Türk eşcinselleri çok gizli kalmakla çığırtkanca afişe olmak arasında bir sarkacın iki ucunda salınıp duruyorlar. Oysa iki durumun da anlayışlı bir toplum olabilmemizin önünde ciddi engeller oluşturduğunun bilmem farkındalar mı?Bizden, bizim gibi olmayandan nefret etme, diğerlerini yok sayma, farklı olanı linç etme düşüncesinin cinsel yönelimdeki tezahürü, bir çeşit hastalık, homofobi veya transfobi. Trabzon’da papazı öldüren zihniyetle Bursa’da eşcinsellerin yürüyüşünü engelleyen zihniyet esasında aynı. Aynı çünkü kendimiz gibi düşünmeyeni, davranmayanı, konuşmayanı farklılığıyla birlikte kabullenmyi henüz öğrenemedik.Homofobi meselesine biraz daha yakından baktığımızda bu yanlış korkunun, erkek egemen kültürümüzden beslendiğini hatta birbirlerini karşılıklı olarak beslediklerini söyleyebiliriz: Erkeklik, bir takım basit maskülen tavırlara indirgenir, seslice gülmek bile yakıştırılmaz delikanlılığa, hemen “karı gibi gülme”yi yapıştırıveririz, ataerkil toplumumuzun iğneli ikazıyla. Kadınlara her fırsatta ikinci sınıf insan muamelesi yapan toprakların kadın gibi erkeklere tahammülü olmayacaktır elbette. Peki bu durumla nasıl mücadele edilmeli?Sanat dünyasından, basından ünlü isimlere bu noktada ihtiyacımız var. Ama çoğu, hayranlarını kaybetme korkusundan öyle komik durumlara düşüyorlar ki. Duruşlarıyla, her söyledikleriyle Türk toplumuna örnek olabilecek, göz önünde olan insanların kendi homofobileriyle yüzleşmeleri gerekiyor öncelikle. Tarkan’ın geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan açıklamaları hiç hoş değil mesela. Eşcinselliğin kurtulunması, tedavi edilmesi gereken bir hastalık olmadığını, “ben artık normale dönmek istiyorum” deyip de psikologların kapısını aşındırmanın boşa kürek çekmek olduğunun bilim adamlarınca çoktan kanıtlandığını biliyoruz. Tarkan keşke aynı röportajında bunların altını çizseydi anlattıklarıyla.Cesur olmak gerekÖnyargılarla dolu akıllarımız. Bütün eşcinsellerin kıvırarak yürüyen, kadın gibi davranan, zihinleri sadece cinselliğe çalışan insanlar olduğunu sanıyoruz. Alakası yok. Bu katı fikirlerimizi kırmamız için içi dolu toplumsal projeler hayata geçirilmeli. Homofobi kokmayan, içinden homofobi geçmeyen yeni, tutarlı bir dile ihtiyacımız var. Çünkü şu an bütün kodlarımızı “biz ve onlar” ayrımı üzerine kurmuşuz ve bizden saymadığımızı dinlemeye bile tahammülümüz yok. Önce kendi halet-i ruhiyemizi çözmeden, “öteki” olanı kabullenmemiz gerektiğine yürekten inanmadan bu garip bataklıktan çıkmamız mümkün değil.Her anlamda farklılıklarla dolu olan bir dünyada yaşıyoruz. Aslında problem olması gereken bu zengin çeşitlilik değil benzerlikler, tektiplik olmalı. Herkes kendi düşündüğümüz gibi düşünsün, hepimiz aynı pencereden bakalım, aynı kapıdan çıkalım istiyoruz oysa o kadar farklı pencere ve kapılar var ki etrafımızda, cahilliğimizden ve inadımızdan bir türlü görmek istemiyoruz. Azınlıklara saldırmamız hep bu yüzden. Birilerinin bu zincirlere aldırmadan, cesaretini toplayıp, kendi yüzleşmesini yüksek sesle anlatması gerek bizlere. Birilerinin elini o arı kovanına sokması gerek. Yoksa kovandaki kızgın arıların herhangi birimize saldırması işten bile değil.