şimdi ben dersteyim.bu okuldaki bir ayımın dolmasına bir hafta kaldı. aslında iki hafta da kaldı denebilir ama ben demiyorum genelde. ben genelde böyle durumlarda bir hafta kaldı bir ayımın dolmasına diyorum. iki hafta dolu dolu bitti, bu üçüncü hafta. ama üçüncü hafta bitmedi yani. bu okuldaki üçüncü haftamın bitmesine dört gün kaldı. aslında beş gün kaldı da denebilir ama ben demiyorum genelde. ben genelde böyle durumlarda dört gün kaldı üçüncü haftamın bitmesine diyorum. çünkü bugün henüz başladı. üçüncü haftamın ilk gününü sürüyorum anlamı çıkabilir buradan. ama dedim ya, ben çıkarmıyorum işte.yaş tartışmalarına benzedi bu. on sekiz yaşıma gelene dek yaşımı hep bir ila iki yaş arasında fazla söyledim. bu yüzden üçüncü hafta da bitmiş sayılır benim için. otomatikman üçüncü haftanın sürüyor olduğum ilk günü de bitmiş olur. gerçi on sekiz yaşını geçtikten sonra, artık normal yaşımı söylemeye başladım. bu durumda üçüncü hafta ve hatta üçüncü haftanın bu ilk günü bitmemiş dahi olabilir, hiç belli olmaz.yaş hesaplamalarında, birkaç iddialaşmanın ardından, en heyecanlı kişi herhangi bir parmağını uzatarak doğumun gerçekleştiği ay ve yılı söyler ve aynı ayı takip eden yılları da sıralayarak, ilk uzattığı parmağın akabine diğer parmaklarını dizer ya. en azından bugüne kadar en sağlıklı yaş belirleme yöntemi bu olmuştur diye düşünüyorum ben.ben yukarıdaki uzun cümleleri yazmak için türkçe kapasitemi zorlarken, derste ani bir hareketlilik oldu. kafamı kaldırıp şöyle bir etrafa bakınca, t cetvelleri ile pergellerin aktif konuma geçmiş olduğunu gördüm. neyse. ha bu arada, t cetveli nedir bilmezken, ki hala tam anlamıyla bildiğim söylenemez, çok gizemli bir alet gibi gelirdi bana. o kadar da değilmiş.”ha bu arada” deyip bir şeyler geveliyorum. sonra asıl anti parantez belirtmek istediğim cümle için bir giriş bulamıyorum. asıl ha bu arada, hani diyelim bir insan yirmi yaşını doldurdu ve yirmi bire girdi üç ay önce. ona hep “daha yirmi bir sayılmazsın, yirmi diyeceksin” derlerdi, ben fena gıcık olurdum. çünkü bunu hep o kişiden büyükler söylerdi ve bu bana sanki büyüklerin, küçüklerin de bir zaman sonra kendi bulundukları yaşa geleceklerini kabullenemiyor olması gibi gelirdi. o zaman ne yani, saat sekizi çeyrek geçiyorsa biz yine de sekiz mi diyecektik? on sekiz yaşıma kadar bu haksızlıkla mücadele edip durdum. ama artık onlara hak veriyorum. ne yani, saat sekiz çeyrek varsa biz yine de sekiz mi diyecektik?çok alakasız paragraflarla doldurdum yazıyı. benim esas anlatmak istediğim yeni okulum, yeni ortamım, yeni derslerim ve ‘yeni’ parantezinde daha bir sürü şey. öncelikle bu üniversite denilen olay, ilk etapta çok karman çorman geliyor insana. hangi ders, hangi saatte ve hangi sınıfta, zannediyorum ki ancak ilk yarıyılın sonlarına doğru bir netlik kazanıyor. henüz kazanmadığı için söylüyorum, belki daha erken belki daha geç, bilemem. bu benim tahminim. üç hafta içinde öğrenebildiğim derslerin tüm derslere oranını üç hafta ile çarparsak, aşağı yukarı ilk yarıyılın sonlarına tekabül ediyor bu çıkan sonuç. o yüzden dedim.bu paragraf da pek olmadı. onlar ilk düşüncelerimdi aslında. en alası şöyle anlatayım. herşey ‘bbg’ gibi. sanki ‘biri bizi gözetliyor’ evindeyiz ve tüm türkiye bizi izleyip, hal ve hareketlerimize göre puanlar verecek. bu yüzden sanki herkes belli arkadaş topluluklarında belli bir mevki edinmeye çabalıyor. bir grup içerisinde ister istemez insan belli bir kişiye daha fazla yakınlık duyuyor, özellikle de yabancı bir grupta. öyle ikilemeler oluştu. hatta okulun ilk haftası tamamen ikilemelerden oluşuyordu. zaten ikiden fazla bir grup oluşmuşsa, herhalde ilk yarıyıl sonlanmadan bir eve çıkılması daha yüksek bir ihtimaldi. ama henüz hiçbir şey sağlam değil. herkes birbirinin kuyusunu kazıyor olabilir. güzel espriler yapabilen bir erkek, direkt diğer erkeklerin rakibi oluyor bile. bir de hiçbir şey göründüğü gibi değil. güzel kızların salaksı olduğu apaçık.şimdi yukarıdaki paragrafta söylediğim gibi de sayılmaz her şey. iletişim daha kolay. erkekler saç uzatma derdinde. lisenin ardından ciddi bir başıboşluk hüküm sürüyor. herkes sankim, birden büyümüş. yeni yeni insanlarla tanışmak insanın böğrünü gıdıklıyor.gıdıklamıyor.daha başka bir şeyler oluyor. bir kere liseden yeni mezunsan ve yaz mevsimi durağan geçmişse eğer, hemencecik her klübe üye olası geliyor insanın. fotoğrafçılık ve dağcılık, özellikle de folklör ilk sırayı alıyor bu kategoride. fakültenin her tarafına iliştirilmiş, ‘hepiniz davetlisiniz’ yazılarına balıklama dalınıyor. çok çok aktif bir yılı geride bırakma, üniversiteyi dolu dolu yaşama hırsı içinde kavruluyorlar. ben maymun iştahlıyım.öğlen, sunay akın’ı gördüm vapurda.şimdi şöyle, her insan bir dünya. her insanın dünyasında atmosfer çok farklı. yeni kişilerle tanışınca, eskiden yeni tanışmış olduğun ancak tabi ki artık eski arkadaşın olan kişilerle kıyaslamaya girişiyorsun. eski ortama göre sohbet etmek en büyük handikaplardan. ‘nabza göre şerbet’ parolası geçerli sadece, yoksa vuruluyorsun en zayıf halkandan. zaten birbirlerinin atmosferlerinde nefes almayı başaranlar, zamanla yakınlaşıp arkadaş oluyor neticede.kampüste hergün gördüğün tipler oluyor. aynı sınıfta olup olmadığından emin olamadığın insanlarla karşılaşıyorsun. selam verip vermeme hususu, henüz arkadaş olunmadığı ve herhangi bir irtibata geçilmediği için ciddi bir hal alıyor. ilk hafta çömezliğin en belirgin olduğu hafta elbette. öyle hiç sebep yokken utanıveriyorsun. ben saf saf dersimizin hangi binada olduğunu araken, üçüncü veya dördüncü sınıfların çimlerde yuvarlanışlarını ve neredeyse her gördükleriyle şakalaşmalarını izlerken en azından, utanmıştım. işte bu yüzden, karakteri sana uysun uymasın, senin çaylaklığında olan herhangi bir insan ile mutlaka tanışma, mutlaka beraber yürüme isteğin oluyor. kampüste tek başına kalmak gerçekten bir çıkmaz sokak. zaten sonrasında, daha başka kişilerle tanıştıktan sonra, o mecburen tanışmak zorunluluğunda bulunduğun ilk arkadaşlarını terk etmende bir sakınca yok nasılsa.yok, olmadı, bu anlattıklarım gerçekleri yansıtmadı.bir de şey vardır. ben mesela öleceğimi hiç düşünmüyorum. düşünüyorum da en azından bir kazada ölebileceğim ihtimalini hiç hesaba katmıyorum. yolda yürürken sakin sakin, bir araba bana çarpıp beynimin pekmezini akıtabilir damla damla. ya da bir tinerci bana sataşıp bıçaklayabilir. ama böyle şeyler benim başıma hiç gelmez sanki. halbuki bunlar çok olağan şeyler. bu şekilde ölen biri de belki ölmeden önce benim gibi düşünüyordu. aksi de mümkün. mesela piyango. bana çıkması imkansız. ama çıkanlar da o bakış açısıyla almış olabilir biletlerini. ama çıktı işte! ona çıkma şansıyla bana çıkma şansı eşit. ama hayır, bana çıkmaz ki! işte matematik böyle bir şey.yukarıdaki paragrafın olup olmadığını söylemiyorum bile.arkadaş ortamı ağır ağır oluşurken önemle dikkat edilmesi gereken bir diğer konu da samimiyet. cıvıklık ile ciddilik uyum içinde dans etmeli adeta. bu denge unsuru, farklı dnalardan oluşan, dolayısıyla da farklı dünya görüşlerine hakim olan insan topluluğu içindeki en önemli konum mücadelesidir. çok gülmek iticilik, çok soğuk durmak da asosyal bir eğilim başlıkları altındaki yerini alabilir.tanışılan insanlar ile kişinin kendini geliştirmesi de mümkün. örnek olarak, kiminin gülüş tarzı, kahkaha tonu sana bulaşabiliyor. ne bileyim, binbir çeşit hareket alternatifleri karşına çıkıyor ve sen hoşuna gideni sahipleniyorsun. taklitçiliğe girebilir bu, ama korsan kitaplar ucuz, ben ne yapayım.pek olmadı. şöyle ki, hayat renkleniyor. buna bir aksi seda yok. başlarda kendini oraya ait hissetmeyip “annemi istiyorum” diyebilirsin fakat çok geçmeden alışıyorsun. alışmak zorunda olduğun için alışıyorsun belki de. ilişkiler çok ihtiraslı tabi. sonuçta kimse kimseye bağımlı değil henüz. birgün biriyle samimet kurup “hah tamam, bu benim arkadaşım olabilir” dedikten sonra ertesi gün bir diğer kişiyle tanıştıktan sonra, ilkini bırakıp bırakmamak senin elinde. öncekini görüp sonrakini savuşturabilir ya da sonrakiyle devam edip öncekini terk edebilirsin.kendini kanıtlama en önemli olgu ama. her bir bireyle az veya çok bir tanışıklık olması için gayret sarf ediyorsun. herkeste açık bir kapın olmasını istiyorsun ki sonradan tercihlerini daha rahat yapabilesin. her an her yerde bulunabilme şevkiyle hareket ediyorsun. eve beraber dönüşler oldukça mühim. güçlü görünen bir grup sensiz bir yere gitmişse eğer, kendini kemirerek bitirmen doğal. çünkü sensiz gidilen yerdeki kişiler aralarındaki bağları sıkılaştırabilir. öyle bir ego coşkusu ki, herkesle en sıkı fıkı olan sen olmak zorundasın resmen.yukarıdaki paragrafın olup olmadığından emin değilim.ben bir kandırmaca yaptım. dersteyim demiştim lakin hani o bir ara çıkan hareketlilik beni de emdi ve yazıyı yarım bıraktım. pazartesiydi başladığımda, şu an perşembe. acaba o yüzden mi olmuyor bu paragraflar?yukarıdaki olmayan paragrafların birinde de dediğim gibi, sevinçle girilen klüplerin faaliyetleri çok heyecanlı oluyor. birden fazla klübe girildiği için, zaten kafadan bir zaman sıkıntısı vuku buluyor. böyle olunca da, insan kendini bir şey zannedip, ajanda tutmaya varan oranlarda sapıtabiliyor. okula gidip gelirken liseli öğrencileri görmek, birinci sınıf bir üniversite öğrencisi için başlı başına bir paragraf konusu. ki o paragrafın olmayacağına da kalıbımı basarım.bu yazıda olan bir paragraf olamayacağını göz önünde bulundurarak olmayacağı her halinden belli olan bir paragraf daha yazmaya başladım yedi saniye kadar önce. sigarayı çoğalttım. üç vesaitte gidebiliyorum okula ve her vesaiti en az bir on dakika kadar bekliyorum. ki bu, okula gitmeyi düşünmenin bile en az yarım saate mal olduğunun ispatıdır. neyse efendim, her bekleyişte bir sigara tüttürünce, gidiş dönüş eder altı sigara. evden çıkmadan içilen bir sigarayı da eklersek, yedi. dersi bekle yak bir sigara, dersten çık yak bir sigara. yemek kuyruğuna gir yak bir sigara, yemekhaneden çık yak bir sigara. dahası, her çay içişte de bir sigara. sabah aldığım paket, akşam eve geldikten bir saat kadar sonra bitiyor. zamansız bir devir daim. sonra bakkala gitmeye üşeniyorum. her seferinde de “yeter belki, almayayım şimdi” dediğim için, bu sorunu yaşıyorum. anca öğle vakti almışsam günü kurtarıyor işte.bu yazı olmamakta ısrar ediyor.bitirmek en mantıklısı demek için önce başlamak lazımdı herhalde. o yüzden hiç olmamış gibi davranabilirim böyle bir şeyi. hem banyo yapmam gerekebilir. önce tabi koltukaltlarımı koklayıp, beni yarın da idare edip etmeyeceğini öğrenmem doğru olur. gerçi kendimi yine kandırıcam. yine banyo yapmaya üşenicem. uzun lafın kısası, bazen yazılara son paragraftan başlamak en iyisidir.bu yazı hiç olmadı.