ara sokaklarda oynayan son çocukların kuşağıyız. bizden sonra bu kültür bitti. sanki dünya aniden değişti. özdemir asaf’ın dediği gibi: “gözümü kapadım, açtığımda yaşlanmıştım ama o arada neler oldu, hiç hatırlamıyorum…”
hatırlamak istiyoruz:
okulun son zili çaldığında eve fırlardık. çünkü günlerden cuma’dır ve hayat güzeldir. o sıkıcı, boğucu pazar gününe daha çok vardır. eve girince kenara fırlatılan çanta, hemen üstünü giyinmeler ve kapıda ayaküstü atıştırmalar. geç kalırsak dışarıda kalabiliriz, acele etmek lazım.
mahalle maçları
mahallenin çocukları toplandığında önce takım kurulur. yaşı büyük olan ya da en iyi oynayan iki kişi aldım-verdim yaparak sırayla adam seçer. bu sistemde koca ayaklı olmanın avantajları vardır. bazen, duruma göre yarım ayak da atılırdı. hepimiz strateji uzmanıydık! eğer iki takımdan biri güçsüz olursa ufak değişikikler de yapılırdı. bazen güçsüz takıma “avans” verilirdi. bazen de fazladan bir kişi kalırdı; ya basitçe onu kovardık ya da -çoğunlukla- takım değiştirerek oynamasını sağlardık.
kale direkleri genelde üst üste konmuş taşlardan, okul çantasından ya da montlardan oluşurdu. her iki kaleyi de yine ayak ölçüsüyle ayarlardık. en çok kavga bu direkler yüzünden çıkardı. bazen tam üstünden geçerdi top ve gol mü değil mi diye uzun uzun tartışırdık. “abanma” tabir edilen topa sert vurma biraz anti-karizmatik bulunurdu, iyi futbolcular güzel gol atmalıydı. “abanan” kişi “atan alır” kuralıyla başka bahçeye giden topu almak zorundaydı. “üç korner bir penaltıydı” tabii ki ve penaltılar dokuz adımdan atılırdı. eğer minyatür kale oynanıyorsa kalede kaleci olamazdı ve penaltı arkasını dönüp topukla atılırdı. faul gibi durumlarda “açılsana olm” derdik ve “açılma” mesafesi üç adımdı. sokaktan araba geçmesi durumlarında herkes bir “pause” pozisyonunda kıpırdamadan dururdu. ve top kimdeyse yine ondan başlardı. o durumda çaktırmadan kaleye yanaşmaya çalışanlar şimdi vergi kaçırıyorlardır diye düşünüyorum. kaleden kaleye gol atmak yasaktı. bir ara meşin topa terfi etmiştik ve araba sahipleriyle gerilla mücadelesine girişmiştik. kaleci topu oyuna sokarken üstüne gidersen kaleci topu üç kez yerde sektirirdi ve sen “açılmak” zorundaydın. “kaleci oyuncu” kavramında oyuncu kaleyi terkedebilirdi ama -yanılmıyorsam- altı adımlık mesafede elle tutabilirdi. maçlar genelde “beşte devre onda biter” idi, eğer meşin topun sahibini annesi akşam yemeğine çağırırsa ve çocuk da tırsak ise maç yarıda kalırdı bazen “hamam parası olsun” derdik bazen de plastik top arayışına girerdik. gol tartışmalarında “ağlamayın olm” denince akan sular dururdu. plastik top arabanın altına kaçarsa yerde sürünüp kim alırsa oyuna başlama hakkı da onun olurdu. mahalleden mahalleye farklılık gösterirdi ama taçlar genelde ayakla başlatılırdı.
misket
en çok rağbet gören oyunlardandı. misketlerini parayla alanlar küçümsenirdi. esas olan onu “kazanmaktı.” küçük olanları “dikmek” amaçlı kullanırdık. kurala göre kaçar kaçar dikmesi gerekiyorsa herkes o kadar misket dizerdi. bazı büyük misketler 2, 3, 5 ya da 10 yerine geçerdi. herkesin “gaflik” diye tabir ettiği atış amaçlı kullandığı en baba misketi vardı. onu kaptırmak demek “çok” şeyi kaptırmak demekti:) buradan sonra mahallelere göre kurallar değişebilir ama en yaygın olanı bir çizgi çekilirdi ve ona en yakın olan ilk atışı yapardı, bazı yerlerde de en uzaktaki ilk atışı yapar ve yakına doğru gelirdi. atış yaparken ayağın sabit olmalıydı ama elin, kolun ileriye doğru uzanabilirdi. yerin eğimi çok önemliydi atış için, o yüzden herkes kendi mahallesinde, tanıdığı zeminde oynamaya çalışırdı misketi. “baş” ve “başaltı” dizilen misketlerin ilk ve ikinci sırasına denirdi. vurduğun misketin sağındaki tüm misketler senindi. tabii ki “baş” vurulunca “ohha götürdüm hepsini” tarzı bir sevinç yaşanırdı. bazen de yaşı büyükler gelirdi ve aniden tüm misketleri havaya atar ve “kapııışş” diye bağırırlardı. o zaman tüm misketler kapanın elinde kalırdı. sonra daha uygun ve sesiz bir oyun yeri bulmak için kaçışırdık, misket dikkat ve konsantrasyon gerektirirdi.
kuyu
yine misketler ile oynanırdı. düz bir alanda elle, sopayla falan bir tümsek açılırdı ve baş parmağınla yerden hiza alıp misketini kuyuya en az atış ile sokup diğerininkini güçlü bir atış ile dışarı çıkarıp kazanmaya yönelikti. teknik isterdi her çocuk oynayamazdı.
çivi
genelde yağmurdan sonra ıslak toprakta oynanabilirdi. bir çiviyi yere saplar ve çizgi çekerdin. böylece ortada iki kişinin sırayla yaptığı bir geometrik şekil olurdu. şekil kapanınca birşeyler olurdu ama hatırlayamadım şimdi.
yakartop
iki grup ve ortada kaçan elemanlar olurdu. top sana değerse yanar ve çıkardın. toptan çıkmak için ince bel hareketleri yapmak zorundaydın, tombik arkadaşlar hoşlanmazdı bu oyundan, mahalle maçında kaleye geçmeyi tercih eder ve maç için adam toplamaya çalışırlardı. kızlarla karışık oynanabilen bir oyundu, bazı kızlar piriydiler bu oyunun.
kukalı saklambaç
normal saklambacın top ile oynanan versiyonu.
istop
topu havaya fırlatır ve birinin adını söylerdin, top yere düşmeden gelirse o kişi pas geçer ve o da topu atıp başkasının adını söylerdi, o sırada kaçarak uzaklaşmış kişi de can havliyle geri dönerdi. komikti işte, gülüp dururduk.
taş sektirmece
yazlıkta denizde çakıltaşı sektirirdik. en çok sektiren kazanırdı. fiziken onikiden fazla sektirmenin imkanı yokmuş derler ama onyedi falan sektiren kişi olduğuna dair geyikler dönerdi o zaman. bir de bunun denize en uzağa taş atma versiyonu vardı, ilk atılan taşın oluşturduğu dalgadan anlamaya çalışırdık, kim en uzağa atmış diye.
ip atlama/lastik atlama
kız oyunuydu, kurallarını iyi bilemiyorum. ama gittikçe zorlaşırdı galiba, ip hep yükseğe çıkardı falan. gidin başka yerde oynayın maç yapıyoruz burada derdik:) ip atlama için yardım aldım: birlerle başlarsın, bileğinden yani sonra yükselir, çok kabiliyetli olanlar altılar yani belleri veya abartıp koltukaltlarında da oynayabilirler. sonra kapalılar başlar(mış); iki ayak kapalı yani. sonra tek ayaklar gelir; burada çırpı bacakı kızların avantajları var(mış). çarman çorman versiyonunda ise ipi tutan kızlar iki yana harekete geçip atlamana engel olurmuş ama bu versiyon mahalleden mahalleye farklılıklar gösterir. bu oyun için gerekli malzeme bir adet don lastiği imiş:)
seksek
o da kız oyunuydu ve misafirliğe gittiğin hemen her mahallede seksek oyunundan arta kalan tebeşir çizgilerini görebilirdin. şimdi gören var mı?
mermer
iki versiyonu vardı:
ilkinde iki kişi ellerindeki mermerleri atardı ve diğerininkini vurmaya çalışırdı. yakınına gelince de hayvani bir vuruşla diğer mermeri parçalamaya çalışırdı. mermer kırılınca, kıran kazanırdı. ama bazen diğerininkini kıracağım diye kendi mermerin giderdi.
ikinci versiyon misket gibiydi, ama misket yerine çamlıca ya da uludağ şişelerinin kapakları kullanılırdı, bu kapaklar tırtıklı tarafıyla yere saplanırdı. o zamanlar torbalarda misketler ve kapaklar toplanırdı.
çocuk doğurmaca
bu da mahalleye göre farklılık gösterirdi. biri kaleye geçer diğerleri topu yere değdirmeden gol atmaya çalışırdı. her yediğin golde bir aylık oluyordun ve dokuz olunca çıkıyordun. top yere değerse, kurtarırsan ya da auta giderse kaleden kurtuluyordun.
bazı mahallelerde basket potası ve topuyla oynanırdı. kurallar aynıydı. ama bu sefer doğuracak kişi potanın altında dikilirdi sadece. biraz daha pasif kalıyordun yani, kaderin diğerinin ellerindeydi.
biz ikisini de oynardık erenköy kız lisesinin bahçesi sağolsun.
japon kale
değişik bir futbol oyunuydu. kaç kişi varsa o kadar minyatür kale vardı. herkes birbirine gol atmaya çalışırdı. kalede durmak korkaklıkla suçlanmana neden olurdu. “çıksana olm” derdik.
ortada sıçan
ortaya biri geçerdi ve sen paslaşırken topu kapmaya çalışırdı. kaptıran ortaya geçerdi. tek pas yapma zorunluluğu konmuştu bazı mahallerde.
çeteler
bu da bizim mahalleye özgüydü, heryerde değişiktir diyorlar. lisenin bahçesinde kocaman bir ağacın tepesinde üssümüz vardı. üs önemliydi korunması gerekirdi her zaman. nöbetçi bırakırdık hep. gerçi nöbetçileri akşam eve yemeğe çağırdıklarında gitmek zorundalardı ama olsun. iyi korunuyordu üs. bi de çeteye girebilmek için demiryolunun altındaki çukurda vakit geçirebilmek gerekirdi. en önemli şart buydu. rayların altında beklerken üstünden tren geçmesi gerekirdi. bu çok önemli bir sınavdı cesaretin yoksa giremezdin çeteye. biz kurucu olduğumuzdan bu deneyi kendimize uygulamamıştık tabii. çok tırsıtıcıydı yaw iyi ki kurucuymuşuz yane. pal sokağının çocukları’nı okuyunca yeni savaş taktikleri geliştirmiştim, onları anlatmıştım çeteye. muharebelerde(!) oldukça işe yaramıştı bu taktikler. çetenin en büyük zaferi birinci çıkmaz sokağı basıp arkadaşlarımızın kaptırdığı misketleri fazlasıyla geri almak olmuştu. artık misket oyunlarına kalabalık gidiyorduk, “kapış” yapmalarına izin vermiyorduk. karşılık olarak üsse saldırmaya yeltendiler ama iyi savunduk üssü. eski atatürk caddesinden topladığımız mısır koçanları mızraklarımızdı, ucuna gazoz kapağı takılmış oklarımız vardı, bi de
sapan kullananlar vardı aramızda. onlar çok yararlı olmuştu çarpışmalarda.
mahallede bi de boru modası hakimdi bi ara. kağıtları kıvırıp ok yapıp üflerlerdi. düzgün kesilmiş kağıtları belleine asardı çocuklar. el becerim o zaman da sıfır olduğundan yapamazdım hiç.
çınarcığa özgü oyun
ben oynamadım, yaygın olduğunu da duyamadım ama kadim bir çocukluk arkadaşımın yazlıkta oynadığı oyun: sen duvara dikilirsin ve mahallenin abileri meşin topla sana şut çekerler. top kafana, gözüne gelince de deli gibi gülersin. ilginç bir oyunmuş bu da.
nostalji edebiyatı gibi olmasın ama, bütün bu kurallar bizzat çocuklar tarafından çıkarılmıştı. kendiliğinden yayıldı. herkes bunlara uyardı. o zamanlar insanlar birbirlerine daha tahammüllüydü gibi geliyor bana. o zamanları yaşayan insanlar bir şekilde yanyana gelince, hayata bakışlarında internet gençliğiyle arasında farklar var gibi geliyor. bence son ara sokak çocukları şanslılardı, belki de şimdikiler şanslıdır bilemiyorum. geçenlerde sabah gazetesinde yazan mansur forutan’ın bir yazısını okuyunca aklıma geldi bu oyunlar. şimdi sokaklardan geçerken, ne seksek için çizilmiş tebeşirleri, ne maç için dikilmiş kaleleri, ne de misket için açılmış kuyuları göremiyorum. sokaklar boş sanki. bütün bu çocuklar, şimdi nereye gittiler?
yorumlar
Uzun eşşek vardı:
Yastık olmak en rahatıydı. Ayrıca iki taraf arasındaki hakem oluyordun. Biraz büyüyüp oynamaya başlayınca yastıkların (pozisyon icabı) cinsel fantazileri bile oluyordu. Altta kalacaklardansan iyi yer seçmeliydin. Genellikle en kötüsü en arkada olmaktı. Uzun atlayamayanlar hep onun sırtında kalırdı. Bel sakatlıklarına neden olacağı söylenirdi. Olan var mı bilmiyorum ama eğlenceli oyundu. ODTÜ yıllarımda geceleri Yüksel Caddesinde oynardık sarhoş sarhoş. Gazeteye bile çıkmıştık.
Birdirbir vardı :
Çok sportif oyunlardan biriydi. Son kademe kule boyundan atlamak karizma yapardı. Bazılarıda atlarken sırtına öyle bir vurudiki genellikle kavga çıkardı.
Mahhale Savaşları :
Bizimkiler çok abartıydı. Genelde eski gazinolardaki sandalyelerin arkasındaki içi bakır olduğunu tahmin ettiğim kablolar sökülerek içindeki sert metal nal şekline sokularak, elimize aldığımız lastiklerle fırlatma şeklinde yapılırdı savaşlar. Vücudunuzun çıplak bölgelerine geldiğinde çok acıtırdı. Bizi bizim mahallede biraz kızları hemşire yapardık. Yara aldığımızda gidip öptürürdük geçsin diye 🙂 Bazen ise oyun için yaptığımız savaşlar çok ciddi boyutlara gelir, taş ve sopalarla girişirdik birbirimize. Saldırılar olur, geri çekilmeler olurdu. Düşman toprağında yakalanmak feciydi. Ellerinden kaçamazsanız çok feci dayak yerdiniz. Hatırladığım en büyük savaş bakkalın oğlunun dayak yemesi üzerine idi. Kendini öylesine kaybetmiştiki, bakkla gidip su şişelerini alıp fırlatmaya başladı. Bizde boş durmadık tabi. Bakkaldaki şişeler bitti. Dörtyol ağzı 2-3 saat trafiğe kapandı.
Yağlı kayış :
En pis oyunlardan birydi. Nedense o zamanlar sado-mazohist bir tutum vardı tüm çocuklarda.
Bok :
Evet bizim mahhallede böyle bir oyunda vardı. Genelde mısır koçanı ile oynanırdı. Birisi ebe olur ve genelde 100’e kadar sayardı. O sırada diğerleri kaçmaya başlardı. ebe diğerlerini yakalamaya çalışır elindeki mısır koçanını fırlatarak birini vurmaya çalışırdı. Vurulan bok olurdu (yani yeni ebe)
Çitlenbik :
Küllah tüflemecenin farklı versiyonu. bazen iğne batırılarak, mahalleden geçicek baloncu aranırdı.
Ağaç evi :
Ev mev yoktu tabi ama tatil günleri evlerden gerekli erzak alınır (Yarım ekmek arası peynir, zeytin, domates üçlüsü) ağaçlara çıkılırdı. Herkesin yeri belliydi. Kimse kimsenin yerine oturmazdı. Üzerinde geyik muhabbeti yapılırdı. Eğer bahçede köper varsa, önden cesaretli koşucular ağaca kadar koşarak tırmanır ve köpeklerin yerini belirlemeye çalışırdı.
Vardı vardı vardı, güzel günlerdi.
bakin iplik oyunlari da vardi. gunumuzde daa da gelismis, daa psychedelic olmus. peeeeh. nerede eski masum oyunlar? eheh :o)
Yedi Kiremit
Yakantop, elim sende, isabet ettirmece, şimdiki paint ball karışımı bir oyun. İki takım ile oynanırdı; iyi nişancı, hızlı koşucu, çevik ve kurnaz olmak gerekirdi. Artık sokaklarda kiremit olmadığı için oynanması pek olası olmayan bir oyun bu. 7 adet düzgün, aynı boyda kırık kiremit üstüste dizilir, takım temsilcisi sanırım dokuz adım açılır ve oraya bir çizgi çekilir. Diğer iki takımın tüm oyuncuları kiremitlerin orada beklerdi. (Belki de yanlış hatırlıyorum) Nişancı yerden topu yuvarlayarak vuruşunu yapar, kiremitleri olabildiğince geniş alana dağıtmaya ve hepsini yıkmaya çalışır, rakip takım elemanları da top ile vurulmadan dağılan kiremitleri düzgünce üstüste koymaya çalışırdı. Kiremitleri dağıtan takımın nişancısı dışındakiler de çizginin kiremitlerden yana kalan tarafından imece ile topu nişancıya ulaştırmaya çalışır, nişancı, karşı takımın oraya buraya koşuşturan elemanlarını vurmaya çalışırdı. Vurulan oyun dışı kalır, takım arkadaşlarına tezahurat desteğinde bulunurdu. Can kazanma yoktu. Amaç kiremitleri son takım elemanı canlı kalsa dahi üstüste dizmekti. Hile yapan çok kınanır, karşı takımdan biri ayağı ile yanlışlıkla kiremitleri devirse, oyun duraksar hemen kiremitler büyük bir özenle en son haline getirilirdi. Denge önemliydi çünkü (Jenga gibi) Ama bu hatayı toplayan takım yaparsa oyun devam ederdi.
Erkeklerin inadına kız çetesi kurmuştuk, bizden yaşça büyük olup, zeytin ağaçlarına sigara saklayan, arada gelip içen sözde asi delikanlıları hiç sevmezdik. Bütün sigara paketlerini kovuklarda bulup imha ederdik. Yakalandık, ama kadın gücü, anneannem devreye girdi, serseriler çil gibi dağıldı. Biz de çok kötü azar işittik, sigara ile ne işimiz vardı? Sadece bir kızı dövdük. Düşmanlarımız erkeklerdi. Erkek çetesinden ajan ayartırdık, ajan kesin birimize aşık olurdu.
Güzeldi sokak arası çocukluk, çamur, toprak, diz yaraları…
Off! Manyak bişey olmuş bu! Bide trt`de kanun çalan küçük kız vardı, sokakta oynadıktan sonra pis pis eve gelince, annelerin babaların “bütün gün sokakta oynayacağına şu kızı örnek alsana kendine!” diye nasihat çektikleri. Kanunun kenarındaki zımbırtıları çat çat değiştirirdi paso.