Önce Woody Allen’dan bir film izledim. Filmdeki filozofun sözleri sayesinde, bütün göğüs kafesim bal gibi bir nesneyle dolmuştu. Hayatın gerçekten de bir anlamı olabileceğine ilişkin bir umut duydum…

Sonra hafife geldim, birbirini bastırmaya çalışan birsürü insan gördüm, anlatmaya çalıştım, kelimeler yetmedi. Göğüs kafesimdeki baldan diğerlerine de tattırmaya çalıştım, yemediler. Sadece her türlü eksikliği ortaya çıkarıp üste çıkmaya çalıştılar. Benim amacım kimseyle çelişmek bile değildi, ben olayın BAL kısmındaydım.

Daha sonra, işler iyice kızıştı, insanlar diğerleri çevresindeki pozisyonlarına bakarak, kendi olmaları gereken, bulmaları gereken yeri unuttular. A’nın üstünde, B’nin altında ve C’nin yanında…

Sonunda, ben de sapıttım ve yine saçmaladım. Çok az zaman ve konuşacak çok şey var, ama kelimeler birleşmiyor hala…

Kendimi yine yabancı hissetmeye başladım, ‘Hafif’te bir yabancı… ve yine aynı rüyayı gördüm. Adamla kavga ediyordum, sebebi belli değil, bir şekilde çıkmış bir kavga. Vuruyorum, vuruyorum, yumruklarımın hiçbir işe yaramadığını gördüm. Uyandığımda, Adjusters’ın şarkısı geldi aklıma “You can’t fight the man alone…”

Sonra sokağa çıktım, tekrar korkuyla doldum. Bu şehrin çeliğini sırtımda hissettim yine, yine nefret ettim. Dizlerimin bağı çözülecek gibiydi ama eve kadar dayandım. Yatağa attım kendimi, hiçbirşey yapmak istemeyerek…

Sonra ertesi gün oldu, sokakta korku bile yoktu, hafif ilgimi bile çekmiyordu. konuşacak pek birşey kalmamıştı. uzun zamandır üzerinde çalıştığım şeyler tamamlanmış ve hiçbiryere varmamıştı. bir zamanlar hayalini kurduğum şeylerin manasızlığı vardı. İşte böyle bir ruh haliyle, babamın evine gitmeye karar verdim. biraz et yemeği vardır belki, bir de banyo yaparım diye… hayatımın bütün yolları gözümün önünde çıkmazlara dönüşüyordu ve birşeyler ifade edecek, anlam kazandıracak hiçbir hareket göremiyordum. Kızarkadaşım beni asla ikna edemedi, ondan ayrılmaya karar verdim. O bununla yaşamam gerektiğini söyledi. O sırada radyodaki kadın “life is not fair, so kill yourself or get over it” dedi. hayır ben hiçbirşeyi kabullenerek yaşamıyacağım.

İşte bu ruh haliyle kapıda kaldım… 3 saat oturdum kalktım, sağa gittim sola gittim, kırılma noktasındaydım. Gittikçe anlamsızlaştı herşey. Filozofun dediklerini düşündüm, bir türlü somutlaştıramıyordum. Zaten filmin sonunda adam intahar ediyordu. Çünkü evrenin soğukluğunu, kendimizden parçalar koyarak, yatırımlar yaparak ısıtmaya çalıştığımızı söylüyordu. Verdiğimiz ve almaya çalıştığımız şey “sevgi”ydi. ve gelecek kuşakların daha fazla anlayabileceği umuduydu insanı hayatta tutan. “Bunlar yitince, değecek birşey kalmaz.” diyor ve kendini pencereden atıyordu.

Sonra tekrar kızarkadaşıma gittim. Yatırım yaptım… Ve beni gerçekten sevdiğini anladım ama yetersiz geldi bana. hayatım hala anlamsız ve kesinlikle yönsüzdü. Ordan çıktığımda bütün şehri kaldırabilirdim artık. Fikirtepenin kabadayılarının üzerime gelmesini istedim, en güçlü anımda hiçkimse saldırmıyor zaten. Kokusunu alıyorlar, gücü hissedebiliyorlar. Ve eve geldiğimde, dişlerimin ağrısı herhangi birşey yememi engelliyordu. Bastırmak için, birkaç bardak kahve içtim. Önceki gecenin uykusuzluğu da eklenince iyice aptallaştım. Apranax Fort ağrımı katlanılır düzeye indirmişti. Reha Muhtarı izledim ve aklımı meşgul ettim. Orda olsam neler söyleyebileceğimi ve stüdyodan kaç saniyede atılabileceğimi düşündüm.

Sabah uyandığımda, dişimin ağrısı oldukça azalmıştı. Bir parça ekmek ve peynir bütün vücudumun ve zihnimin yerine gelmesine yetti.

İşte yine burdayım, bakıyorum, yeni birşeyler yok. Sonra yeni birşeyler beklemenin saçmalığını düşündüm, yeni birşeyler yazmadan yeni birşeyler beklemenin saçmalığı… Sonra baktım ki artık 2 kişinin gözü beni görmüyor. Sapıttığımda yazdığım yazılardan dolayıdır herhalde. Ama umrumda değil. Hiçbir zaman o hareketi yapamadım. Ne kadar ters de olsa, umudumu kesemiyorum, biryerlerde anlaşmaya varabileceğimize dair. Ama gittikçe daralıyor. Herkes daha çok kapanıyor ve diğerlerinin yazdıklarını sadece kendi söylediklerini destekleyebilmek için okuyor gibi geldi.

Sonra tepedeki Adress yerine geldim, yazacak birşeyim yoktu… gidecek hiçbir yerim yoktu. World Wide Web bana dar geldi. anlaşmak zorunda olduğumuzu düşündüm. çabalamaya devam etmek zorundaydım. eğer böyle olmak zorundaysa da umrumda değil, “üzerime gelin” dedim. ÜZERİME GELİN, bekliyorum… hepinizi taşıyacak güçteyim, bunu biliyorum.