Sosyalist rejimlerde yeri olmadığına inanıldığı için veya gerçekten de sosyalist rejimlerde propoganda olarak adlandırılan takım elbiseyi tercih ettiği için reklamın kapitalist-yarı kapitalist toplumlarda yer edinebileceği, aksinin mümkün olmayacağı savunulur. Kapitalist toplumun kimilerine göre en olumlu sonucu sivil toplum ve kamusal alan-özel alan ayrımının netliğidir. Sivil toplum örgütleri de başıboş bireylerin en yakın kategoride yerlerini almaları için yegane duraklardır. Bir kaç niteliksiz öğrenci milletine göre Althusser’in “Devletin İdeolojik Aygıtları” olarak adlandırdığı kapitalizmin yirmibeş atlısından en tehlikelisi sivil toplum örgütleridir. Öte yandan bu örgütlerin demokrasinin de vazgeçilmezleri olduğu iddiaları çeşitli kahvehanelerde de dillendirilegelmektedir. Kısacası reklam ve sivil toplum kapitalizmin önemli iki silahı olarak görülebilir.Oysa günümüzde kapitalist yapının arasına sıkışan sosyal içerikli reklam kampanyaları, yardım için düzenlenen halkla ilişkiler ve tanıtım organizasyonları ve kapitalist sisteme karşı örgütlenen sivil toplum kuruluşları mevcut. Hoş, bunların da kapitalist sistemi beslemek için yapılan sivil toplum hareketleri olduğunu söylemek de mümkün fakat konunun özünde tarışılabilecek daha ilginç bir nokta var : Reklamcı adam toplumu düşünür mü ?Kazara (ki çoğu reklamcı böyle girmiştir sektöre) veya niyet ederek reklamcı olmuş birey acaba herhangi bir konuda kampanya hazırlarken saat 18:00 dan sonra arasına karışacağı topluluğun bu çalışmadan nasıl etkileneceğini düşünür mü ? Veya düşünmeli midir?Hukuki düzenlemelerin işlevlerini tam anlamıyla yerine getiremediği ve bu nedenle bazı öz denetim mekanizmalarının reklam sektörünün dizginlerini çekiştirdiği bilinen bir gerçek. Yani hukuk toplumun reklamlardan olumsuz etkilenişine bir çare bulamadığı için reklamın içerisinden gelenler; gerçekten toplumsal sorumluluk anlayışı ile mi yoksa farklı nedenlerle mi bilinmez, kendilerini denetleme mekanizmalarını hayata geçiriyorlar. R.Ö.K. bu mekanizmaların en meşhuru ve son dönemdeki uygulamaları ile toplumun takdirini kazanmış bir kurum haline geldi. “Sucuk reklamlarını görüyoruz, canımız çekiyo alamıyoruz” şikayeti üzerine yayın saati değiştirilen sucuk reklamı Türkiye’de yeni reklamcılık döneminin (ki 1995 ler itibari ile başlamıştır)şahit olduğu en önemli özdenetim cezası idi.Sonuç olarak reklamların topluma zarar verip vermediğini kontrol eden bazı kurumlar mevcut. Bizim merak ettiğimiz ise “acaba reklamın yaratıcısı yaratım sürecinde toplumun nasıl etkileneceğini düşünerek mi hareket etmeli ?” sorusu. Evet Etmelidir fikrinden yola çıkacak olursak bunun ne gibi olumsuz sonuçlar doğuracağı endişesiyle başbaşa kalırız. Reklamcı çıkaracağı işin her 3 dk. Lık periyodlarla topluma uyup uymadığını hesap edecek olursa “yemişim reklamını uğraşamam” deyip çekip gitme olasılığı yüksek olacağından bunun da tıpkı özdenetim kurumları gibi belirli bir standarta bağlanması olumlu olacaktır. Örneğin yaratıcılık aşamasında bir müdahale söz konusu olmazken işin ortasında ajans olarak çıkarılmakta olan işlerin toplumu nasıl etkileyeceği tartışılabilir. Dünyanın belki de borsadan sonra en hareketli çalışma alanları olan reklam ajanslarında bunu uygulamaya zaman ayırabilecek gönüllüler çıkar mı bilemem. Sonuç olarak başlangıç aşamasında yaratıcılığı kısıtlayacağından, teslim aşamasında çok geç kalınacağından ancak işlerin tasarımlarının orta yerinde ajansın kendi içerisinde bir özdenetimi gerçekleştirmesi fayda sağlayacaktır. Bu sayede hem ajanslar yaptıkları işlerin R.Ö.K. tarafından topluma zararlı bulunarak marka itibarlarının zedelenmesini önleyecek hem de vicdanen rahat edeceklerdir.Olmaması gerektiği fikrine gelecek olursak, günlük yaşantımızın mevcut portresine çok bir şey eklemek gerekmemekte çünkü vade ve tahsilat gibi ticari mevzular arasında toplumsal sorumluluk anlayışı zaten bir yer edinememiş durumda. Her ne kadar denetlense de özünde reklamların toplumun farklı kesimlerine vereceği farklı zararlar asla standartlar çerçevesinde engellenemez. Örneğin anneden yoksun bir ilkokul çocuğunun annesine sarılan çocuğun oynadığı reklamdan göreceği zararı ne rök ile ne yaratıcı yönetmenin sorumlu toplumsallık anlayışı ile ne de başka denetim mekanizmaları ile önlemek mümkün. Buna rağmen, en azından yapılabilecek olan toplumun geniş kesimini standart biçimde etkileyeceği ortada olan reklamları ajansın teslim etmeden önce üzerinde bir fikir birliğine varması ve bu birliğe varırken rabbena hep bana yerine kendisini toplumun yerine koymaya çalışması.Konu ile ilgili farklı bakış açıları google arama sonuçlarında ve David Ogilvy-Bir Reklamcının İtirafları, Oliviero Toscani-Reklam Bize Sırıtan Bir Leştir,Katherine Toland Frith, Barbara Mueller -Advertising and Societies: Global Issues, Jacques Sequela-Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin… O Beni Bir Genelevde Piyanist Sanıyor adlı kaynaklarda, www.rok.org.tr’de, www.rtuk.gov.tr’de