgele aramalarla okuduğum bir dolu ağ sayfasının işaret ettiği şey şu: Çokuluslu şirketler tehlikelidir!…
AB yolunda hızla(?) ilerlerken bunları da unutmamak güzel olur diye düşünüyorum.
Dipnot:
aslında bir veji olarak “neden balık yememeliyiz?” teması üzerinde daha çok durmak isterdim. Yazı şimdi bile çok uzun, belki başka bir yazı da onun için yazarım sonra. Saat de geç olmuş zaten.
yorumlar
süper olmuş bu..
Devrim hikayeleri her zaman ilgimi cekmiştir. Fakat nedense orada da , bizim ülkemizdekine benzer bir ihanet sendromu söz konusu. Her zaman “agabey” e yardım ve yataklık eden sahte yurttaşlar efsanelerin sonu oluyor. Küba hariç diyeceğim ama O’nun da akıbeti ne olur belli değil. yazıda benim ilgimi ceken de bu oldu. Acaba Tüm halkın destegini almış mı bu iki ülkenin başındaki isimler yoksa büyük bir kesiminin mi? Zira tüm halkın desteğini aldıktan sonra sadece başka bir ülkenin dayatmalarına boyun eğilmemesi gerek…
dünya bazılarının pek mutlu olduğu şekilde “küreselleşirken”, dünya yönetiminde, politikaların uygulanmasında salt bireylerden ziyade çokuluslu dev şirketlerin inisiyatifleri ön plana çıkıyor. malum şu anki abd yönetiminin başkanı ve başkan yardımcısı petrol şirketlerine sahipti zamanında. zaten gerektiğinde şili’ye ve venezuela’ya oynanan, küba’da oynatılmaya çalışılan oyun ırak’ta sahnelenmeye çalışılıyor. insanları “antidemokratik” yönetimlerden “demokratik” yönetimlere transfer etmeyi planlıyorlar. aman dikkat etsinler de, petrole bulanmasınlar.
Kuba’dan dunyaya yansıyılan görüntü aslında gerçek olmayabilir. Haziran ayında Finlandiya’da bir konferansa gitmiştim. Konferansın sosyal yemeğinde ses kayıt mühendisi şişmanca bir Finli amca elinde birası dışarıda takılmaktaydı. Ben de sigara içmek için dışarı çıkmıştım. “Nerelisin?” diye sordu. (Türkiye) diyince, hemen sizin adalet bakanlığınız şöyle insan haklarınız böyle diye kuzeyli tepkisi vermeye girişti. İş bir yerde öyle komik boyutlara geldi ki, Türkiye’de babalar çocuklarını döver gibi inanılmaz genellemeler arasında kaldım. Açıkçası biraz rahatsız bir konuşmaydı. Türkiye’ye bir kez bile gelmemiş ve Türkiye’yi sadece medya aracılığıyla izleyen (ve üstüne üstlük medyanın çokuluslu şirketlerin amaçlarına hizmet ettiğinin ve okuduğu şeylerin büyük kısmının dezenformasyon olduğunun da bilincinde) bir insanla Türkiye hakkında önyargılardan bağımsız bir konuşma yapmak da beklenemezdi. Her neyse… Bu amcanın eşi ve kızı Küba vatandaşı. Kendisi kışları Küba’da yazları ise Finlandiya’da geçiriyormuş. Annattığına göre Küba’nın sorunu Küba’daki ambargo değil Fidel Castro’nun kendisiymiş. Karne ile dağıtılan yemek ve ihtiyaç malzemeleri, halkın kendi arasında değiş tokuş usulü bile alışveriş yapmasına engel olan bozulmuş yönetim ve yürütme mekanizmaları vs… Halkın da aslında yansıtıldığı gibi değil, Fidel’den nefret eder bir konumda olduğundan bahsetti. O günden sonra Küba’da devrim başarılı olmuştur diyen olduğunda durup bir düşünüyorum. Belki de cidden öyle değildir.
hariç, onun da akıbeti ne olur belli değil deyişimin sebebi de tam bunlardı zaten. ülkenin en önemli gelir kaynaklarından biri olan turizm; gelen turistlere uygulanan yasaklar(bi turist bi kübalıyla caddede gezerse şüphe, otele giderse suç demektir vs..) gibi uygulamalar nedeniyle çıkmaza girmiş, ekonomiden ödün vermemek için neredeyse ticaret kapılarının hepsi kapatılmış.kötü sona doğru giden CUBA ve halkının elinde kala kala hiç eskimeyecek olan dünya kahramanı CHE ve Devrim müzesi kalmış. tüm bunlara bakılınca ABD’nin arkabahcesinde olmanın bedelinin ana blogda anlatıldığı kadar ağır olduğu daha iyi anlaşılıyor.
bu cok uluslu sirketlerle ilgili ve amerikanin diger ulkelerin islerine burnunu sokmasiyla ilgili Gore Vidal isimli amerikali politikaciyla yapilmis guzel bi soylesi var surda.
Vidal’in tespitlerinden bazilari: 1947 den beri amerika 250nin uzerinde ulkeye askeri operasyon yapmis,
Panamadaki uyusuturucu sorununa bir cozum bulmak icin amerika Noriega’yi devirmeye karar veriyor,bu arada tabii bazi sivil panamalilar da ölmuyor degil,amerika, hava kuvvetleri bile olmayan panamaya hava saldirilari duzenliyor, sonucta zaten bir CIA ajani olan Noriaga tutuklanip amerikada! yargilaniyor ve ayni ulkede cezaevine atiliyor boylece uyusturucu sorunu halledilmis oluyor!
Gene guney amerika ulkelerinden guatemala’da 1954’de secilmis baskan Arbenz, ulkenin en buyuk gelir kaynayi olan United Fruits isimli sirketin Muz satislarina kucucuk bir miktar vergi koydugu icin amerikan senatosunda birisi Guatemalanin komunistlerin eline gectigi yaygarasini kopariyor, sonuc malum CIA darbe yapip adami alasagi ediyor, yerine gelen askeri diktatorun yaptigi vahset dehset verici,…
Biraz daha yakinlara gelindiginde, bi California sirketi olan Unocal’in afganistandan gececek olan petrol boru hatlarina olan ilgisi vs vs…
Soylesinin tamamini okuyunca sirf kendi keyf ve rahatlari icin binlerce insanin hayatini nasil karatmis olduklarini gormek insanin kanini donduruyor…..
buyrun bide de burdan yakin,…